Her milliyetçilik aynı mıdır? Milliyetçiliğin iyisi kötüsü yok mudur? Milliyetçilik çalışanların en sık karşılaştığı sorulardır bunlar. Diyelim Türk milliyetçiliği üzerine bir şeyler yazdınız ya da Kürt milliyetçiliği üzerine. Mutlaka birileri çıkar ve size “Türk ve Kürt milliyetçilikleri aynı kefeye konulabilir mi?” diye serzenişte bulunur. Soruyu soran Türk milliyetçisiyse alt metin “vay hain, nasıl Türklüğü Kürtlükle bir tutarsın?”, Kürt milliyetçisiyse “seni gidi gizli Türk milliyetçisi, nasıl ezilen bir halkın milliyetçiliğini onu ezenlerinkiyle bir görürsün?”dür. Özetle her iki milliyetçiliğe eşit mesafede duran, nesnel bir analiz yapmaya kalkarsanız iki tarafa da yaranamazsınız.
Öte yandan bu soru sadece milliyetçiler tarafındansorulmaz. Radikal görüşlere sahip olmayan birçok kişinin kafasında da benzer sorular vardır. Bu durumda genelde iki tür tepkiyle karşılaşırsınız: 1. Bizimki milliyetçilik değil ki, yurtseverlik; 2. Bizim milliyetçiliğimiz kapsayıcı, birleştirici (vatandaşlık temelinde), dolayısıyla iyi; onlarınki ayrılıkçı, bölücü (etnik), dolayısıyla kötü. Elbette bu iddialar siyasi aktörler tarafından da kendi milliyetçiliklerini meşrulaştırmak, başkalarının – özellikle de rakiplerinin – milliyetçiliklerini gayrı-meşru kılmak için kullanılır. Bu anlamda milliyetçilikleri iki sınıfa ayırma, bu sınıflar arasında ahlaki kriterlere dayalı bir hiyerarşi yaratma çabası milliyetçi siyasetin bir parçasıdır. Somut bir örnek verecek olursak “Türklük üst kimliktir, birleştiricidir”, “Atatürk milliyetçiliği etnik temele dayanmaz, vatandaşlığı esas alır” diyen bir Türk milliyetçisinin (ya da moda terimle ulusalcısının) bir sonraki cümlesi “etnik milliyetçilik bölücüdür, Kürtler etnik milliyetçilik yapmaktadır, dolayısıyla Kürt milliyetçiliği bölücüdür” türünden Aristo’yu mezarında ters döndürecek bir mantık silsilesi içerecektir.
Peki bu tür siyasi kaygılar gütmeyen sıradan vatandaşa ne diyeceğiz? Şunları. Milliyetçilikle yurtseverliği ayıran çizgi çok incedir. Bir kriz patlak verdiğinde ya da çatışma ortamlarında kim yurtsever, kim milliyetçi ayırt edilmez olur. Özellikle de Türk-Kürt meselesi gibi aynı toprak parçasını paylaşan, birbirlerinin taleplerini kendi varlıklarına yönelik tehdit olarak algılayan, baskı ve şiddet dolu bir tarihin mirasçısı iki halk söz konusu olduğunda. Yani teoride anlamlı olabilecek bu ayrım pratikte işe yaramaz. Kaldı ki hiçbir milliyetçilik sadece ortak idealler, değerler, inançlar üzerine kurulmaz. Haydi kan bağını filan geçelim, ama kültürel öğelere dayalı olmayan bir milliyetçilik yoktur. Bu öğe kimi zaman dildir, kimi zaman din, kimi zaman tarih ya da belirli gelenekler, görenekler. Çoğunlukla da hepsi. Atatürk milliyetçiliği sadece vatandaşlık bağına dayanıyorsa neden Kürtçenin (ve benzeri azınlık dillerinin) resmi dil olmasına itiraz ediyoruz? Neden ulusalcılar “Türk” kelimesi anayasadan çıkıyor diye kıyameti koparıyorlar? Neden anayasamızın dil, bayrak, başkent gibi milli sembolleri kapsayan “değişmez” maddeleri var? Özetle her milliyetçilik etniktir; kimlik belirli kültürel öğeler etrafında tanımlanır. Bu yüzden de 1. vatandaşlık bağını, yurt sevgisini temel alan yurtseverlik teoride bile yetersizdir, birleştirici olamaz; 2. bırakın vatandaşlığı, yurt sevgisini, çoğu zaman paylaşılan kültürel öğeler bile birleştirmeye yetmeyebilir. Türkler de, Kürtler de Müslümandır ama doksan senelik yaşanmışlığın da gösterdiği gibi, din iki halkı bir arada tutmaya yetmemektedir (AKP’ye yakın çevrelerin son dönemde pompalamaya çalıștıkları “İslam birliği” masalını ayrı bir yazıda ele alacağım).
Ezen-ezilen milliyetçilik ayrımıyla hesaplaşmak ise daha nüanslı bir yaklaşım gerektiriyor. Felsefi açıdan milliyetçiliğin her türüne toptan karşı çıkmak mümkün elbette. Enternasyonalist bir dünya görüşüne sahipseniz, milliyetçi ideolojinin biz ve onlar ayrımına karşı çıkarsınız. Her milliyetçiliğin özünde bencil olması sizi rahatsız eder. Ezilenlerin milliyetçiliğinin de istisna olmadığını düşünürsünüz. Siyasi mücadelede eşitlik söyleminin kolayca farklılık söylemine dönüşebileceğini bilirsiniz. Kaldı ki tarih kendi devletini kurduktan, azınlık olmaktan çıkıp çoğunluk statüsüne kavuştuktan sonra kendi içindeki azınlıkları yok saymaya, asimile etmeye çalışan milletlerle doludur. Hem siz her milliyetçiliğe eşit mesafede duran nesnel bir analiz yapmaya çalışıyorsunuzdur.
Bütün bunlar doğru bile olsa, yine de Türk ve Kürt milliyetçiliğini aynı kefeye koyamazsınız.Çünkü milliyetçilik salt felsefe işi değildir. Baştan sona siyasidir (haliyle felsefi bakış da siyasidir). Eşit mesafede durmak size iki milliyetçiliği de eleştirme olanağı verir ama ikisini “aynı kefeye koymanıza” izin vermez. Kalın çizgilerle, kabaca, ifade edelim. Kürtler (elbette sadece Kürtler değil), Türkiye Cumhuriyetikurulduğundan beri asimile edilmeye çalışılmış, asimile olmayanlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmıştır. Haklarını talep ettiklerinde susturulmaya çalışılmış, sürülmüş, katledilmişlerdir. Kimliğiüzerinden baskıya uğrayan bir grup doğal olarak o kimlik üzerinden siyaset yapacaktır. Yok sayılan o grubun kültürüyse, hak arama milliyetçilik halini alacaktır. Hele onu yok sayan başka bir grupsa; dayatılan başka bir grubun kültürüyse. Bu yüzden eşit mesafeli nesnel bir analiz önce ezen milliyetçiliği, yani Türk milliyetçiliğini eleştirmeyi gerektirir. Ve ezilen milliyetçiliği, yani Kürt milliyetçiliğini anlamayı. O milliyetçiliğin aşırılıklarını hoş görmeyi değil. Milliyetçiliği genel olarak onaylamayı da değil. Sadece anlamayı.
Ha Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini milliyetçilik batağınasaplanmadan talep etmelerini mi istiyorsunuz? O zaman önce kendi milliyetçiliğinizden vazgeçeceksiniz. Can Yücel’in bir șiirinde dediği gibi, “Ne renk olursa olsun kaşın gözün, Karşındakinin gördüğüdür rengin..”