Ümit Otan

06 Kasım 2016

Bazen içiniz taş olur...

"Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin..."

Nereden başlasam…

Nasıl anlatsam…

Ne yaparsak yapalım geçmiş peşimizden geliyor, rahat bırakmıyor…

Yıl 1984…

Nokta dergisinde çalışıyordum. Cumhuriyet'e bir arkadaşımı görmeye gitmiştim. Hikmet Çetinkaya beni odasına çağırdı. Sorular sordu, yanıtladım. "Yarın gel burada başla" dedi.

O başlayış…

Anlaşamadığımız çok konu oldu. Çok kızardım, ama bir insani damar da görürdüm onda. İyi gazeteciydi. Haberi koklardı. Yönlendirirdi. Yıllarca birlikte çalıştık.

Aradan çok uzun zaman geçmiş…

İki polisin arasında gördüm. İçim ezildi…

"PKK/KCK ve FETÖ/PDY terör örgütlerine müzahir oldukları" gerekçesiyle götürülüyordu.

Türkiye'de Fetö üzerine onun kadar çok yazı yazmış, kitap çıkarmış kimse yoktu.

CHP Milletvekili ve eski Cumhuriyet çalışanı Mustafa Balbay'ın sözünü ettiği "Fetöcülerden, Kürtçülerden biri Hikmet Çetinkaya mıydı?

Akla ziyan...

Az önce konuştuk. Sesi iyi geliyordu. Hatıralar, hatıralar, hatıralar...

Aydın Engin, zor yürüyordu. Polisler çekiştiriyordu. Gitti bir duvarın kenarına oturdu. Belinden rahatsızdı. Hastaydı.

"Seyyar, hadi bakalım, düş şu haberin peşine" derdi.

Birgün gazetesinin kuruluşunda birlikte çabaladık. "Asla gazeteciliğe dönmeyeceğim" diye direttiysem de bir gece sabaha karşı "pes" dedim. Aydın Abi bu, sizi bir dakikada yumuşatır, hiç kötü kelime duymadım ağzından.

İşte o da götürülüyor…

Televizyonda gözaltına alınanları izliyorum.

Hakan Kara…

Güzel çocuk…

Karanlık odada film yıkarken, fotoğraf basarken saatler süren sohbetler…

Çevre ondan sorulurdu. Caretta'lar ülke gündemine onunla oturdu. Hele müzik. Bir yerde müzik varsa orada dostluk, kardeşlik vardır.

Kardeşim gibiydi Hakan. Daktilo'dan bilgisayara geçerken her şeyi ondan öğrendim. Teknoloji, geleceğin yaşamı, kafayı taktığı ve ayrıntısına boğulduğu konulardı.

Genç yaşında ağır bir kalp ameliyatı geçirdi. Hala tam iyileşemedi.

O da mı varmış?

Bazen içiniz taş olur...

Günlerdir, zombi gibi dolaşıyorum ortalıkta. İçimde yangın.

Ne zaman "Ben bu hayatı sevmiyorum" desem, evdekiler gülüşür…

Ben bu hayatı sevemedim. Sevemiyorum.

Çocukluğum idamlar, gençliğim idamlar, bugün tartışılan yine idamlar.

Hep, "Hayat öğretir" derdim. Yalanmış.

Çekilen onca acılardan sonra hala, intikam, nefret naraları kaplıyor gökyüzümüzü.

Geldik gidiyoruz, ölüm var…

Sağdan olsun soldan olsun azıcık vicdanı olanlar bu gözaltıları eleştiriyor.

Savunanlar Mustafa Balbay'ı şahit gösteriyorlar...

Bazen ağızdan çıkan bir tümcenin altında hayat boyu eziliriz.

Çok zor geçer böyle hayatlar.

Oysa Virginia Woolf'un dediği gibi, "Ne hoş bir güzelliği vardır, hafif adımlarla, dünyadan gülümseyerek geçenlerin..."