Cumhurbaşkanı’nın çok iyi bildiği bir şey var. “Ekonomi” diyeceksiniz hemen ama ondan da önce: İtaat-biat mekanizmasını çok iyi biliyor. Bunu belki, her türlü hiyerarşi ve otorite sisteminin “itaat-biat” bekleyen alt ve orta katlarında; çocukluğunda ailede, mahallede, okulda, din eğitiminde; gençliğinde, belki siyasete atıldığında “Erbakan Hoca”nın peşinde öğrenmiştir. Bilmiyorum. Ama “okuyarak” öğreneceği bir şey değil. Eğer öyleyse çok merak ederim “okuduğu” kitapları. Kafadan saysam, olmaz!
O yüzden “devşirme”yi de iyi biliyor. Nihayetinde yeniçeri ve Harem geleneği de böyle bir şeydi. Bunu tabii başka örneklerde çok yaşadık ama bir medya patronunda da görmüştüm. Ayrı medya gruplarının yöneticileriyken kendisine, hatta ailesine, yayın organlarına en çok saldıranları daha sonra sağ ve sol, pardon iki sağ kolu yapmıştı. “Otorite” olmak biraz da böyle sanırım. Alırsın yanına, verirsin tayını, unutur ve unutturursun koydukları mayını.
Misal, Numan Kurtulmuş. “Erbakan Hoca”ya sadakati ve Erdoğan ile partisini, daha ilk adımlarında bile, yolsuzluklara varıncaya kadar aşırı sert eleştirmesi çok sürmedi. Ya da Süleyman Soylu. Küçülmüş bir partinin lideriyken söylediklerini o yutsa da arşiv yutturmuyor. Ya da şu anda epey güçlü görünen “Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı” Mehmet Uçum. Sıkı bir muhalif ve insan hakları savunucusuyken, orada işte! Umarım hayra vesiledir!
Bazı insanların “dışarıdan olmuyor, içeriden bir şey yapayım” diye bir düşüncesi de olabilir. Mümkün tabii. Ama “içeriden veya içeride ne yaptınız, ne yapıyor ya da yapabiliyorsunuz” sorusu da omuzlarında asılı kalır. Vicdanlarında kalır mı, bilmiyorum tabii.
Tek adaylı AKP kongresinde, tek adamlı sistemin “Başkan”ı yeni simaları partiye kattı. Hem de kimini önemli pozisyonlara getirerek. Partinin “kurucu babaları” ile tasfiye edilenler de ibretle izliyor olmalı. Yine de “İbret” Namık Kemal ve Ahmed Mithad Efendi’nin Beyoğlu’nda çıkardığı bir gazetenin ismi olarak kalsın tarihte; çünkü nefret, şiddet, şirret, cüret, musibet dünyasında ne ibret olur ne muhazara. “Otorite” muhasara altına alır, muhalif bildiğin birilerini de.
İyi Parti böyle bir “iyilik” timsaliymiş Meral Hanım’ın soyadının ilk hecesi zaten göz kırpıyormuş. Bu partide sorumluluk üstlenmiş birçok kişi, şimdi Ak-şener’le, pardon Ak Parti’de! Öyle yıllar da geçmedi. 2023-2025. İki yılda, o amansız “milliyetçi” muhalifler, “zilliyet”i teslim ettiler. Tapuları artık o çok kızdıkları, veryansın ettikleri kişinin elinde. Hayırlı olsun. İmar da alırlar, kat da çıkarlar.
MHP’den İyi Parti’ye, oradan MHP’nin yanına, AKP’ye… Yolculuk muhteşem. Yerinde duramayan bir “hizmet aşkı” olmalı.
Fakat en şaşırtıcı isimlerden biri Profesör Serap Yazıcı Özbudun. “Özbudun” diye arama yapsanız, bilmem hala saygın Anayasa hukukçusu, rahmetli Ergun Özbudun’un adı çıkar mı? “Hoca” da AKP iktidarının “iyi niyeti”ne inandığı dönemde, asla partili olmadan, devlet saygısıyla belki, bir Anayasa taslağı için çalışmıştı. Ancak Serap Hanım’ınki farklı. O da “yeni Anayasa” için orada, ama artık “dışarıdan” bağımsız değil, “otorite”nin emrinde. Oysa o CHP’ydi; “Gelecek” oldu, AK’e geldi sonunda! Olmuyor demek. Cumhurbaşkanı’nın başarısı. İnceldiği yerden kopartıyor. “Hiç olmazsa. Böyle biri” diyeceğimiz var ama “ya hiç olmazsa.”
“Popülizm”le atıp tutmanın ve oy ile iktidar kapmanın bir sonu var. Bu AKP’de uzun sürdü, Trump, Putin gibi şahikaları, Avrupa’da Macaristan, Polonya, Romanya gibi ülkelerle başlayıp Almanya’yı bile “rehin” alan dalga elbette bunun aksini söylüyor ama tarih tam öyle değil. “İyi Parti” de öyle bir dalgaydı, suyu çekildi. Milletin bir kısmı, geçmiş Çiller örneğinde olduğu gibi, “becerikli bir kadına” güvendi. Çiller’den farkı, Çiller zaten iktidarın, koalisyonun parçasıydı. Yine “iktidar parçası” o başka. Akşener ise, Çiller’in yanından, Susurluk karanlıklarından çıkıp sonradan “bir umut” olmuştu epeyce seçmen için. Konuşuyordu, “iyi” konuşuyordu, sıkı muhalefet yapıyordu. Sonra, “tısss, fısss.”
Bu ülkenin “inanma” problemi var. Ülke demeyeyim de, milletin. Unutma ile besleniyor, inanma ile şaha kalkıyor. Sonra attan düşüyor umutlar. Çünkü bindiğiniz dallar, dal işte!
Geriye elbette şu kalıyor, bu tür “devşirilenler”in bakiyesi eski mangalları ve bırakmadıkları küller olsa da. Sizin “samimi” muhalifliğinize, “Serap Hoca” gibi başkanlık sistemine, tek adam düzenine veryansın etmelerinize inanan partililer, seçmenler ya da öğrenciler mesela, n’olacak? Ne hissederler, ne düşünürler? Hangisi doğru, hangisi yalandı? Şimdi “doğrunuz” ne olacak ki! Sanırım, İmamoğlu, Yavaş, misal Kılıçdaroğlu biat etse, hiç düşünmez, onları da alır. Satıcı varsa, neden almasın!
Hayatta hepimizin “yol değiştirmeleri” ya da “değişmesi” elbette mümkün. Ancak siyaset, halka hitap gibi işler, bireysel hayat ve yanlışlar ötesinde ciddi sorumluluk. Çünkü size inananlar, umut bağlayanlar, hayatını ve geleceğini bağlayanlar “kitleler.” O yüzden, elbette değişim o sahada da mümkün ama, “Kara dediğine Ak demek” muhteşem bir transformasyon. “Terminatör transformatör”ün çok iyi bildiği insan türü bu olmalı.
İşte o “omurga” olmayınca da, parti lideri Cumhurbaşkanı o iyi bildiği şeyi yapıyor: Ya teslim olan elinden, ya içine kaçan dilinden, ya omurgasız belinden, ya egosundan ya totosundan tutuyor; ya yakasına yapışıyor, ya omuzuna dokunuyor, ya kulağından… Tutup alıveriyor “Firavun piramidi” içine. Haksız mı? Mal ve malzeme varsa ortada, neden atmasın torbaya, neden katmasın çorbaya!
Bu şahsiyetlere daha önce inanmış, hatta adanmış olanlara ise, düşten düşünceye düşerek şu düşüyor: Bu çorbada sizin de tuzunuz olabilir mi acaba!
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. |