Ümit Otan

29 Ocak 2016

Mardin taşın şiiridir...

Uzaklardan tank, top, silah sesleri gelecek; artık Mardin'de değil, nefretin, şiddetin, ölümlerin kol gezdiği başka bir yerdesiniz...

Bir büyü ki sormayın. Safran sarısı taş duvarlar dile gelecekmiş gibi. Doğru söylemişler, taşın şiiri bu şehir. Evlerin altından daracık sokaklara dalıyorsunuz, zamanda kayboluyor, çağ değiştiriyorsunuz…

Dile kolay tam yedi bin yıl olmuş...

Arami, Süryani, Sümer, Akad, Babil, Asur, Pers, Bizans, Arap, Selçuklu, Artuklu ve Osmanlı konuk olmuş bu topraklara. Şimdilerde Müslüman, Süryani, Yezidi ve Yahudilerin kardeşçe birlikte aynı havayı kokladıkları bir şehir burası…

Mardin…

Geçenlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu'nu Mardin'le ilgili kötümser şeyler söylerken dinlemiştim. Davutoğlu, Mardin Belediyesi'ne bütçeden gönderilen kaynakların nereye harcandığını, paranın yatırımlara gitmediğini ve bunun hesabının sorulacağını söylüyordu.

Davutoğlu'nu dinlerken ben de Mardin'de gezindiğim yerlerde bir kez daha turluyordum. Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk, Başbakanı hemen yanıtlarken, küçücük bir kentin büyükşehir yapılmasıyla ortaya çıkan sıkıntıları aktarıp, buna karşın tüm alt yapının tamamlandığını, yatırımların da aksamadan sürdüğünü belirtiyor, ama benim aklıma başka şeyler geliyordu…

Tarih kokan, kardeşlik kokan, dünyada örneği olmayan kente paranın lafı mı olurdu, ne kadar çok kaynak aktarılsa hakkıdır gibisinden tümceler dolanıyordu içimde...

Sahi, siz Mardin'i gördünüz mü?

Mutlaka görmelisiniz…

Küçük ucuz bir butik otele yerleşmelisiniz. Kendinizi evinizdeymiş gibi hissedeceğiniz kalın duvarlı, avlulu "eski şehir"in tam göbeğinde bir yer olmalı.

Dar sokaklarda gezinirken, "burun buruna" geleceğiniz katırlar sizi ürkütmesin. Onlar Mardin'in kadrolu çöpçüleri. Evlerin altından geçen daracık abbara denilen yollara başka bir aracın girmesi mümkün değil. Zaten tüm taşımacılık da katırlar ve eşeklerle yapılıyor Mardin'in tarihten bugüne kalan eski sokaklarında. 

Cumhuriyet caddesinin en yukarılarından başlayıp aşağıya doğru yürümelisiniz. Sağlı sollu iş hanlarına, pasajlara mutlaka girmelisiniz. Arasa İş Hanı'nda baharat kokuları arasında dolanmalı,  Kayseriye Pasajı'ndan yöreye özgü yabani Antep fıstığından yapılma Bıttım sabunlarından almalısınız, denemelisiniz. Alışık olduğunuz sabunlardan ne kadar farklı olduğunu görmelisiniz.

Gümüş tellerin neredeyse sanat yapıtı kolyelere, yüzüklere dönüştüğü telkari atölyelerine  uğramalı son Süryani ustalarıyla tanışmalı, sohbet etmeli, küçük de olsa bir hatıra telkari almalısınız. Süryani şarapları da müthiş. Cumhuriyet caddesinde şarapların satıldığı iki dükkana da uğramalı biraz da pazarlık yapmalısınız.

 Ulu Cami'den, Hatuniye Camisi'ne, Artuklu Kervansarayı'ndan 569 yılında inşa edilen Kırklar Kilisesi'ne yönelmeli, kilisenin mihrabındaki, camilerin minarelerindeki incelikli taş işçiliğine hayran olmalısınız. Cumhuriyet Meydanı'nda Atatürk Heykeli'nin hemen yanındaki Mardin Müzesi'ni gezmeyi unutmamalı, biraz ilerisindeki Meryem Ana Kilisesi'ndeki ahşap işlemelere şaşırıp kalmalısınız.

Hele Deyrulzafaran Süryani Manastırı, anlatılacak gibi değil. Manastır günümüze beşinci yüzyıldan kalmış. Çok iyi korunarak bugünlere gelmiş. Rehber eşliğinde geziyorsunuz. Süryaniler’in Hristiyanlığı kabul etmeden önce güneşe tapındıkları yer ve piskoposların dikey olarak gömüldükleri alanlar da çok ilginizi çekecek.

Zamanınız varsa ki bu zamanı yaratsanız iyi olur, Dara Antik Kenti'ne de uğramalısınız. Mardin'e 30 km uzaklıktaki tarihi kent Mezopotamya'nın Efes'i olarak biliniyor. Tarihi ipek yolu üzerinde bulunan antik kent içinde yerleşik olarak bir köy var. Antik kentin henüz üçte biri günışığına çıkarılabilmiş. M.Ö. 530-570 yılları arasında kurulduğu sanılıyor. Dünya'nın ilk su barajının Dara'da olduğu tahmin ediliyor.

Bir de Mardin yemekleri…

En meşhuru kaburga dolması. Alucia dedikleri erikli kuzu yahnisi, yoğurt, havuç pirinçle yapılan bacanak çorbası, yumurtalı kişnişli mercimek köftesi, sembusek dedikleri lahmacunun kapalı şeklinde benzeri ve tatlı olarak da cevizli hurma tatlısı Mardin mutfağının ilk akla gelenleri. Kuzu yahnisi ya da kaburga dolmasını mutlaka tatmalısınız.

Kartal yuvası denilen kalenin eteklerinde yüzlerce yıldır huzuru yaşayan bu büyülü kentin tümünü anlatmak mümkün değil. Yaşamak gerekiyor.

Uçsuz bucaksız Mezopotamya ovasını gören bir çayhaneye oturun. Hemen alt tarafınızda İpek yolu..

Tam da bugünlerde Ahmet Türk hakkında, "silahlı terör örgütüne üye olmak", "silahlı terör örgütü propagandası yapmak" ve "2911 sayılı yasaya muhalefet" suçlarından, 7 yıl 6 aydan 18 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmasının manidarlığını düşünün..

Uzaklardan tank, top, silah sesleri gelecek.

Büyü bozulacak, hüzün başlayacak…

Artık Mardin'de değil, huzurun kalmadığı, nefretin, şiddetin, ölümlerin kol gezdiği başka bir yerdesiniz...