Devletin zirveleri insanları yargılayıp mahkûm etmekte de istediğini ve başta kendilerini affedip “affettirip” yine “yola, yolculuğa devam etmekte” de gerçekten usta.
Fikrinden, hayat tarzından, bazen etnisitesinden, “toplumsal cinsiyeti”nden ötürü herkes iki dudak arasında “mahkûm” edilebilir, aşağılanabilir, ama onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne derlerse desinler “kafadan bağışlanma” yolu nasılsa açıktır!
“İdamlık terörist başı” birden “kurucu lider” de olabilir… Cumhurbaşkanlığı seçimini “ana muhalefetin terör örgütü ile ilişkisi”ne dair montajlanmış, kurgulanmış hikâyeler üzerine kurabilirsiniz; yeniden seçilmenin yolunda ise o ilişkiyi kendiniz kurabilirsiniz. Hadi bunlar “barış için.” Tamam, değişsin, ülkenin ve halkın ihtiyacı var.
Lakin bu sefer de muhalefeti suçlamak, onların “destekçisi” olduğu yeni bir hikaye bulmak için “LGBT”ye sarılırsınız. Pardon, sarılmaz, tekmelersiniz. Üstelik “İ ve artı” kısmını unutarak! Elinizdeki “kilit örgüt” şimdi onlar olur ve “kutsal aile” adına onlara çakarsınız tekmeyi!
Oysa sadece bir gün bile dikkat kesilseniz, aynı günde beş kadın öldürülürken, bunların neredeyse hepsi “aile içinden” çıkmıştır. İyi, güzel, mutlu, uyumlu aileler çoktur elbette; ama esaret, tahakküm derken “cinayet”e ve yurt sathında katliama uzanan yol da yüzde 90’a yakın oradan çıkar.
Buna karşılık… “Oğul babayı öldürür, anneyle zina ederse bile, tevbe kapısı açıktır” diye fetva verenlerin ülkesidir burası. Onlar ne örgüttür, ne terörist, ne tehlikeli, ne “sapkın.” Öyle ya, cübbeli ya da cübbesiz, “ayet”e dayanırlar ve farkında ya da değil, Sofokles’in Oidipus’unun izinden gidip Freud’ın “fallik çocuk”u üzerinden onu bile “tevbe”ye tahvil ederler.
“Aile kutsal” diye tepinirken bir yandan, “aile içi cinayet ve zina”yı bile kapıdan geçince bağışlanacak bir “insan hâli” gibi görmek değil midir bu? “Tâ-Hâ 20 taksim 82” midir kaynak? Diyanet, “aktarma” yoluyla şöyle fetva verir: “Tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da doğruda sebat eden kimseyi bağışlarım.”
Şimdi arkanızda veya önünüzde “tevbe kapısı” olunca, “sebat” kısmını muğlak bırakarak, ayeti kendinize yontarak veya uyarlayarak “giriş çıkış serbest” diye telakki edebilirsiniz. Günahlarınızın farkında olsanız bile, ah bunca günahla olmamanız ne mümkün, “kul hakkı” gibi mesela, “yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevmek” lafta kalsa bile, “inanan”sınız ya, eh “yararlı işler” de yapıyorsunuz-yapacaksınız, “et tevbe”yi doldur heybeyi!
“İnanç”ı kendi başına yorumlamak, tartışmak değil meselem. “Milliyet ve ırk” gibi; onun “kullanılış” biçimi, siyasete ve tahakküme en elverişli araçlardan biri olarak elden ve dilden düşürülmemesi, sık sık “öteki”ni yok etmeye, kan göllerine koşabilmesi mesele. Milli mesele, evrensel mesele, tarihsel ve güncel mesele. Bütün faşizmler, soykırımlar, kırımlar, kıyımlar, pogromlar, faşizm özentilikleri, kıyıcı popülizmler, ırkçı-etnik-dini-mezhepçi katliamlar onlara sarılır çünkü. Hangi “inançtan” olurlarsa olsunlar, kötülük kapısından hızla geçerler, tövbe bir yana, “haklılık ve meşruluk” kapısını zaten açık tutarlar.
“Tevbe kapısı” kağıt veya ayet üstünde herkese açıktır ya; kapının önünde yığıldıkları için, sizin geçmeniz de zaten mümkün değildir!
Öyle oluyor. Bir zamanlar “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart” diye buyuranlar, şimdi eldeki tek ele gelir “toplumsal düşman” olarak “toplumsal cinsiyet”in o kanadına veryansın ediyorlar; sokak hayvanlarına yaptıkları gibi onları “öfke”nin önüne atıyorlar. Trump faşizimsiliği, Putin despotluğu, Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da nice “faşizm özentisi” de öyle sanki!
Hayırlı bir iş için “terörist başı” silahı (şimdilik) bir kenara konunca, “barış” elbette iyidir ama, “düşmansız” da olmaz ki! Senede bir kez yürümeye teşebbüs eden, kendi hayatını kendi tercihleri yahut kendi olarak yaşamak isteyen kimi vatandaşınıza çullanırsınız. Zaten tabudur, kitlelerin kolayca kavrayabileceği bir yemdir, tarihsel-kültürel olarak kullanışlı bir demdir!
“Barış” aynı zamanda hukuk devleti ve demokrasi olmalı. Toplumunuzun, vatandaşlarınızın bir kesimiyle, ayıklaya ayıklaya düşmanlar ve hedefler seçerek savaşıyorsanız; “barış” sizin yüreğinizdeki bir tutku değil, hedefleriniz için bir araç ve matkap olur zaten. Bir çiviyi söker, başkalarını çivilemekte kullanırsanız, onun adı “toplumsal barış” olur mu efendim!
İlk kelimesini atsak bile, hani “Herkesin kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart”tı? Değil miydi? Tevbe tevbe!
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. |