Nereye bakarsam bakayım, üzerime kötülükler yağıyor. Bunaldım, ruhum daraldı. Kaçtım. "Nereye kadar" derseniz, havanın elverdiği kadar…
Bahardan kalma bir gün. Hava serin, ama güneş parıldıyor, gökyüzü masmavi. Basmane tren garında aldım soluğu. Yakın bir yere gitmek, toprağa basmak, oksijen almak, ruhumu havalandırmak istiyorum.
Beş lira veriyorsunuz, tren sizi Selçuk'a kadar götürüyor. Dağlar yeni yıkanmış, renkler parıldıyor, yeşil yeşil gibi, mavi mavi gibi. Doğanın göbeğinde akıp gidiyor, bir saatin nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz…
Bir çay daha içtim. Çarşıya doğru yürüdüm. Fotoğraf çektim. Daha çok kargaları. Gün kararmadan, nostaljik bir yere doğru yollandım: Avrupa'nın en büyük buharlı lokomotif müzesine...
Çamlık Buharlı Lokomotifler Müzesi'ni gördünüz mü? Mutlaka görmelisiniz. Selçuk'a on kilometre uzaklıkta eski adıyla Aziziye, şimdiki adıyla Çamlık'ta geniş alana yayılmış açık hava müzesinde, belki de yıllarca önce sizi bir yerlere taşımış lokomotiflerin "huzurevinde" kısa süre de olsa huzuru bulabilirsiniz…
Alanda, 1887 ile 1952 yılları arasında çeşitli tarihlerde üretilmiş Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan, İsveç ve Çekoslovak yapımı 36 buharlı lokomotif sergileniyor. Bunların arasında dünyada sadece iki tane bulunan ve odunla çalışan İngiliz yapımı bir lokomotif de yer alıyor. Tarihe tanıklık etmiş bu lokomotiflerin yanı sıra vinçler, motorin taşıma tankları, su cenderesi ve pompaları, açık ve kapalı yolcu taşıma vagonu, tamir atölyesi, 1850 yılından kalma bir tuvalet, Atatürk’ün seyahat ettiği tren vagonu ve Hitler’in kullandığı 1943 yapımı 85 ton ağırlığındaki bir Alman lokomotifi de yer alıyor.
Gelişlerimizin birinde, tren Menemen'de durduğunda bizim kompartımanda seyahat eden yaşlıca öğretmen Kubilay olayını anlatmıştı. İlk kez ondan duymuştum. Sonra da bir şarkı söylemişti. Aradan neredeyse yarım yüzyıl geçmiş hala unutmamışım: "Şimdi uzaklardasın, gönül hicranla doldu, hiç ayrılamam derken, kavuşmak hayal oldu…" Hala çok severim bu şarkıyı…
Karşıyaka'ya yaklaşıp da deniz de görünmeye başladığında herkes pencerelere üşüşürdü. Lokomotiften tüm körfeze yayılan tren düdüğü, geldiğimizi haber verirdi. Basmane'de iki grup kalabalık bizi bekliyor olurdu. Anne tarafı ve baba tarafı akrabaları. Dedeler, nineler, teyzeler, dayılar, halalar… Kolay değil, kim bilir kaç yılda bir görüşülebiliyordu. Sarılmalar, sevinç gözyaşları ve sıra hangi tara gidileceği tartışması. Annem babama, "Bu sefer de bizim tarafa gidelim" derdi. Babam, "Ya şimdi bizimkileri kızdırmayalım" diye karşı çıkardı. Babaannemin evine doğru yola çıkardık. Annemim yüzü bin parça olurdu. Ben de kardeşlerim de nedense anne tarafına gitmeyi daha çok isterdik…
Yöreye çam ağaçlarının çokluğu nedeniyle Çamlık denilmiş, ama her gelişimde ağaçların giderek azaldığını görmek içimi sızlatıyor. Müzenin hemen yakınındaki artık iyice azalan çam ağaçlarının arasında oradan oraya gezen sincaplar da uğramaz olmuşlar.
Hava kararmak üzere, trenin gelme saati yaklaşıyor. Lokomotifliler mazide kaldı. Yeniler hem çok hızlı, hem çok konforlu hem de is, duman yok. Peki o "kara trenlerin" zevkini neden duyumsayamıyorum…
Çok sıkılmıştım, çok bunalmıştım. Bir tren yolculuğu, yaşlı lokomotifler ve doğa iyi geldi. Sizi de ortak etmek istedim...