AKP’nin Ensarioğlu’su, her şekilde Galip çıkan, Narin’i unuttu, “barış meselesi”ne attı kendini. Müjdeliyor ki, “Öcalan’a ev hapsi, Demirtaş’a tahliye, kayyımlara emeklilik!”
Müthiş bir “makro siyaset.” Oysa bir süre önce “mikro” işlerle uğraşmıyor muydu? Narin’in, minik kızı henüz kimin öldürdüğü ve niçin öldürdükleri belli olmadan mahkûm olan ve olmayan yakınlarını kollamak, suskunluğun meşruiyeti ve ailenin koyu inanç dünyası hakkında milleti ikna etmek için uğraşıyordu.
Fakat iki geçiş arasında şöyle bir bağlantı var: Narin çocuklar aileleri elinde rehin; Rojin gibi genç kızlar ise, babalarının çığlıklarına rağmen, bu cehennemin ölümüne rehinesi! Hadi “Öcalan ve kayyım” müjdesi hukuki değil “iradî” sayılsın; lakin anlıyoruz ki, Selahattin Demirtaş da adil bir yargının mahkûm ettiği kişi değil, bir kin ve nefret ve intikam rehinesi! “Seni başkan yaptırmayacağız” diye bütün Türkiye’den oy toplamış, demokratik bir kanalı pazarlıksız açabilmiş çünkü!
Bu “rehinelik” düzeni Narin’den Demirtaş’a uzanıyor da size hiç uğramıyor zannedebilirsiniz. Esasında hepimiz bir bakıma öyleyiz. Üstelik herkesin arkasında “Harp ve Sulh meselesi” de yok, silahlı birileri veya silahsız oy tabanı da.
“Barış” elbette bu ülkenin kanayan damarlarına ilaç olabilir, kuruyan damarlarına da canlılık. Fakat mesele “demokratikleşme” olsa, öyle sadece tek adamların ev hapsi ya da saray tutkusuna odaklanmaz, hakiki bir silkinmeyle tecelli eder. Bilmiyorum, var mı öyle bir hava?
Mesela Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater ve diğer “suçlular” ne düşünmeli? “Ayaklanma” örgütlemekle filan da suçlandılar ama ayaklanan bir kitleleri yok. Suçlandıkları “Gezi” bile çoktan “gazi.” Suçta “ağır” suçlanmışlar ama “pazarlıkta” çok hafif. Tahliye edilseler, AKP’ye mi oy verecekler? Tek adamlık Anayasa’ya mı sarılacaklar? Herhalde değil. Onların verebileceği sadece ömürlerinden çalınan onca yıldı, verdiler, veriyorlar. Alanlar da doyamadı henüz.
Tamam, savaşlar da bazen “özgürlük” için yapılır; ancak “barış” adı üstünde “özgürlük” olmalı. “Peace” sadece “barış” değil çünkü; aynı zamanda huzur. Huzur için de kendini huzur içinde huzurlu hissetmelisin, değil mi? Nasıl? Hayat şartların derin mutsuzluk sebebi olmamalı, evlatlarının geleceğinden endişe içinde bulunmamalısın, kendinin ve onların gelişebilmesi, insanca yaşayabilmesi için, özgür, hakkaniyetli, kayırmasız, ayrımcılıktan uzak, dayatmalardan azade, akla ve bilime düşkün, düşünceni ve eleştirini ifade ederken korkmayacağın, hak mücadelelerinin hakkın görüleceği bir demokrasi, hukuk devleti tesis edilmeli.
Varsa bu ihtimal, ben de oy vereyim! Yoksa zaten milyonlarca insan “ev hapsi”nde!
Biz, kuşak icabı belki de umut çocuklarıyız. Kendimiz yaşlansak bile umudumuz, bize bile inat, taze kalabiliyor. Hem de botokssuz, detokssuz, sadece kendi kendini tarihle, bilgiyle, muhakeme ve vicdanla, elbette insanlarla besleyerek. Ülkeni sevmenin bir yolu da ondan umudu kesmemek olmalı; bunca kesif kötülük içinde bile iyi insanlarından, iyilik örneklerinden, daha çok iyilik hayallerinden. Durumumuz bu. O yüzden, kötümserlikten ziyade, aslında çok haklı olan milyonlarca umudun, ortak umutların sürekli hırpalanması derdimiz. Kimsenin buna hakkı yok. İsterse oyları cebine koysun, çıkarıp çıkarıp tek tek saysın!
“Barış” derken fotoğrafta bir gülümseseniz bari. Makamların ötesinde, önce kendinizi korkulardan, nefretlerden, kinden, buyrukçuluktan veya altınızdakileri de kuyrukçuluktan uzak tutsanız. “Kadife eldiven içinde demir yumruk”muş! Hadi “terörle mücadele tehdidi” olarak söylediniz, tamam da, zaten önemli bir çoğunluğun kadife filan hissettiği yok. Kadife buysa zaten, alerji yapmış çoktan. Hep yumruk, hep yamuk düzen. Mecbur muyduk, gençlerin bilmediği ama bizim hatırlayıp o zamanlar kıyasıya eleştirdiğimiz o “merhum merkez sağ ve liderleri”ni bile rahmetle anmaya!” (Çiller merhum değil!)
“Barış” verin, isteriz. Ama “umut” da verin, içinizde bir yerde öyle bir arzu da kalmışsa. Vaat değil, zigzag değil, bir ileri iki geri değil, korku ya da tehdit değil; sadece “demokratik ve ekonomik umut.”
Kimse kimsenin rehinesi olmamalı. Başta yargı, başta halkın temsilcisi deyip diyemeyeceğimiz seçilmişler, başta AKP kadroları, başta üniversiteler, gazeteciler…
Sonra herkes. Ne Narin ne Rojin, ne kadınlar ve çocuklar, ne gençler ve yaşlılar; her etnisite ve inanç ya da inançsızlıktan, her toplumsal cinsiyetten insanlar. “Barış” evet; ama düşman bildiğiniz, kin ve nefret kustuğunuz herkesle de “barış.” Lütfen de diyeyim, o lütfeni de lütfen şuraya koyayım!
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. |