Umur Talu

01 Şubat 2025

Yangın yerinde steril gazetecilik!

Hak olmadan özgürlük, özgürlükler olmadan “etik” zaten uyuz kalır! O yüzden ilk talep hep özgürlük ve onu güvenceye alabilen hukuktur. Bu ülkede zaten itirazı olan herkese “parmak sallayan” var. Bir de siz sallamayın koçum!

Okumuş, görmüş ya da duymuşsunuzdur: “Katliam oteli”nin sahip ve yöneticileri, hem de en üst katta kaldıkları halde, “kazasız belasız” kurtulmuşlar. Kurtulmanın ötesinde, kimseye haber vermeden, hatta bir iddiaya göre de, “söndürülür” diye haber verilmesini de istemeyerek…

Mışlı yazdım yine, çünkü nihayetinde bunları tam kanıtlayacak durumda değiliz! “Etik olsun” diye öyle yazdım! Tabii gerçek şu: Oradaymışlar ve bir şey olmamış!

“Katliam oteli” de “anayurt oteli” yani memleketin bizzat kendisi gibi ya da tersi! En üst kattakiler her halükârda kendilerini kurtarıyor; kurtarmak bir yana, müreffeh ve güvenli şekilde “beraber” yürüyorlar. Diğer katlardakiler ise, en alttakiler en altta kalmak üzere, “yangın yeri”nde tutuşuyor, eziliyor, tükeniyor. Dahası var: Üst kattakiler, her sorunlu ve sorumlu oldukları durumda bile, “otel”in içinden veya dışından kendilerini eleştirenleri “sorumlu” tutuyor, gözaltına alıyor, tutukluyor, baskıya maruz bırakıyor.

Üst katlar güvenli bu “otel”de! Yangının bizzat sebebi veya yataklık edeni olsalar bile. Kâh tedbirsizlikleriyle, kâh yanılgılarıyla, kâh bizzat ateşe vererek. Oysa “anayurt oteli”ndeki yangında çocuklar güven içinde değil. Kadınlar değil, yoksullar değil, yaşlılar değil, aileler değil, emekçiler değil, emekliler değil. Eleştiren, didikleyen, karşı çıkan, itiraz eden değil.

Kendileri için “güvenli” kıldıkları “anayurt”u, milyonlarca insan için güvensiz, tekinsiz kılmışlar. Ama onlara göre ve onlar için bu garip değil, ayıp değil, günah değil, haksız değil, hukuksuz değil.

Ne zaman alevler yükselse ya “Gezici”ye koşturuyorlar, ya “gazeteci”ye. “Mursi kardeşimizi devirip ölüme sürükleyen, kızımız Esma’yı öldüren Sisi” ile bile barışan “dört parmak” kendi ülkesinin, milletinin, halkının nice mensubuna kin ve nefreti azaltmıyor bile.

Lakin gazeteci “etik” olmak zorunda, değil mi? Gazeteciliği bitirip gazetecileri de tüketmek isteyenlerin safında bir “etik” silahı eksikti! Bunları “gazetecilik etiği” üzerine çalışmış ve bunu birçok şekilde somut olarak paylaşmış biri olarak söylüyorum.

1995 sonunda Milliyet genel yayın yönetmenliğinden istifa ettikten sonra, sadece makale yazmaya başlamadım; aynı zamanda gazeteciliğin felsefi, hukuki kökenleri, vicdan özgürlüğünün temeli ve uzantıları üzerine de ciddi biçimde çalışmaya, öğrenmeye ve anlatmaya başladım. Üç “meyve” verdi, yazılarıma yansıyanlar ve medya eleştirisi dışında: İlki “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”ydi. Dünyadaki bütün etik-deontolojik gazetecilik metinlerini, evet hepsini inceledim. Oradan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Bildirge”si çıktı ve 1998’de 3 bin gazetecinin imzasıyla yayınlandı. Adını “Bildirge” koymuştum, çünkü bir beyannameydi. “Hak ve Sorumluluk” dedim, çünkü metninde de vurguladığım gibi “Hak olmadan özgürlük, özgürlük olmadan sorumluluk yani etik yaralı kalır”dı. İkinci “meyve” Türkiye medyasında ilk “ombudsmanlık” müessesesinin kurulmasıydı. Gazetenin sansürlediği, görmezden geldiği haberler dahil, yanlışlarının aynı gazetede eleştirilmesiydi amacı. Üçüncü “meyve” ise üç ayrı üniversitede sekiz yıl kadar verdiğim derslerdi. “Medya etiği” de anlatıyordum, “Eleştirel düşünce” de. Haber ve araştırmacı gazetecilik de.

Bu “mesleki ve akademik” özeti şu yüzden yaptım: Bir daha vurgularsam, hak ve özgürlükler sakatsa, etik de sorunludur. Haklara sahip olmadan özgürlükleri baskı altında olanlar yahut bundan güçlüler yararına vazgeçenler varsa, “etik” topal kalır. Ki Türkiye’de gazetecilik bu açıdan hem kör hem topal, hem sağır hem kukla genelde. Tabii istisnaları var ve iyi ki varlar.

“İstisnalar”ın, hak ve özgürlüklerin sakat ve baskı altında olduğu bir ortamdaki “vicdani ve gazetecilik mücadelesi”ni de manipüle edenler olabilir elbette. Bazen bizzat kendileri bile. Ancak nihayetinde onların çoğu “yangın yeri”nde ellerini alevlere sokanlar, kül ve dumanın orta yerinde muktedirlerin gizlediği ayrıntıları bulup sunmaya çalışanlardır. Benden sonraki kuşaktan birçok genç gazeteci bunu çok zor şartlar altında yapmaya çalışıyor. Onların sevap-günah tartısında, elini alevlere sokması önce, o elin yapabileceği yanlışlar ise sonra gelir.

“Gazetecilik” yazılarımda ve derslerimde sık sık değindiğim gibi, “Etik” öyle “Steril haber” değildir. Bir haber yapar ya da yazarsın. Hepsi doğrudur. Bir tek yanlış veya hakaret olmayabilir içinde. Ama bakması gerekene bakmamış, görmesi gerekeni görmemiş, hatta gördüklerinin bile bazılarını görmezden gelmiştir. Bakiye temizdir ama buzdağının sadece üstü. O yüzden, gazeteci sadece yazdıklarının, sunduklarının temizliğinden değil, esasen hiç bakmadıklarının, yazmadıklarının, yazamadıklarının, sunamadıklarının “kirliliğinden” de sorumludur. “Steril haber” eğer ülkenin veya bir olayın, bir güçlünün kirliliğini görmezden gelerek ortaya çıkmışsa, nesi temizdir, siz karar verin.

ABD’de ortaya çıkan sorgulayıcı, didikleyici bir “araştırmacı gazetecilik” türüne ve temsilcilerine “Muckrakers” denmesi boşuna değildir ki. “Muck” pisliktir, çamurdur, hatta lağımdır. “Raker” ise onu tarayan, tırpanlayan. O gazeteciliğe bu adın verilmesi, “ellerinin temizliği”nden değil, hakikat adına ellerini çamura, pisliğe sokabilmekteki inat ve ısrarlarındandır. Elbette namussuzca değil ama “steril gazeteciliğe” karşı pisliklerin peşindekiler olarak!

“Yangın yeri” çocukları, kadınları, ezilenleri, yoksulları, çalışanları, farklı düşünce ve yaşam-inanç tarzları olanları da tutuşturuyorsa, hiçbir sorumluluk kabul etmeden… “Demokratik hukuk devleti”nin kağıt üstündeki hak ve özgürlüklerini de çiğneyerek ülkenin ve halkın üzerine püskürtüyorsa alevleri… Elini ateşe sokup baskıya maruz kalanların mesleki cesaret ve vicdani inadına saygı duyarız önce. Hatalarıyla bile!

Hak olmadan özgürlük, özgürlükler olmadan “etik” zaten uyuz kalır! O yüzden ilk talep hep özgürlük ve onu güvenceye alabilen hukuktur. Üst katlarda birilerinin elinde silah olan “mamul kanunlar” değil! Sonrası sizin vicdanınıza, haysiyetinize, o hak ve özgürlükleri kimden yana ve nasıl kullanacağınıza, kamu vicdanında nasıl yargılanacağınıza kalmış.

Bu ülkede zaten itirazı olan herkese “parmak sallayan” var. Bir de siz sallamayın koçum!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.