Tabii bir dolu başka şey sayarsınız da…
"İnsanın sırrı"nı saklayan kutulardan birinin üzerinde "varlığının manası" yazıyorsa…
İkinci kutuya bakıverin hemen, ne yazıyor:
Varlığının kabulü ve ona saygı.
Sonra bana politika anlatın, tarih anlatın, milliyet, aidiyet, din, mezhep… ne isterseniz anlatın.
Saygıyla dinlerim.
Ben de size anlatırım.
Ama "insanın sırrı" bu iki kutudadır.
Huzur da onlarda, kavga da orada…
Mücadele de yenilgi de tam ondadır.
Söylemeye gerek var mı, aşk da oralara atar kendini, aşk da oralardan atar kendini.
Yalnızlığın da oraya sıkışmıştır, topluca inanışın, adanmışlığın, fedakârlığın, öfken, nefretin, dayanışman, bazen bir ötekinin yalnızlığına, azlığına çok ve çoğul çullanmaların da.
Bazen, insan yerine konmamanın kiri, pası, tozu sarıp boğar kutuları; bazen böbürlenmenin, şöhretin, kibrin, insanüstü sanmanın küstahlığı başkalarını ezerken, kendi kutusunu bile kırıp döker, küçük düşürür.
Çizgi: Selçuk Demirel
Sorun şu ki…
İnsan fazla düşünmezse kestirmeden gider.
"Varlığının anlamı"nı sadece inançların kadim anlatısında bulur; genellikle de (ibadet, biat, itaat başka şey) aklı ve kalbiyle tefekküre veda eder.
"Varlığına saygı"yı toplu aidiyetlerde, kutsal simgelerde arar.
Yanlıştır doğrudur, ayıptır münasiptir demiyorum; öyle düşünüyorum.
Düşünüyorsam, elbet yanılıyor da olabilirim; sizin gibi.
Sorun şu ki…
Kestirmeden gidişin gündelik, fiili; hatta sistemli sebepleri vardır.
Aile, eğitim, iş çarkı; geçim, ekonomi çarkı; devlet çarkı, görev, yükümlülük çarkı; bazen ihtiras, bazen çaresizlik çarkı; hiyerarşi, emir, buyruk, itaat çarkları… bir sürü dişli, mengene, bant, makas, bıçak bedeni ve ruhu sıkıştırır, tıkıştırır, büzer, süzer, üzer… başka kafiyeli kelimelere burada gerek olmasa dahi!
Sıkışan, tıkışan; "kendi" manasızlığına, "kendi" varoluşuna saygısızlığa maruz kalan ise büyük manalara, kalabalık saygı taleplerine atıverir kendini.
Kimlik, elbet tamamen değilse bile, biraz da budur.
Kişiliğin maruz kaldığı şiddete karşı;
Sadece, ortak kimliğin maruz kaldığı şiddete; yahut ortak kimliğin bir başkasını maruz bıraktığı şiddete sarılmak biraz budur.
Ortak kimliğin verdiği huzurlu aidiyet ve sığınma duygusu; geçici hayata sunduğu daimi mana tezahürü ve yalnızlığı bastıran toplu tezahürü ve hep birlikte tezahürat gibi.
Kişiliğimiz paramparça edilirken…
Bazen zorla elbette; bazen de katlandığımız, kabullendiğimiz için; itirazı, isyanı, "kendi" manamızı ve "öz" saygımızı yitirdiğimiz için, lime lime olurken…
Hırpalansa da mağrur, ezdiğinde ise kibir kibir bir kimlik her şeyimiz olur!
Bakın, yanlış doğru, ayıptır münasiptir demiyorum…
Öyledir diye düşünüyorum.
Düşündüğüm için yanlış da düşünüyor olabilirim; pek düşünmeden hep doğru düşünen başkaları gibi!
İnsanın dünyayı sarsıp duran, değiştiren macerasının bir sebebi de aslında o iki kutudur:
Mana aramak ve saygı görmek.
Lakin çoğu zaman baş aşağı da durabilir:
"Kendi" mananı, "kendi"ne saygıyı talep edemeden; itirazı ve isyanı zihninde, vicdanında özgür, bağımsız kılmadan…
Bir büyük mananın, bir büyük kabul görme iddiasının unufak noktası olmak…
Yaralanmış mananı ve paramparça öz saygını onaramadan; bir buyruk ya da kuyruk çarkında kendini bulduğunu, kendin olduğunu sanmak.
Yanılıyor da olabilirim elbet. Hiç yanılmayana inat!
Bu sütunu ister sık ister ilk okuyana, eski bir yaş yeni ve aslında daha eski sayılacak bir yaşa yerini bırakmak üzereyken, bir hafta sonu notu düşmek istedim:
Bir yığın dünyevi, sert, gündelik yazı ardındaki zihin ve duygu kodlarım biraz böyle diye.
Sadece kendi mana ve saygı kutularım açısından değil; manası elinden alınmış, saygı ihtiyacı ezilmiş herkese dair bir şeyler yazarken de!
Biat ve itaate karşı, özgür vicdanın ve özgürlük peşindeki her eylemin itirazından yana.
Not: Bu yazı neden 13 yılı da aşkın bir zaman tünelinden çıkıp geldi, ben de bilmiyorum.
Umur Talu kimdir?Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu. |