Ümit Otan

13 Şubat 2016

"Bu ne biçim bir ülke, bu ne mene bir dönem…"

Oradaki yaşamlara ne oldu ki yeniden dönülüyor?

Gecelerin sessizliğine mi sığınır olduk, bilmiyorum. Gündüz yaşanılan "bombardıman" sizi de yorgun düşürüyor mu?

Uzun yıllardır buralarda yaşayan İtalyan dostum, "Ben bu ülkede hiç bu kadar karanlık görmemiştim" diyor. "Ben de 65 yıldır görmedim" diye yanıtlıyorum. Tam o anda ekrana bir paylaşım düşüyor:

"Delirmemek için kitaba kaçın, şiire kaçın, resme kaçın, gelemeyecekleri tek yer oralar." 

Nereye kaçarsak kaçalım olmuyor. 

Televizyon ekranının karşısından ağız dolusu küfürle kalkıyorum. Bilgisayarın başında çıldırır gibi oluyorum. Çocuklar, "gene ne oldu?" diye soruyorlar. "Hiç" diyorum, ortalarda dolanıyorum…

Amedsporlu ve Fenerbahçeli futbolcular önlerine "minikleri" almışlar, bir de pankart açmışlar:

"Çocuklar ölmesin, maça gelsin…"

Ne şirin değil mi?

Yok. 'Çöplük medyası'na göre değil. Yazıların üzeri kapatılmış, bir de büyükçe puntolarla, "Amedspor'a ayrımcılık cezası yolda…"

Olayın vardığı boyuta bakıyorsunuz, tüyleriniz diken diken oluyor. 

AKP'nin eski 'ağır topları', 'ağabeyleri', gidişatın iyi olmadığından yakınıyor, ekonomide, dış politikada yapılan yanlışları dile getiriyorlar. "1 kasım'da bir kesim bize kahrede kahrede oy verdi. Gemi su alıyorsa lüks kamarada da batarsınız" diye 'aman dikkat' diyorlar.

Vay, sen misin diyen. Hep bir ağızdan, sanki düğmeye basılmış gibi topluca saldırıya geçiyor 'küçükler korosu.' Şu söylediklerine bakar mısınız:

"Cübbeli Bülo", "FETÖ hamisi", '"Manisalı Lawrance", "siyasi cenaze", "Gezicilerin kalkanı." 

Dahası var da dilimiz varmıyor.

Hızlarını öyle alamıyorlar ki, "paralelci" olarak yargılanmaları gerektiğini isteyenler bile oluyor.

Hani ağabeyinizdi onlar. Paçalarından düşmüyordunuz. Bu söylediklerinizin, yazdıklarınızın yalnızca bir tanesini söylesek bizi "idama" götürecek yıllarınıza ne oldu?

Altı gazetenin ilk sayfaları yan yana duruyor. Sanki fotokopi makinesinden çıkmışlar. Manşetler, evlere şenlik:  "Hayata dönüş", "Yaşama dönüş."

Oradaki yaşamlara ne oldu ki yeniden dönülüyor?

Orasını karıştırma…

Yıkıntıların arasında o küçücük çocuğun ne işi var?

Eeeeee şöyle 'yumuşak' bir foto lazımdı…

Arıyorsunuz, tarıyorsunuz, "oralarda neler olmuş"u bulamıyorsunuz.

Hemen altta bir video var. "Oralarda" neler olduğunu Cizreli bir yurttaş, CHP heyetindekilere anlatıyor ağlayarak:

 "Bodrumlarda yaktılar bizi..."

İnsanın içi kavruluyor, daha fazla izleyemiyorsunuz.

Tamam, yalakalığın getirisinin yüksek olduğu zamanlar yaşıyoruz.

Tamam da, gece yastığa başınızı koyduğunuzda yaptığınız rezillikler, vicdansızlıklar tırmalamıyor mu sizi?

Yoksa, "Türkiye'de her şey olabilirsiniz, ama rezil olamazsınız" diyen Murathan Mungan haklı mı?

Gecenin sessizliğine ve müziğe sığındım. Kulağımda Ruhi Su'nun o 'babacan' sesi. "Sabahın bir sahibi var…"

Kendi kendime soruyorum. "Gerçekten sabahın bir sahibi var mı?"

Giderek düşlerimizi mi yitiriyoruz? Özgür Bacaksız'ın "Mutsuz Çocuklar Ülkesi"ne mi döndük:

"Düşlerini yitirenler, aklını da yitirdi. Çocukluğunu kaybedenler, büyüklüğünü de kaybetti... Kuşlar dünyaya inanmaktan vazgeçti."

İçimde yığınla küfür. Söyleyemiyorum, yazamıyorum.

"…Kimi zaman dilimin kimi zaman kafamın yetersizliği yüzünden gereğince söyleyemediğim şeyleri başkalarına söyletirim" demiş ya Montaigne. Ben de öyle yaptım. İçimden ne geçiyorsa, Ferit Edgü'ye söylettim:

"Bu ne biçim bir ülke, bu ne mene bir dönem, insanların ağzı 'leş' kokuyor."

Tabii Edgü, 'leş' yerine başka bir şey söylüyor. Nasılsa o kelimeyi hepiniz biliyorsunuz...