Ümit İnatçı

03 Ocak 2017

Sivil toplum ve cemaat çatışması

Cezalandırılan sadece siyasi iktidar değil aynı zamanda kendilerinin onaylamadığı bir yaşam biçimidir de

Türkiye’nin gündelik yaşamında artık sıkça sahne alan kanlı olaylar öfke ve yası da sıradanlaştırmaya başladı. Çokça başa gelen kötülükler ilk zamanlardaki gibi etki yapmamaya başladı. Böylesi bir duyu kaybının kendini göstermesinde iktidarın ve bizzat Erdoğan’ın kullandığı dilin de etkisi vardır. Bir savaş süreci yaşandığını, nerdeyse ölmenin gerekli olduğunu ve canların boşa yitirilmediğini insanlara kanıksatmak için kendi kavgasını bir bütünün kavgasıymış gibi göstermeye çalışıyor. Bu konuda başarısız olduğu söylenemez.

Türkiye öyle veya böyle kirli bir savaşın içinde debeleniyor. Bunun böyle olmasında elbette ki siyasi iktidarın aldığı kararlar ve sorun çözme yöntemlerinin de büyük bir etkisi var. Ancak öyle görülüyor ki yaydan çıkan okun önünü kesebilecek bir muhalif etki söz konusu bile değil. Çoğulcu demokrasiye olan sosyal iştahın önünü alan ve otokratik bir siyasi yapıyı besleyen kapalı toplum modeline hayat vermeye çalışan Erdoğan sivil topluma duyduğu öfkeyi de gizleyemiyor.

Gülen cemaatinden destek alarak iktidarını pekiştiren Erdoğan şimdi intikam yeminleri veriyor; neden? Çünkü cemaat onu kendi yarattığı sistemin dışında tutmaya çalıştı da ondan. Devletin polis ve asker gibi en güçlü otorite mekanizmalarını ele geçiren cemaatin artık ona ihtiyacı kalmamıştı. Ama unutmuşlardı ki Erdoğan aktüel siyasetin en güçlü titanına dönüşmüştü. 15 Temmuz aslında bir titanlar savaşıydı. Kazanan tarafın ise demokrasi olup olmadığını hala çözemiyoruz. 2016 yılında 780 gazetecinin basın kartı iptal edildi,  839 gazeteci yaptıkları haberler nedeniyle açılan davalarda hakim karşısına çıktı. 189 gazeteci sözlü ve fiziksel saldırıya uğradı. 143 gazeteci yeni yıla cezaevinde girdi. İşsiz sayısı ise 10 bini aştı. Terörün açtığı yaralar ortada...

Peki her şeye rağmen Erdoğan ve AKP cemaatsiz yapabilir mi? Hayır; çünkü böyle bir durum eşyanın tabiatına aykırıdır. Gülen gider, Menzil gelir; irili ufaklı cemaatler her zaman Erdoğan’ın ve AKP’nin ikmal kaynağı olmaya devam edeceklerdir. Bu durum doğal olarak sivil toplum ve cemaat çatışmasını, dolayısıyla laiklik ve dincilik çatışmasını her zaman diri tutacaktır. Güçlü bir sivil toplumun açık topluma meyil veren siyasi iklimi oluşturduğundan asla buna imkan tanınmayacaktır. Başkanlık rejimi arayışı işte böylesi bir oluşumun önünü kesmek için ortaya konan bir kapalı toplum projesidir. Bu proje gerçekleşene kadar sivil toplum ve cemaat çatışması asla durulmayacaktır.    

Reina katliamına gelince... Bu vahşeti ‘‘kanlı terör eylemi’’ olarak nitelemek olayın aslını gizlemeye yönelik bir aldatmacadan başka bir şey değil. Politik şizofreniye varan nefret söylemi ekseninde fikir beyan eden yandaş medyanın, diyanet gibi kurumların ve sivil-laik toplumun karşısında konum belirlemiş İslamcı kesimlerin zihinsel olarak böyle bir cezalandırma isteğini beslemediklerini kim söyleyebilir? Reina eğlence merkezinde vuku bulan katliam tipik bir infaz olayından başka bir şey değil. Elinde makineli tüfekle insanların üzerine dört şarjör boşaltmanın ne demek olduğunu savaş gören bir insan olarak iyi biliyorum. Bir patlama olayıyla kurşuna dizerek infaz etme eylemi arasındaki farkı sakın kimse göz ardı etmesin. Cezalandırılan sadece siyasi iktidar değil aynı zamanda kendilerinin onaylamadığı bir yaşam biçimidir de. Öyle görünüyor ki siyaset kültürü yerini kanlı hesaplaşmalara bırakıyor. Bunun önüne geçebilmek için acilen yapılması gereken şey laikliğin hukuk temelinde bir savunma refleksine kavuşturulması ve nefret söyleminin bir suç olarak yasal işleme tabi tutulmasıdır.