Tek tek kişilerde çok yaygın olan bir ruh hali ve davranış biçimi bütün bir iktidara sinmiş ve bütün ülkenin üzerine çullanmış durumda:
Kendisinde hiç kusur görmemek, yanlışlarını hep başkalarının üzerine yıkmak, kendisini değiştirmeye çalışmak yerine sürekli olarak “ötekiler”e ayar vermeye çalışmak ve bunu sık sık zorla yapmaya koyulmak.
“Yangın” acılarını, utançlarını, özeleştirilerini, özürlerini tetikleyeceğine; yalanları, baskıları, pişkinlikleri, hemen başkasını suçlamaları alevlendiriyor. On binlerce insanı yok eden depreme, onlarca canı kül eden yangına karşı “toplumsal mühendislik”i boş verip menfaat dağları dikenler hemen “toplum mühendisliği”nde yeni baskılara koşturuyorlar.
Bırakın her şeyi, ortada şöyle bir şey var ve ortada ne istifa, ne utanç, ne görevden alma var:
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başındaki Turizm Bakanı’nın büyük ve lüks turizm tesisleri ile devasa turizm acentesi var mıymış? Varmış. Bakan kendi sorumluluğundaki bakanlığın turizm yatırımlarından sorumlu mevkiine kendi turizm şirketi ve tesislerinde “sağ kolu” olan bir hanımefendiyi “Cumhurbaşkanı kararıyla” yerleştirmiş mi? Yerleştirmiş. Bu hanımefendi bakana ait lüks turizm tesisine, yani “biraz önce” çalıştığı şirketin “kâr kapısı”na onay vermiş mi? Vermiş. Aynı hanımefendinin ağabeyi aynı bakanlığın uhdesindeki RTÜK’te önemli bir göreve getirilmiş mi? Getirilmiş. Yeğene de yine öyle bir iş ayarlanmış mı? Ayarlanmış.
Turizm Bakanı’nın turizm şirketinden Turizm Bakanlığı’nın en önemli mevkiine yerleştirip kendi tesislerine onay verdirttiği hanımefendi aynı zamanda tesislerin denetiminden de sorumlu muymuş? Muş. Bolu’da yanan otelin denetimi de “muş” mu? Miş. Denetlemekle yükümlü oldukları oteli ve benzerlerini bir de yine Turizm Bakanı’nın sahibi olduğu büyük acente üzerinden öve öve pazarlıyorlar mıymış? Mış. Yangına maruz kalan, kurtulan, yaralanan ya da hayatta kalanların bazıları da bu acente üzerinden alevlere gitmiş mi? Ah!
Bunun bırakın “utanç” vesilesi olmasını; anında görevden almaya, istifaya, menfaat ağından ötürü soruşturmaya filan uğraması lazım ama onlarda öyle bir durak, öyle bir surat, öyle bir vicdan ve hukuk var mıymış! Mış mış.
78 can, 36 çocuk, onca acı, daha ne olsun ki ama tamam… Yangın olmasa bile sadece şu ayıplı hâl bile yeter utanca, görevden almaya, istifaya ama “harakiri” yerine “kakarakikiri” ülkesi ve devleti mi varmış? Varmış. Devlet şirketmiş, şirket devletmiş. Neymiş?
Alın oteli denetlemekten sorumlu olup bir de onu pazarlayanların yüce şahsiyetlerini ve mevkilerini, vurun “tutuklu” otel sahibinin elektrikçiden aşçıya, hemen çalışanların üzerine suç atan açıklamalarına. Teşvikler, kayırmalar, kârlar kendisine; kar yangını çalışanlara! Ama bunu biliyoruz zaten. İnşaatlardan barajlara, infilaklardan depremlere, hep biliyoruz!
Yazıyı, alevler içinde 17 yaşındaki kardeşi Özün’ü kaybeden, yine o alevler içinde bir “son mesaj” iletmek isteyen Müge Karataşlı ile sonlandırayım ama sonu yok tabii bu meselenin:
“Sanırım ölmek üzereyiz. Hayat güzeldi.”
Sonrasında “kayak hocası Metin Güneş’in sayesinde hayatta kaldığını” söyleyip teşekkür eden “acılar içinde bile olgun insanlığın” bir de şu dersi var, ki bunu asla unutmamalıyız:
“Sizin omuzlarınızda, arayanların, soranların desteğiyle acımızı hafifletmeye çalışıyoruz.” Elbette hafiflemez ama işaret ettiği yer hepimizin ihtiyacı ve bir başkasının omuzuyla da buluşturmak zorunda olduğumuz yer: “Omuzlarımız…”
“Sanırım ölmek üzereyiz” olsa bile, omuz omuza durabilmemiz! Ne sizden omuzlar esirgensin, ne siz omzunuzu bir başka acıdan esirgeyin.
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. |