Umur Talu

23 Kasım 2024

Yalan, korku, panik, endişe ve huzur bozmak!

Nasuh Mahruki ve her enkaza koşanlar; el uzatırken, can kurtarmaya çalışırken, hayatlarında gördükleri bu çok büyük felaketlerde insanlık ve dayanışma taşırken, “orada kimse var mı” diye sormuşlar ama “orada kim var, kimlerdendir, bizden midir, kime oy vermiştir, inancı, etnisitesi nedir” diye sormamışlardı. Siz ise, iktidar iktidar, sürekli bu ayrımın, ayrımcılığın kin ve nefretiyle yaşıyorsunuz. Kibirli kininiz sürekli olarak av peşinde

YSK Başkanı Ahmet Yener'in elektronik oylama konusundaki açıklamalarını sosyal medya paylaşımıyla eleştiren dağcı, yazar, AKUT kurucusu Nasuh Mahruki, 'Yargı organlarını alenen aşağılama' ve 'Sansür Yasası' olarak bilinen 'Dezenformasyon Yasası' kapsamındaki 'Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak' suçlarını işlediği iddiasıyla hakkında başlatılan soruşturmanın ardından tutuklandı

Nasuh Mahruki tutuklandı. “Söz, kanaat, fikir, ifade” özgürlüğünü geçersiz kılan nice “kanun kuvveti”nden biriyle. Belki de iktidar kiniyle!

Mahruki, arkadaşları ve onca gönülden gönüllüyle Büyük 99 Depreminde hayat kurtarırken, umut ve mucize kovalarken, hayal kırıklıklarıyla kahrolurken belki; AKP de o depremden üç yıl sonra, o enkazın ekonomik yıkımla birleşmesiyle iktidar çıkaracaktı. 23 yıllık hem de!

Mahruki o depremde enkaz enkaz, ama “kurtarmayı bilerek” koştururken, Erdoğan da “bir şiir yüzünden” 4 ay 10 günlük mapusluktan yeni çıkmıştı. O çıkıştan çeyrek asır sonra ve 22 yıllık iktidarıyla, “bir söz, bir eleştiri, bir kanaat yüzünden” insanlar evlerinden alınıyor! Başına gelen neyse, yıllardır başlara getiriliyor. Bir sonraki Büyük Deprem bile şu dünyada en önemli şeylerin, muhakeme, vicdan, dayanışma, bilim, bilgi, özgürlük, hak olduğunu anlatamamış bizim karanlık dünyamıza!

Mahruki’nin “henüz kesinleşmemiş ama kesinleşmiş gibi yapılan suçu” yani anne baba yokken çocuğunun gözleri önünde aranan evinden sonra tutuklanmasının gerekçesi şöyle:

“Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yazdığı ve halk arasında korku, panik, endişe yaratacak şekilde kamu düzenini ve iç ve dış huzuru bozacak yalan haber paylaşmak.”

Bence bir daha okuyun. Bir daha, bir daha. Sonra gözünüzün önünden “yanıltıcı bilgiler” kalbinizin orta yerinden “korku, panik, endişe” aklınızın kıvrımlarından “huzurun bozulması” geçsin!

Sonra alın her bir kelime ve suçlamayı; sizi yanıltan bilgilerin, bilgisizliklerin; sizi bu hayatta korkutan, panikleten, endişeye sevk eden nice şeyin, sizin içte ve dışta huzurunuzu bozan her şeyin asıl müsebbipleriyle eşleştirin. Yapın bunu ki, “kanun maddesi” esas yerlerini, aktörlerini, figüranlarını bulsun.

Sofranızı küçülten Mahruki veya benzer şekilde suçlananlar, tutuklananlar, içeri atılanlar mıdır, bakarsınız. Çocuklarınızın geleceğini karartan, böyle sözler midir, düşünürsünüz. Geçim ve hayatta ve ayakta kalma endişelerinizin, iş yerinde veya işsizlikte, emeklilikte ve yoksullukta yoksunlukta korkularınızın esas sebebi kin mahkumları ve tutukluları mıdır, tartarsınız. Huzurunuzu dinamitleyenler, eleştiri yapan, muhalif olan, itiraz edenler midir, sorarsınız.

İktidar trollerinin her türlü yalanı, iktidar yalanlarıyla buluşturduğu bir ülkedeyseniz… Trollerin muktedirleştiği, iktidarın trolleştiği yıllar yıllar geçirmişseniz… Ekonomi yalanlarının, rüzgâr ne kelime, fırtına, deprem, sel olup sürüklediği, yangın olup hayatlarını küle çevirdiği insanlarsanız… vicdanınızla muhakeme edersiniz.

Ne diyeceğim, aklıma geldi de, bu iktidarın sarayından birisi “İsrail Türkiye’ye saldıracak” bile dedi. Bir yandan Filistin üzerinden veya boru hattıyla İsrail beslenirken hem de. Var mı bir suçlama, soruşturma, tutuklama! Olmasın, ona da olmasın ama, nasıl bir hileli terazidir bu. “Ben ekonomistim, faiz sebep enflasyon sonuç” diyenler, düşük faizle de yükselttikleriyle de bu ülkeyi, milyonlarca insanı, sözde çok düşkün oldukları aileyi batırdı, paramparça etti; var mı böyle bir suçlama!

Mahruki, bildiğim kadarıyla, beyefendi ve bir o kadar da sözünü sakınmayan birisi. Kimi eleştirisiyle uyuşsam, bu ülkenin canlarını kurtarmak için yaptığı her şeyi hep minnetle hatırlasam bile, siyasi ve tarihe dair görüşleriyle pek uyuşmam. Ama böyle bir durumda ne fark eder? 28 Şubat döneminde, başörtülü öğrencilerin, iki üniversitede benim parlak başörtülü öğrencilerimin hakkını savunurken de kim olduğuma, kimlerden olduklarına bakmamıştım. Onca ezilen, hırpalanan, aşağılanan askerin insan hakları için yazarken de!

Mahruki ve her enkaza koşanlar; el uzatırken, can kurtarmaya çalışırken, hayatlarında gördükleri bu çok büyük felaketlerde insanlık ve dayanışma taşırken, “orada kimse var mı” diye sormuşlar ama “orada kim var, kimlerdendir, bizden midir, kime oy vermiştir, inancı, etnisitesi nedir” diye sormamışlardı. Siz ise, iktidar iktidar, sürekli bu ayrımın, ayrımcılığın kin ve nefretiyle yaşıyorsunuz. Kibirli kininiz sürekli olarak av peşinde. “Sizden olmayan ya da karşı çıkanlar”ı aşağılayabiliyor, en yüksek makamlardan en küçültücü sözleri edebiliyorsunuz. Hem de her biçimde, ruhunu, geleceğini, aklını, umudunu enkaza çevirdiğiniz ülkede!

Yapmayın böyle, desek, belki de düzelirsiniz desek… “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yazmış” oluruz zaten. Bir huzur bulun, bir huzur verin!


Not: Esasen daha uzun uzun memleketteki Muazzez İlmiye Çığ bölünmesini yazacaktım. Misal, ölümü üzerine sahip çıkan “Kazdağı Koruma Derneği” de “arşivdeki hakikat”i öğrenince bir “Özür”le ilk paylaşımını kaldırdı. Başkaları da yaptı bunu. Kimi ise kendi hayranlığında ısrar etti, kimi sadece o arşive baktı.

Meselemiz şu: Olayları da insanları da tarihi de bütün, çok yönlü görmekte zorlanıyoruz. Çünkü öyle bakmıyoruz. Bunu sadece eleştiri değil, özeleştiri olarak da yazıyorum. Hele hele gazetecilerin, “son görüntü” ile bir asrı geçmiş bir ömrü huşu ile değerlendirmesi ciddi sorunlu. Yoksa, evet, her şeyi bilemeyebiliriz. Fakat merak edebiliriz. Bilgimizden şüphemiz olur. İster “yaşayanın yüzüne karşı” ister “ölünün arkasından.” Takdir edebileceğimiz şeyler de vardır, katlanamayacağımız naneler de! Tam böyle bir mesele ya da “mengele” için olmasa da Alain Delon’un ölümünden sonra bu nevi çelişkilere dair yazdığım “Güzel yüz!” yazısı burada.

Çığ’ın ölümünün arkasından Instagram’da şu kısacık paylaşımı yaptım, az yukarı çıkıp bir direğe yaslanarak fotoğraf çeken birinin görüntüsüyle. Onu da yazayım: “Durduğunuz yer ve baktığınız açı her şeyi görmenize yeter mi? (Muazzez İlmiye Çığ’ın ölümü ve HZİ Vakfı’nın pek bilinmemesi veya hatırlanmaması ya da umursanmaması üzerine)” Bu bile zaten çok sayıda kişinin, bilmiyordum deyip bilgiyi aramasına vesile oldu.

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.