Umur Talu

18 Ocak 2025

Sahte rakı, gerçek ölüm!

“Yasak, baskı, dayatma, haraç” adına yaptığınız bir şey insanları yanlışa, ucuza, tehlikeliye ve nihayetinde ölüme sürükleyebiliyor. 4 günde “medeniyetler şehri” İstanbul’da olan bu. 37 ölü!

İstanbul’da… sadece 4 günde… 37 ölüm… 27 entübe… ele geçirilebilen 33 ton.

Gördüğünüz gibi haberi size yudum yudum özetledim!

Şimdi şöyle düşünebiliriz:

1)Ben ölmedim!

2) Siz ölmediniz!

3) Ölenler yakınınız, bildiğiniz, tanıdığınız değil. Zaten bir kısmı Özbek miymiş neymiş?

4) İçmeselerdi!

5) İnsan gibi içselerdi!

6) Güvenmediğin yerden alınır mı?

7) Bunca dert arasında n’apim ya!

8) İçmenin cezası!

9) “Katiller” cezalandırılsın!

Bunlardan birini yahut birkaçını seçebilirsiniz. Hepimiz özgürüz. Hissetmekte de içip içmemekte de. Risk alıp almamakta da.

Öyle mi gerçekten?

Sahte” neden olur? Genellikle “kıymetli” olduğu için taklit edilir; kimi bilerek kimi bilmeden tercih eder. Çanta, tişört, mont vesaire ise dert değil, değil mi? “Ayıp, haksızlık, korsanlık, marka, patent” filan ayrı. Örneğin “jenerik” ilaçları savundum hep; çünkü ölüme karşı bir mücadele ve onlar “sahte” değil, sadece “patent tekeli”ne karşı nispeten ucuz alternatif.

Fakat burada “öldüren” bir “sahtecilik”ten söz ediyoruz. İçmeyenler kadar içenlerin de olduğu bir ülkede. Ve daha önemlisi, “içilmemesi”ni savunan, birçok yerde dayatan bir iktidarın devletinde, devletin “içenler” sayesinde yüksek vergilerle fiyatı aşırı sıçratıp o kaynaklarla Diyanet’i bile besleyip şişirdiği bir memlekette.

Sorun belki de buradadır. “Herkes içemesin ve içenler de yüksek vergili yüksek bedel ödeyip devleti görsün, beslesin” denen cennet ülkemizde, bir “bedel” de bu. İçmek isteyen birçok kişinin buna yasal-makul bedellerle ulaşamayınca, evinde üretmeye kalkışması veya tamamen sorumsuz, güvensiz şekilde “metanol’ü dayayıp ölümcül bedeller ödetmede aracı olması.

Yani “yasak, baskı, dayatma, haraç” adına yaptığınız bir şey insanları yanlışa, ucuza, tehlikeliye ve nihayetinde ölüme sürükleyebiliyor. 4 günde “medeniyetler şehri” İstanbul’da olan bu. 37 ölü!

Siz yukarıdaki maddelerden hangilerini seçerseniz seçin, ölümün hakikati ve ardındaki “dayatma” değişmiyor. Sahte içkinin bir kaynağı var ama sahteciliğin tek kaynağı o değil. Çünkü bir insan “sahte” riskine rağmen onlara yöneliyorsa, sadece “ayyaş, manyak, alkolik” olduğundan değildir belki. Belki tamamen “serbest piyasanız” buna itiyor, sürüklüyor, ölüme atıyordur.

Olamaz mı? Yasaklarınız fikirleri öldürmüyor, baskılarınız sindirse de insanların düşüncesini yok etmiyor; belki bunda da öyledir. Dayatmayla, baskıyla, bir şeyi herkesin erişemeyeceği hale getirmekle olmuyor ama öldürüyordur.

Mesela, hayatını baskıyla, dayatmayla, böyle bir gelenek ve kültürün zoruyla kilitlediğiniz, umutlarını yok ettiğiniz bir gencin, bir insanın intiharı gibi de düşünün. İntihar etmese de, ömrü boyunca “sahte” bir hayatın içinde tükenip gidişini de olabilir.

Sadece rakı filan da değil; eğer anason kokusu sizi rahatsız etmişse. Kumpirden de zehirlenip ölen var, peynirden de, tavuktan da, tavuk dönerden de; ölmese bile Avrupa’nın en mütevazı ülkelerinin bile “zehirli” bulup gerisin geriye fırlattığı onca gıda çeşidiyle, onların “indirimli” arzına koşanların yavaş yavaş da olsa zehirlenmesiyle.

Bu ülkenin insanlarını sadece “terör” yok etmedi! Bu ülkenin insanları, devletten sahtecinin deposuna kadar uzanan, fabrikalardan tarlalara yayılan aymazlıklar, arsızlıklar neticesinde de ölüyor, zehirleniyor. Baskılar, dayatmalar, kötü niyetli kanunlar, onları iş yerlerinde veya hanelerinde, sokakta koruyabilecek düzenlemelerin yokluğuyla da.

Yine “gazeteciler” toplamışsınız mesela. Tam gerekçesini elbette bilemem. Ama kimseyi böyle öldürmediler. Kimsenin canına kastetmediler herhalde. Onca “sahte” gazeteciniz bu halkın beynini zehirlerken belki de “hakiki” gazeteciydiler. Ama sahi, sizin hakikiyle, hakikatle, hakla zaten ciddi sorununuz var. Çünkü kendi “piyasanız”da kimilerinin özgürlüğüne, serbestliğine yer yok! O zaman da zaten “cumhuriyet” de sahte, “demokrasi” de, “hukuk devleti” de, “temel hak ve özgürlükler” de! “Sahte rakı” öldürüyor, tamam… Bu sahtelikler de ya hakikaten ya hayat sevincini yok ederek öldürüyor zaten.

Bir “ölüm ülkesi”nde ve “hayat sevinci çölü”nde neye inanalım, hangi birine yanalım!

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı.