Umur Talu

Umur Talu

08 Nisan 2025

‘Öğrencilerdi bu gelen!’

O kadar değişim, değişiklik… Bu kadar inat, baskı, kuşatma, hak ve özgürlük gaspı… “Bu kadarcık hukuk, demokrasi ve cumhuriyet!”

Bugün biraz alıntı yapayım; biraz utanması olan varsa da, gencecik çocukları, İstanbul’a esas tarihini değerini kazandırmak için çırpınmış Mahir Polat’ı ve “kaçma şüphesi olmayan” herkesi, Demirtaş gibi “kin ve intikam mahkumu” genç, orta yaşlı, yaşlı, sağlam ya da hasta kim varsa, serbest bırakır.

İlk alıntım şöyle:

(Marşın) nakaratı ortalığı çınlatmaya başlayınca kalabalık daha da arttı. Öğrencilerdi bu gelen. İki sıra halinde uygun adım yürüyorlardı; elleri silahsız, yüzler öfkeden gergindi. Arada sırada… bağırıyorlardı. Öğrenciler (meydanı) iki kere dolandıktan sonra… (diğer meydana) doğru indiler. Meydan tıklım tıklımdı; sıkış sıkış olan kalabalık uzaktan dalgalanan siyah başaklardan bir tarlayı andırıyordu…”

Yazarı yıllar sonra şöyle diyecekti: “Benim kuşağımdaki insanların ahlâki tarihini - ya da daha doğrusu, duygularının tarihini - yazmak istiyorum. Bu; aşk hakkında, tutku hakkında bir kitap; fakat tutku, günümüzde olduğu gibi etkisiz olabilir.”

Romanda tutku aşk ve devrime, aşk ve devrim bir çok şeye kapı açıp durmuştu. Gustave Flaubert yukarıda anlattığı olayın tarihi ile “L’Education Sentimentale” yani “Duygusal Eğitim”in yazılması ve yayımlanması arasında bu kez başka bir şehri anlatıyordu: “Gelelim İstanbul’a. Buraya dün sabah vardım, bugün sana hiçbir şey anlatmayacağım, bir tek şunu bil: Fourier’in burası hakkında daha sonra yeryüzünün başkenti olacaktır düşüncesiyle çarpıldım. Gerçekten de insan soyu gibi devasa bir şey.”

“Fourier” fizikçi Jean Baptiste değil de düşünür ve “ütopik sosyalist” Charles ise, ki öyle olmalı; bir önceki alıntıdaki olayların; reform, değişim, cumhuriyet talepleriyle “Kral deviren, krallığı tamamen bitiren, Avrupa’da dalga dalga yayılan Şubat1848 Devrimi”nin ilham kaynaklarındandı. Yine ilham kaynaklarından olduğu iki kişi, Karl Marx ve Friedrich Engels ise, Şubat Devrimi’nden hemen önce “Avrupa’nın üstünde bir hayalet dolaşıyor” diyen “Komünist Manifesto”yu yazıp yayımlamıştı.

Flaubert, İstanbul’dan sonra, belki de kentten, bilhassa “Pera”dan da aldığı ilhamla “Madame Bovary”yi yazdı. “Duygusal Eğitim” daha sonra yazılsa da, dayanamayıp yazdıklarıyla 1848 Devrimi’nin tanıklığına da dönüşecekti. (Gribaudi ve Riot Sarcey, “1848, Unutulmuş Devrim, Ayrıntı Yay.) Ne ilginçtir ki, 1848 Devrim Dalgasının birçok “yenik” Polonya, Avusturya-Macaristan devrimcisi de İstanbul’a gelecek, kimi “Osmanlı Paşası” bile olacaktı. 1848 Devrimi’nin yolunu açan Fransız cumhuriyetçilerden, Devrim sonrasında bir süre Dışişleri bakanlığı yapan biri, Alphonse de Lamartine de bir dönem “İstanbullu” olacak, Padişah bile bu “devrimci”ye saygı duyacak; Taksim’e açılan bir cadde onun adıyla bugüne yadigâr kalacaktı. 

İstanbul’u daha sonra da “tam bir devrim kenti” diye niteleyen bir Fransız daha var: Gustave Flourens. Önce “Osmanlı düşmanı” iken, gelip aşık olduğu İstanbul’da “Türk dostu” olur. “Gelecek” adıyla bir gazete yayımlar. “Edebi ve Edepsiz Beyoğlu” kitabımdaki Prof. Taner Timur alıntısıyla “Gerçek kozmopolit bir devrim için en uygun yerin İstanbul olduğuna inanır. Çünkü duvarları arasında en çok milleti barındıran şehirdir.” 

1789 Devrimi’ne ihanet edildiği düşüncesinde olan “Fransa Akademisi” mensubu Flourence, iki sonraki devrimin, Paris Komünü’nün barikatlardaki önemli aktörüdür. “Belediye binası Hotel de Ville”i ele geçiren Komüncü birliğin başındadır. Londra’da defalarca Marx’ı ziyaret eder devrimden önce. Komün yenilirken “İstanbullu” Flourens da bir suikastta öldürülür. Fransa ona saygısını, yıllar sonra ünlü Pere Lachaise Mezarlığında “Komüncüler” anıtı dikilirken, ilk sıradaki isim yaparak gösterir. Hani Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya’nın da yattığı mezarlık. Fransa’dan ve dünyadan nice ismin toprak altında, düşünceleri, yazdıkları, yaptıkları, şarkıları, idealleri ve hayalleriyle “yoldaş” olduğu yer.

Bu alıntıları neden yaptım? Belki şu hissiyatla: Eskisi kadar asla kozmopolit olmasa da, Türkiye ama bilhassa İstanbul, belki de “birbirinden farkı duygular, idealler, öfkeler”in bazen birdenbire “kardeş” olabildiği bir “devrimci ruh” taşıyordur diye. “Belki” dedim; siz isterseniz tarihin içinde yolculuk yaparak bu hissiyatıma katılır veya katılmazsınız.

Flaubert’ten alıntının bir sebebi ise şu: 1848-2025… 177 sene! Dünya değişmiş, Türkiye çok değişmiş birçok açıdan, fakat sebep ve sonuç değişmemiş burada: 177 yıl önce Paris’teki sebeplerden biri “keyfi yönetim” ve “cumhuriyet talebi” iken, ateşleyicilerden biri de “izinsiz toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı”nın “Kral’ın, yani tek adamın hükümeti, bakanları, güvenlik güçleri” tarafından ihlali, gaspı ve bu “yasal hak ve özgürlük”ün devlet tarafından çiğnenmesiymiş işte!

177 yıl… Paris-İstanbul… O kadar değişim, değişiklik… Bu kadar inat, baskı, kuşatma, hak ve özgürlük gaspı… “Bu kadarcık hukuk, demokrasi ve cumhuriyet!”