Orada bir şeyler oluyordu...
Taş yapıların neredeyse tümü ya satılık ya restore ediliyordu. Unutulmuş, gözden ırak o küçücük köye sanki bir el dokunmuş, sanki yeniden ayağa kalkmak için çırpınıp duruyordu. Yeniçeriler zamanındaki hareketlilik yıllar sonra çok daha anlamlı bir "telaşa" dönüşüyor gibiydi.
Bazı hayatlara koştururken, güzelim hayatların üzerinden atlayıp geçiyoruz. Soluklanmak için bile olsa duramadığımız için göremiyoruz...
Adı da kendi gibi Küçükköy, Ayvalık'ın neredeyse burnunun dibinde. Sarmısaklı, Cunda telaşına yenik düşmüş yıllarca.
Hava sıcak mı sıcak. Köy halkı kalın taş duvarların arkasına çekilmiş. Sokaklar neredeyse bom boş. Köyün açılan ilk kafesinden çay kokuları sokağa taşıyor. "Cafe Zet"in fotoğraflarını çekip, şirin masalarından birine ilişiyoruz.
Boşnak demişken biraz gerilere gidelim.
Yıl 1462...
Midilli Adasında abisini öldürüp yönetime geçen Prens Gateluzya, Osmanlılar'a vergi ödemekten "kaytarmaya" başlıyor. Vergi ödemesi için yapılan uyarılar işe yaramayınca Fatih Sultan Mehmet`in komutanlarından Mahmut Paşa 200 gemilik donanmasıyla Midilliye gidiyor ve kısa zamanda adayı teslim alıyor. Midilli adasında kaleye 200 yeniçeri ve 300 muhafız yerleştiriliyor.
Küçükköy'ün öyküsü de tam burada başlıyor.
Azamatli yürüyüşleriyle Yeniçerilerin volta attığı sokaklarda bugünlerde sımsıcak bir hava esiyor. Burası artık savaşçıların değil, sanatçıların mekânı...
Bakımsız güzelim taş binalar hızla restore edilerek sanata ev sahipliği yapıyor. Onu aşkın galeri, dört müze ve altı tasarım atölyesiyle küçücük köy bir sanat merkezine dönüşüyor.
İnsan bazen iki arada bir derede kalıyor. Keşfedilmek güzel de biz önce keşfedip sonra mahvedip çöpümüzü bırakıp terk edenlerdeniz. Küçücük beldelere akın başlatıp sıkış tepiş hayatlar kurarız. Yöre halkı büyük paraların cazibesine kapılıp yerlerini satar ve gerilere çekilir. O belde artık başkalarının olmuştur. O şirinliklere kentlerin alışkanlıkları, doymazlıkları, vurdum duymazlıkları çöreklenir.
Bakımsız taş evlerini satışa çıkaranların şu an oturmakta oldukları evler var. Onlar betonarme, "gıcır gıcır"
Küçükköylüler yörelerini terk edeceğe benzemiyor. Amaçları, sanatın tüm alanlarının boy göstereceği köylerini dünyada anılır kültür ve tarihin harmanlandığı bir "cennete" dönüştürmek.
Çayın yanına Pita olmalı. Boşnakların çoğunlukta yaşadığı yerde doğal olarak isimler de onlardan. Pita bir boşnak böreği. Boşnak şekerparesi Dudovi. Yoğurtlu börek Ribitza.
Küçükköy'ün taş binaları büyüleyici, ama yeşili az. Bazı sokaklarda yalnızca taş, sıkıntılı bir atmosfer yaratıyor. Tüm boşluklar "yeşil"le doldurulmalı. Restorasyonlar sürerken sokaklar da düşünülmeli.
Onca acının, yalanın, dolanın, bağırtının, çağırtının, ipe sapa gelmez nutukların arasından bir çiçek gibi fışkırmış Küçükköy. Bir anlığına da olsa başka dünyalara uçuruyor, güzel hayaller kurduruyor.
O dar sokaklarda gezinirken, taş binalara dokunurken, galerilerin penceresinden bakarken hep aynı soru dolandı içimde.
Bu topraklar da bir gün sanat köyüne dönüşür mü?