Görselleştirme ya da zihinsel imgeleme anlamında birine “elma” hayal etmesini ve bunu bize anlatmasını istediğimizde duyduğumuz çoğu zaman bütün (yani ısırılmamış, kesilmemiş) kırmızı bir elmadır. “Doktor” diye sorduğumuzda da çoğu zaman aldığımız cevap beyaz önlüklü bir erkek doktordur. Bizde kimi hastaların kadın doktorlara “doktor bey hanım” diye seslendiği gerçeğini bir kenara koyarak, bugün beyaz önlüğe yüklenen anlama odaklanıp beyaz önlük efsanesini tartışmak istedim.
Kimi okurlar, hele hekimler haklı olarak muayene sürelerinin kısalığı, şiddet ortamı, mobbingler gibi sorunların doruk yaptığı günlerde beyaz önlük tartışması da nereden çıktı diyebilir. Hekimlerin ve hastaların sorunları iç içe geçmiş bir yumak ve her şey bir şekilde birbirine bağlı. Geçtiğimiz günlerde Türk Toraks Derneği Bülteni’nin webinar serileri kapsamında hekimliğin kültürel iklimi üzerinde konuşurken beyaz önlüğe kısaca değinilmişti. Hekimlik kimliğinin bir parçası olan beyaz önlüğü farklı açılardan değerlendirmenin önemli olduğuna inanıyorum. Bu, hekimlerin sorunlarını göz ardı ediyorum anlamında alınmamalı.
26 yıl önce, 23 Ekim 1988’de Ankara’da Etlik Kasalar mevkisinde başlayan hekimlerin ilk “Beyaz Yürüyüşü” hala hafızalarda. O yürüyüşe neden olan sorunlar bugün aynen sürüyor. T24 yazarı Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Şükrü Hatun, o günlerle ilgili, İnsancıl Bir Tıp İçin kitabında “Biz bu yürüyüşü o zamanın Sosyal Güvenlik Bakanı ‘Hekimler paraya doymuyor,’ dediği için, bunu hekimlere hakaret olarak düşündüğümüz için yapmıştık; şimdi ise sağlık hizmetlerinin her aşamasını parayla ölçen bir sistem hepimize dayatıldığı ve aslında bunu yapanların, hekimlerin eskisi gibi sesinin çıkmayacağını düşünerek buna cesaret ettikleri için çok kızgınım.” diye yazmıştı. “’Beyaz’ı savunan hekimler olarak, bir kez daha, ne kadar gerekiyorsa o kadar öne çıkmamız gerekiyor. Kimse istiyor ya da kimse zorladığı için değil; yaşamı, hekim olmayı ciddiye aldığımız için öne çıkmalıyız diye düşünüyorum.” Hafızaları tazelemek anlamında, Beyaz Yürüyüşle ilgili detayları Şükrü’nün Türk Tabipler Birliği’nde 10 yıl kitabından okuyabilirsiniz.
6 Temmuz 2022’de Konya Şehir Hastanesi’nde katledilen Dr. Ekrem Karakaya için tüm Türkiye’de sağlık çalışanlarının iş bırakıp sokağa çıkması, protesto gösterileri kapsamında Sağlık Bakanlığı önüne gelen hekimlerin üstünde kan lekesi bulunan beyaz önlüklerini bakanlık korkuluklarına asması da hafızalarımızdan silinmedi.
Dr. Ekrem Karakaya’nın katledilmesini protesto eden hekimler Ankara’da Sağlık Bakanlığı’nın korkuluklarına üstünde kan lekesi bulunan beyaz önlüklerini bıraktılar (Fotoğraf: Doktorlarsitesi.net)
Beyaz önlük 100 yılı aşkın süredir hekimliğin sembolü, çoğumuzun doktorla ilgili en erken hatırası. Hastalar da çoğunlukla doktor muayenehanelerinde, hastanelerde ya da kliniklerde beyaz önlük giyen biri tarafından tedavi edilmeyi bekliyor. Tıp Fakültesi’nde okuyan bir yakınınız, tanıdığınız yoksa da gazetelerden doktor olmaya adım atan bir kişinin, tıbbi kariyerine başlarken törensel olarak beyaz önlüğe büründüğü Beyaz Önlük Törenleri’nden hatırlıyorsunuzdur beyaz önlüğe verilen önemi. Peki, 19. yüzyılın sonlarına kadar doktorların beyaz değil, siyah giysiler giydiğini biliyor muydunuz?
1890’lara dek doktorlar hastayla temaslarında siyah giyerlerdi, çünkü yaptıkları iş ciddi ve resmi meseleler olarak düşünülürdü (aynı din adamlarında olduğu gibi). Kulağa korkunç gelse de 1800lerin sonlarına doğru cerrahlar, yıkanmamış ameliyat önlüklerindeki kan lekelerini tecrübelerinin bir göstergesi olarak gururla sergiliyorlardı. Ellerini yıkamaları gerekmiyordu, hatta ameliyatlardan önce bile. İnsanlar, enfeksiyonların kötü havaya maruz kalmaktan kaynaklandığına inanıyordu. Anestezinin cerrahlar arasında hızla kabul görerek yaygınlaşmasına karşın, Joseph Lister’in antisepsi kavramı korkunç yavaş bir biçimde kabul gördü. Bunun nedenlerini Dr. Atul Gawande şöyle açıklıyor:
“İlkin, anestezi, görünür ve ani bir problemi (ağrıyı) ortadan kaldırırken, aseptik cerrahi görünmeyen bir problemle (mikroplarla) mücadele etti, ki bu mikrop etkileri operasyon sonrasında fark edilirdi. İkincisi, her iki gelişme de hastalar için hayatı iyileştirse de yalnızca biri doktorlar için daha iyi bir ortam yarattı. Anestezi, ameliyatları bağıran bir hasta üzerinde zorla yapılan, zaman baskısı altındaki acımasız bir işlemden, sessiz ve dikkatli bir prosedüre dönüştürdü. Buna karşın, Lister'in antiseptik yöntemleri, cerrahların asit banyosu altında çalışmasını gerektiriyordu ve düşük seyreltmelerde bile cerrahların ellerini yakıyordu. Bu yüzden Lister'in aseptik cerrahi yöntemlerinin yaygınlaşması zorlu bir süreç oldu.”
19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında tıp, bugün bildiğimiz gibi gerçekten bilimsel bir alan haline geldiğinde, tıbbın beyazlığı ya da saflığı hem doktorların hem de hemşirelerin kıyafetlerine de yansımaya başladı.
Göğüs Hastalıkları uzmanı Dr. Haluk Çalışır, beyaz önlüğe yüklenen farklı anlamlarla ilgili olarak olması gereken taraf anlamında, sanki hekimliğin daha kurumsallaşmaya başladığı bir dönemde bir tür iş güvenliği çerçevesi içerisinde önlüğün koruyucu malzeme gibi değerlendirilebileceğine işaret ediyor. Haluk, beyaz önlüğün aynı zamanda, bir meslek erbaplığı, mesleği oluşturmak, kurallarını oluşturmak için ortaya konulmuş şeylerden bir tanesi olduğunu söylüyor. “Hekimler ile toplum arasında bir bilgi asimetrisi var. Bu asimetri tıbbı bilginin genişliği ve mesleki pratikle sınanıp olgunlaşması ile oluşan profesyonel alanın bilgisinden kaynaklanmakta ve bu da işin doğası gereği ortaya çıkmakta. Bilmenin kendisi hekimi doğal olarak üstün bir pozisyona koymakta. Bu üstün pozisyon, aslında insani boyutuyla eşitler ilişkisi olması gerekirken bir iktidar ve tahakküm pozisyonuna evrilebilmekte. Hekimlik eğitimi eskiden daha çok görece iyi sosyoekonomik koşullara sahip ailelerin çocuklarının erişebildiği bir olanak olduğu için, daha alt sosyoekonomik tabakalardaki insanlar ile ilişkide de bir asimetri söz konusu olabilir. Bu asimetri beyaz önlüğün de simgelediği bilgilik durumu nedeniyle olağan bir hale gelebilir. Ayrıca topluma öncü olma ve düzenleme kaygıları da olmuş hekimlerin, hatırlarsın İttihat ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi sahnesinde önemli bir rol oynamış olan tıp öğrencileri tarafından 1889'da İstanbul'daki Mekteb-i Tıbbiye'de kurulmuştur.”
Haluk, tam bu noktada mitolojik bir gönderme de yapıp sözü okçuluk, müzik ve dans, gerçeklik ve kehanet, iyileşme ve hastalıklar, Güneş ve ışık, şiir ve hatta daha fazlasıyla tanınan bir tanrı olarak kabul edilen Apollon’a getiriyor, Apollon'un en önemli sıfatının Phoebus olduğunu söylüyor (parlak, ışık saçan, aydınlatan anlamında) ve kendimize böyle bir rol biçip biçmediğimizi sorguluyor.
Bugün, hekimlik andı olarak bilinen Dünya Tabipler Birliği’nin Cenevre Bildirgesi, Hipokrat Yemini'nin modern bir yorumu olarak görülmekte olup, temel değerlerini II. Dünya Savaşı sonrası dünyaya uyarlayarak insan hakları ve birey özerkliğine daha güçlü bir vurgu yapmaktadır. Orijinal Hipokrat yemini "Hekim Apollon, Asklepios, Hygieia, Panakeia, hatta bütün tanrı ve tanrıçalara yemin ederim ki..." diye başlar. |
Haluk, beyaz önlüğün bir şekilde hekim özerkliğinin göstergesi olarak da okunması gerektiğinin altını çiziyor. “Beyaz önlük, bilimsel bilgi ve tecrübeyi hasta yararına kullanırken, her türlü politik, siyasi ve ticari ilişkilerden bağımsız olarak kullanan, temiz yani beyaz kalabilen bir meslek icrasının simgesi olarak da okunmalı. Beyaz önlük bu bağlamda hastalarımıza temiz (özerk) kaldığımızın zımmi bir göstergesi olarak düşünülmelidir. Hastalarımızın bizden beklentilerinin (koruma, tanı, şifa ve insan onuruna yakışır muamele) içini doldururken, özerkliğimizi en değerli niteliğimiz olarak özenle sürekli sorgulama ve koruma konusunda bitmeyen çaba göstermeliyiz. Yani fiziksel olarak önlük giyme pratiğinin kendisi yeterli değildir, ancak oldukça hassas anlamını koruyarak hasta ile yaptığımız sözsüz anlaşmanın içerisi doldurulduğunda kıymetlidir. Bu özen gösterilmeden beyaz önlük giyilmesi pratiği bir eşitsizlik veya tahakküm aracına kolaylıkla dönüşebilir. Meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği ve çeşitli uzmanlık derneklerinin, bu ilişkiyi olanaksız bırakan çalışma koşulları, çok kısaltılan hasta muayene süreleri konusunda itirazları dile getirmelerinin altında yatan en temel gerekçe, bu ilişkinin temiz ve beyaz kalabilmesinin ön koşullarının korunmasıdır.”
Haluk, beyazın bir sembol olmasının yanı sıra mesafe koyan bir yönü olduğunun da altını çiziyor, “Bazı şeylerimizi örter beyaz önlük” diyor. Son zamanlarda Nazi soykırım okumaları yaptığından söz ederek, 2023’te yayınlanan "Lancet Komisyonu, tıp, Nazizm ve Holokost: tarihsel kanıtlar, bugünkü sonuçlar, yarın için öğretim" dosyasına gönderme yapıyor. 300.000 kişinin Nazilerin öjeni projesi kapsamında, ırkın saflığını bozdukları iddiasıyla engelli, akıl hastası, eşcinsel ve benzeri bireylerin topluma layık olmadıkları için yok edildiğini, topluma layık olmayan bu insanların teşhisini de doktorların koyduğunu ve bu kişileri otoritelere ihbar ettiklerini unutmamamız gerektiğini söylüyor, bunların da beyaz önlük arkasına gizlenerek yapıldığını. “Yani hekimler, iktidarın, faillerin işbirlikçileri olabilirler” diyor.
Haluk, sözü Türkiye örneğine getirerek “hastasına sen diye konuşan ve buyurgan dil var ya” diyor, “modern cumhuriyet yapılandırılırken, toplumu aydınlatan entelektüeller insanları eğitmek adına onların sağlığını onlardan daha iyi düşünerek yola çıkıyor, özünde devletin yurttaşla kurduğu ilişki yumuşak değil aslında, o ilişkinin yansımalarını hekimler olarak bizler de taşıyoruz bugün. Bu bir tür epigenetik gibi, hep abimizden ablamızdan, hocamızdan görerek öğreniyoruz, yaptıklarımızda da bir anlamda hep beyaz önlüğün arkasına geçiyoruz, beyaz önlük perde gibi yani.
“Üniforma gerçekten tek tipleştiriyor, hekimliğin kültürel ikliminden bahsederken söz ettiğimiz konuştuğumuz da bu tek tip karakteri. Burada belirli bir davranış formu olan, otur, kalk diye konuşan, hastaya ‘buyurun, oturur musunuz’ demeyen, yüzüne bakmayan, emreden, sabırsız ve bunları çok yoğun oluşuna bağlayan bir hekimden söz ediyoruz. Bir yandan da bu, devlet vatandaş ilişkininin önemli bir yansıması, aslında bu bir yabancılaşma. Bunun farkında değiliz ve çok ilginçtir, buna sahip çıkıyoruz, hastayla çok samimi olmayacaksın, duygularını işine karıştırmayacaksın gibi söylemlerle hekimlik böyledir diyoruz, bunu çok abartılı bir hale getirip, beyaz önlükte simgeleştirilebilecek bir yabancılaşma ile insanlığımızı da kapatıyoruz aslında.”
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Dr. Tayfun Gönül, Türkiye’nin ilk vicdani retçisi. Ocak 1990’da Sokak dergisine verdiği söyleşi ile “askerliğe savaş açan adam” olarak tanındı. Tayfun, doktorluğu da bırakmasının nedenleri arasında beyaz önlük üniformasını da sayıyor. “Doktorluk yapmamamın birçok nedeni var. Bu nedenlerden biri şaşabilirsin belki ama militarizmle ilgili. Militarizm sadece orduyla sınırlı değil, toplumun bütün dokularına, bütün kurumlarına yayılmış. Zaten bütün kurumlar oluşurken, iç işleyişlerinde kışla yönetmeliklerini örnek almışlar. Okul, hastane de buna dahil. (Foucault bunu ayrıntılarıyla gösteriyor.) Bunun en belirgin göstergelerinden biri beyaz önlüktür. Üniforma her yerde aynı işlevi görür, insanları tek tipleştirmek, kişiliksizleştirmek, salt işlevini yapan robotlar haline dönüştürmek. Bana göre üniformanın rengi önemli değil. Haki ya da beyaz olabilir.”
Özellikle özel hastanelerin web sitelerini ziyaret ettiğinizde “Doktorlarımız” sayfasında görmüşsünüzdür, doktorların fotoğrafı klasik bir şablondur bu sitelerde. Beyaz önlüklü, ayakta, kolları birbirine kavuşturarak verilen hafif yan duruş pozu. Beden dili açısından bu fotoğrafa baktığımda (hekim fotoğrafta gülümsüyor olsa bile) birbirine kavuşturulan kollar karşısındakine aslında karşı tarafın dinlenilmek istenilmediği, karşı tarafa kendini kapatmak ve iletişimi sonlandırmak istenildiği mesajını alıyorum ben. Kim bilir, belki de bu poz “otoriter” olsun diye verdiriliyor ama bu otoritenin ne kadar “olumlu” bir otorite olduğunu bilmiyoruz. Onun için bu nasıl bir “hoş geldiniz, işte doktorunuz bu” mesajı olabilir, hiçbir zaman anlamadım. Bana sorarsanız, tam bir halkla ilişkiler faciası...
İnternette “doktorlarımız” sayfalarının klasik doktor pozu
Her ne denli, klasik, uzun kollu beyaz önlük yerine V yaka kısa kollu scrub tabir edilen farklı renklerde kıyafet giyen hekimler artmışsa da beyaz önlük sembolünü tıpta kıran iki uzmanlık dalı var. Biri psikiyatri, diğeri çocuk sağlığı ve hastalıkları. Kuskusuz bunda “beyaz önlük sendromu” denilen korku, stres ve kan basıncı yüksekliği ile kendini gösteren tablonun rolü var. Her ne denli yapılan birçok çalışma, hastaların doktoru beyaz önlüklü görmek istediklerini işaret ediyorsa da yalnız Türkiye’de değil, dünya çapında beyaz önlüklerin yerini farklı renklerde scrublar alıyor. Danimarka ya da İngiltere’de iseniz beyaz önlüklü doktor görmeniz o kadar kolay değil.
Halk Sağlığı yanı sıra Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı Dr. Neslihan Yukarıkır da sağlık çalışanı üniformalarının kamuoyunun sağlık profesyonelleri hakkındaki algısında önemli bir rol oynadığını; üniformanın, hekim ve hastalar arasında güvene dayalı bir ilişki yaratmaya yardımcı olduğunu, hekim rolünün tanınması için de önemli bir faktör olduğunu söyleyerek “Üniforma, önemli bir iletişim aracı, profesyonelliğin ayırt edici bir işareti, güven ve güvence yayma aracı; ayrıca temizlik düzeyinin algılanmasına da katkıda bulunmakta. Hastaların bakımıyla görevli rahibelerin cübbe elbiselerinden günümüze kadar özellikle sadece hijyenik ihtiyaçlara uymak için, üniforma modelleri 'karmaşıklığını' yitiriyor ve giderek militarist ve otoriter çağrışımlardan saparak farklı şekiller ve renklerle modern ve güncel bir hal alıyor.” diyor. Neslihan, 19. ve 20. yüzyıllarda üniformaların gelişiminin büyük ölçüde toplumsal değişimleri yansıttığını, özellikle erkeklerin ve kadınların çalışma rolleriyle ilgili olarak, 1990'larda daha androjen bir estetik kazandığını söylüyor. “Ancak bu durum pediatride yıllar geçtikçe, pediatrik hastalarda önemli bir iletişim zorluğunun kaynağı olarak kendini gösterdi, çünkü bir çocuğa yaklaşmak için kullanılan yöntemler yetişkin hastalar için kullanılanlardan tamamen farklı. Hastanelere gelmeden önce çocukların hazırlanması aile ve sağlık ekibi açısından kıymetlidir. Hastaneye geldiklerinde çocukların neyle karşılaşacakları konusunda kaygı duymamaları için, geçmiş kötü deneyimlerinden etkilenmemeleri için onları bulunduğumuz ana çekebilmek önemli.”
Neslihan, bu nedenle hastane çevresi, anne baba ve sağlık çalışanlarının ortaklığının değerli olduğunu, hastanelerde çocuklar için hizmetleri kolaylaştırmak adına, pediatrik hastane ortamının (mobilyalar, yataklar, duvarlar) mümkün olduğunca çocuklar için farklı tasarlanmasının önemine değiniyor, “Personelin giydiği önlük, sözel olmayan bir iletişim aracı, bu nedenle sağlık profesyonelleri ile bir çocuk hasta arasındaki karşılaşma, giydikleri ve renkleri ile göz temasından başlayarak önemli miktarda duygu uyandırıyor.”
Dr. Neslihan Yukarıkır çocuklar için giyinmiş
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde, üyesi olduğum 1981 Hacettepe Tıp Fakültesi mezunları WhatsApp grubunda beyaz önlükle ilgili, temsiliyet kaygısı taşımayan, nabız tutmaya yönelik kısa bir anket paylaştım. Anketi cevaplayan 72 arkadaşımın %44’ü beyaz önlüğü sürekli giymediğini söyledi. Bunların başında cerrahlar, psikiyatristler ve çocuk hekimleri geliyordu. Diğerleri giymeme nedenleri olarak beyaz önlüğü samimi bulmadıklarından, üniforma gibi üstten bakıldığından söz etti. En ilginç yanıt, özellikle yiyecek içecek gibi sektörlerde her önüne gelenin beyaz önlük giymesi sonunda beyaz önlük giymenin anlamsızlaşmaya başladığından yakınan yanıttı. Beyaz önlük giyme gerekçelerinde ise öne çıkan yanıtlar beyaz önlüğün sembol oluşu, alışkanlık, temizlik, kendi giysilerini koruması, hastaya güven vermesiydi. Ankete katılanların yarıdan fazlası beyaz önlüğü mesleki otoritenin bir sembolü olarak görüyordu. Yüzde 60 katılımcı beyaz önlük giymeyi sevdiğini, %50’si ise beyaz önlük giymesinin hastalarının hoşuna gittiğini (hissettiklerini) belirtti. Grubun yarıdan biraz fazlası beyaz önlük giymenin şart olmadığını söyledi. Bu yanıtlar hekimlik camiasına genellenebilirlikten uzak olmakla birlikte tartışmamıza ek bir perspektif sunmaktadır.
Çoğu hekim, ABD’li çocuk nöroloji profesörü Dr. Arnold P. Gold ile hekimlerin yaşamına giren, hekimlerin tıbbi kariyerlerine başlarken törensel olarak beyaz önlüğe büründükleri “Beyaz Önlük Törenleri”nde giymişlerdir ilk kez beyaz önlüklerini. Sınıf arkadaşım Dr. Nejat Özgüler beyaz önlüğü erken giyenlerden, “Beyaz önlüğü ilk kez giydiğimde fakültenin ikinci sınıfındaydım.” diyor Nejat. “Arkadaşımın babası ameliyat olmuştu, ziyarete gitmek istedim fakat o zamanlar hasta ziyareti belli günlerde belli saatlerde yapılabiliyordu. Bir beyaz önlük giyersem hastamın yanına daha rahat girerim diye düşündüm ama henüz klinikle ilgimiz yok. Önlük nereden bulacağımı bilmiyorum. Kapısında biyokimya laboratuvarı yazan odaya girdim. Geniş bir salon, fayans tezgahlarda şişeler mikroskoplar tüpler çalışanlar işlerine dalmış, sağa sola baktım kimsenin benimle ilgilendiği yok. Kapının yanında bir portmanto var, birkaç da beyaz önlük asılı, bir tanesini alıp çıktım dışarı. Hareketli bir koridor… Herkes kendi telaşında… Telaşla giydim önlüğü. Biraz ufak gelse de amacıma uygundu. Bakına bakına ilgili servise çıktım. Selçuk amcamın odasına ulaştım. Ameliyat sonrası solgun, halsiz, fakat beni görünce bir gülme tutturdu, “Nerden buldun lan o berber önlüğünü” dedi… Odadaki herkesle birlikte dakikalarca güldük...
“O gün Yüksek İhtisas hastanesinde kapıdan girip hasta odasına çıkmamda ne kadar yararı olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim ama beyaz önlüğe gereğinden fazla önem ya da farklı bir anlam yüklemenin gereksizliğini Selçuk amcam bana bir dakika içinde anlatmıştı... mekanı cennet olsun…”
Dr. Haluk Çalışır, Dr. Nejat Özgüler, Dr. Neslihan Yukarıkır ve Dr. Osman Elbek
Göğüs Hastalıkları uzmanı Dr. Osman Elbek de beyaz önlüğe iki farklı açıdan baktığını söylüyor (Beyaz önlük, ülkedeki hekimliğin kültürel iklimi dahilinde tartışılan bir konu Türk Toraks Derneği Bülten Komitesince. Ben de o nedenle dernek ve bülten çaprazından iki uzmanla konuştum bu yazıya yönelik. Doğal olarak ikisi de göğüs hastalıkları uzmanı). Osman, birinin olumlu ve anlamlı yönleri olduğunu ve bunları sahiplenmemiz gerektiğinin altını çiziyor. “Biri hiç kuşkusuz tüm renklerin birleşiminin bir kurgusu, böylece çok renkli ve çok kültürlü bir şey yansıtıyorsun. Ama o renklerden herhangi biri değilsin, o renklerin tümünü toplamışsın, bunun çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bunu ne kadar çözebildik, çözümleyebildik, bununla ilgili sorunlarımız var, ama işte o dil, din, cinsiyet, cinsel yönelim dediğimiz değerlerinin hepsini içinde barındırıyor ve onlardan birinin yanında da taraf olmuyor, hepsini bünyesinde toplayarak beyaz rengi oluşturuyor. Bu, işin çok kültürlü tarafı, bunu sahiplenmemiz gerektiğini düşünüyorum.”
Osman, beyaz önlüğün doktorlar açısından bir de tarihsel bir bilgiyi ifade ettiğini söylüyor. “Richard Sennett’in Otorite kitabında sözünü ettiği, ‘olumlu otorite’ dediği bir yaklaşım var, yani otorite illa ‘tahakküm’ değildir. Otorite bilginin, o karşısındaki görece asimetrik bilgi konusundaki kişiye olumlu otoritesiyle içselleştirmesidir. Bu eşitlikçi yaklaşımı içinde barındırır, tepeden elitist bakış açısının dışındadır, ama olumlu bir otoritedir.”
Sennett’e göre olumlu otorite rehberlik ve yönlendirme sağlar, ancak bunu hiyerarşik baskı ya da zorlayıcı güç kullanarak değil, karşılıklı saygı ve diyalog yoluyla gerçekleştirir. Sennett, özellikle modern toplumlarda otorite figürlerinin (anne baba, öğretmenler, doktorlar gibi) otoritenin bu pozitif yönünü benimsemesi gerektiğini vurgular. Osman da tam bu noktaya dikkat çekerek, olumlu otoritenin hastayla ya da danışan kişiyle hekim arasında da bir mesafe, yani masanın o tarafı ve bu tarafı olduğunu kodladığını, bunun da olumlu bir şey olduğunu düşündüğünü söylüyor.
Osman, madalyonu tersine çevirdiğimizde ise Türkiye’de özellikle tıp eğitiminin geçmişte tarihsel olarak militer tarafla başlamasını gördüğümüzü söylüyor. “Tıp Fakültesinde benim hocalarımın büyük çoğunluğu askeri kökenliydi, onlar için beyaz önlük hekimin taşıdığı bir üniformaydı. O zamanlarda, bunları hekimin üniforma giymesi, kendine çeki düzen vermesi, yani sıradan olmaması gerektiği gibi modernist bir paradigmayla inşa ettiler. Yani hekim, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar kitabındaki gibi tanrılar katında bir tür Dalai-Lama pozisyonunda idi. Tanrılar katına hastanın çıkmasına izin verilmediği, hekimin hiçbir şekilde açıklama yapmadığı, açıklama yaparken de sadece kendi dilini kullandığı ve o beyaz önlüğün getirdiği tahakkümle (buna otorite demiyorum, tahakküm diyorum) hastasının üzerinde bazen iyi niyetle (onu doğru yöne yönlendirmek için) bazen de kendi iktidarı için kullandı. Şimdi buraya doğru döndüğümüzde özelde giderek artan önlük kullanmama refleksi görüyorum. Bu ne yazık ki hekimlik otoritesinden kopmak, çok kültürlü, eşitlikçi kıyafet ilişkisinin daha ötesinde bir şey. Özeldeki pek çok hekimin önlük kullanmamasının nedeni bir tür müşteri girişimciliği aslında. Yani orada, kendisinin hastasıyla kurduğu ilişkiyi bir doktor-hasta ilişkisi olmaktan çıkartmak, bir tür o ticarethanenin getirdiği al-sat ilişkisi içine koymak istiyor, yani ‘ben de senin gibiyim, senle birlikte bir pazarlık, al-ver işi yapmaya çalışıyorum’ diyor.” Osman, özelde hekim önlüğünün tahakküm boyutundan kaçıldığını ve özelde nirengisini vuran asıl şeyin bir piyasa alışveriş mekanizmasında tarafların “eşitlikçi” aynı seviyeden bir alışveriş tarzı oluşturdukları yönünde olduğunu belirtiyor. Osman, hekim önlüğünün, Türkiye gibi toplumsal kutuplaşmanın çok derin olduğu ülkelerde tüm hekimleri hekimlik ethosu altında da topladığından söz ederek, “Diyorum ya madalyon iki yüzlü, bir tarafında ethos, diğer tarafında tahakküm var. Tahakkümden sıyrılayım derken bizim gibi toplumsal barışın sağlanamadığı, merkez kapitalist olmayan, asgari liberal işleyiş kurallarının oturmadığı, aksine yağmacı kapitalist işleyişin egemen olduğu ülkelerde önlükten bütünüyle uzaklaşmak aslında hekimlik ethosundan da uzaklaşmaya neden oluyor.” diyor, “Yani benim durduğum yer ne siyah ne beyaz, her birinin gri tonları var. O yüzden bazı değerleri ön plana koymak isterim. Çok kültürlülükle, bilginin getirdiği olumlu otorite ile, hastasını dert eden otoriteyle buluşturan, ama o beyazın tahakkümünden uzak kalmaya, piyasanın eşitliğinde ‘önlüksüz bir alışverişe’ de mesafeli duran bir yerde duruyorum ben.”
Madalyonun iki yüzünde olup da aynı beyaz önlüğü giyen hekimler nasıl ayrılacak? Madem beyaz önlük sözel olmayan bir iletişim biçimi, bir sembol, o zaman hasta hekimin önlüğündeki beyazın tüm renkleri içerdiğini nereden anlayacak? Ya da beyaz önlükle nelerin gizlendiğini? İşte bu noktada hekimlik kültürünün bir başka boyutu, hekimin davranış modalitesi devreye giriyor. Beyaz önlüğün taşıdığı sembolik anlamın ötesinde, hekimin günlük pratikte nasıl davrandığı, hastalarla nasıl iletişim kurduğu ve profesyonel ilişkilerini nasıl yönettiği, hasta deneyimini ve tedavi sürecinin başarısını doğrudan etkiliyor. Her ne kadar beyaz önlük güven sembolü olarak algılanıyorsa da asıl olan hekimin hasta odaklı bütüncül bir yaklaşımla, hastaya değer verildiğinin hissettirilmesi, yani ‘sen’ söylemini, emir kipini bırakmış, empati kuran, konuşurken hastasının gözüne bakan, özetle beyaz önlüğün arkasına gizlenmemiş etik ve insani bir davranışlar bütünü sergilemesidir hastada güveni oluşturacak. Önemli olan beyaz önlüğü çıkartmak değil, nasıl giydiğimizdir.
Ümit Kartoğlu kimdir? Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı. Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı. İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı. 2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi. 2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor. Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı. Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor). Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/ |