Belki çok öznel olacak, ama söylemeden edemeyeceğim….
Şu yaşıma geldim, bu kadar yalanı, riyayı, yalakalığı, tapınmayı bir arada görmedim.
Yok, yok yalnızca siyasilerden söz etmiyorum. Genel bir iklim oluştu.
Bir gün önceki açık ve net tümceler bakıyorsunuz "çevir kazı yanmasın" oluvermiş.
Ağızdan çıkan özenli güzelim kelimeler, bir gün sonra çöplüğe atılıvermiş.
Herkes, "analar ağlamasın" diye bağırıyor, ama "ötekinin anası" kimselerin umurunda değil.
Herkes kendi tutuklusuna, hükümlüsüne ağıt yakarken diğerlerine küfürler yağdırıyor.
Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP)’nin saptamasına göre, 2 Eylül 2016 tarihi itibariyle çeşitli gazetelerden, ajanslardan, televizyonlardan tutuklu 82 gazeteci bulunuyor.
Bunların tümünün mü "kaçma ihtimali" var?
Medyada yer alan haberlere göre Ahmet ve Mehmet Altan'ı uzun bayram tatili öncesi gözaltına aldıran savcı tatile gitmiş. Bayram sonrası gözaltına alınsalar çok mu geç olurdu?
İnanasım gelmiyor. Doğruysa gel de yargıya güven, gel de yargıdan korkma.
İlgililerin küçükmüş gibi görünen bu ve benzer olaylara acilen el koyması gerekiyor.
Şu an mecliste bizi temsil eden bazılarının Fethullah Gülen'e meclis kürsüsünden düzdükleri methiyeler internette dolaşırken "sıradan" insanların başına gelen hüzünlü, acılı olaylar giderek artıyor.
"İntikam havası" izlenimi dalga dalga yayılıyor.
FETÖ'yü bitirmeye çalışırken yaratılacak mağdurlar topluluğu önümüze büyük sorunlar olarak gelecek.
FETÖ ihbarları, suçlamaları ağızlarda sakız oldu. Ölümlere varan olaylar yaşanıyor.
İzmir’in Aliağa ilçesi Devlet Hastanesi'nde görevli polis memuru E.K., kendisini ‘FETÖ’ üyesi olmakla suçladığı öne sürülen aynı hastanede görev yapan güvenlik görevlisi olan ve aynı zamanda Şakran AKP Gençlik Kolları Başkanı Yalçın Çakar'ı tabancayla vurup öldürüyor.
Gidişatın vahametine bundan daha iyi örnek olabilir mi?
Biraz duralım. Elimiz vicdanımızda olsun. En doğrusunu söyleyecektir.
Ağzımızdan insan hakları çıktığında içimiz "herkes için" diyecek. Adalet dediğimizde beynimiz "herkes için" diye çınlayacak.
Aslı Erdoğan'ın başına gelenlerin peşine düşerken, Şahin Alpay'ın da durumunu merak edeceğiz.
Altan kardeşlerin gözaltına alınmasına tepki gösterirken Ali Bulaç'ı da unutmayacağız.
İnsan olmanın erdemi budur ve başka yolu da yoktur.
Son zamanlarda içimde dolaşan Kafka'nın bir tümcesi var:
"Olmamasına razıyım. Yeter ki oluyormuş gibi olmasın."
Ne yazık ki bizde her şey oluyormuş gibi, "Mış" gibi…
Varmış gibi görünenler, bakıyorsunuz "mış" olmuş, buhar olmuş.
Ağızlardan çıkan lafları dinlerken yüzlerde hangi maskelerin takılı olduğunu gözetler olduk.
Güzelim sıfatlarla başlayan tümcelerin, bakıyorsunuz hayatta karşılığı yok.
Dostum, kardeşim, canım, ciğerim, sevgilim, yarim diye başlayan tümceler kurup yaşamda gerçekliğini göstermek için gerekeni yapmaktan acizsek, hiç olmazsa bu güzelim kelimelere bulaşmamak gerekiyor.
Oluyormuş gibi olacağına olmaması daha dürüst değil mi?
Ağızdan çıkanların, yazıya dökülenlerin hayatta karşılığını göremediğinizde sizi de hafakanlar basmıyor mu?
Sürekli yüzleri inceleyip, o sözlerin hangi maskenin ardından çıktığına dikkat kesilmek ne kadar yorucu, ne kadar üzücü ve ne kadar bıktırıcı.
Giderek yüzleri aşındıran, tanınmaz hale getiren maskeler...
Ama hayatlar -nasıl hayatsa- böyle yaşanır oldu.
Beni çok mu kötümser buldunuz?
Çok mu canınızı sıktım?
O zaman Leonard Cohen'i yardıma çağırayım. Cohen'in "Görkemli Kaybedenler"inden aparttığım sözlerini de bakalım kötümser bulacak mısınız?
"Bu bir maskeler dünyasıydı ve her maske mükemmeldi, çünkü her maske gerçek bir yüz ve her yüz gerçek bir maskeydi..."