Türkiye siyasetinde epeydir bütün yollar Tayyip Erdoğan’a çıkıyor. Hakkını da yemeyelim kendi merkezinin yörüngesinde sabitlenen siyasi bir uydu sistemi yaratmakta oldukça başarılı sayılır. Bunu kendi siyasi becerisine mi, yoksa muhalefetin beceriksizliğine mi bağlarız(?) artık fark etmez. Çünkü bu uydusal erk yerinden kolayca kazınamayacak bir şekilde tüm yapılarıyla sistemi ele geçirmiştir. Üstelik bunu rejim değişikliği yaparak değil rejimi bir mantalitenin eline teslim ederek başarmıştır.
İştahı oldukça kabarık bir politik arzunun nesnesi olarak belirlediği seçilmiş kitle, yani dindar ve adanmış kesim, artık onun politik kariyerinin vazgeçilmez aracına dönüşmüştür. Seçtiği kitleleri bir müşterek toplumsal varoluş aldatmacasıyla kendi yörüngesine sokan Erdoğan daha fazlasını istemekte utangaç davranacak kadar özgüvensiz değildir artık.
Kendiyle ilgili bir anlamlılık ve önemlilik kanaati ve hissi yaratmak için –kendi politik arzusunun nesnesi olarak bellediği– kitlelere duygusal bir özdeşleşme diliyle hitap etmesi gerçek anlamda bir faydacılık örneğidir. Kendi siyasi varlığını yaşamın her kesitinin merkezine oturtarak son sözü söyleme yetkesini kendine hak görmesi oldukça agresif bir ben merkezciliği ele veriyor.
Bu saptamalardan yola çıkarak şu sıralar gündemi meşgul eden başkanlık rejiminin hangi politik arzularla beslendiğini daha iyi kavrayabiliriz. Katılımcı demokrasiyi bir yandaşlık demokrasisine eviren Erdoğan’ın karşısında maalesef sinerjik bir muhalif oluşum yoktur. Kolektif değişim hakkında projesi olmayan ve tepkisel çıkışlarla sadece siyasal varlığını idame ettirmeye çalışan bir muhalefetin cılız kalması işin tabiatına aykırı değil.
Erdoğan’ın kendi geliştirdiği ‘politik efendilik-sahiplik’ tavrı kendini destekleyen kitleler tarafından patetik bir şekilde destek görüyor. Bunun böyle olduğunu gören muhalefet ve özellikle de CHP nerdeyse onu taklit ederek kitleleri etkilemeye çalışıyor. Erdoğan’ı kendi diliyle ve tavrıyla alt etmeye çalışmak karikatürleşmeye meyil veren bir hal alıyor. Şu anda her olumsuzluğu kendi hanesine bir artı olarak yazmasını başaran Erdoğan, kendi ve muhalifleri arasındaki karşılıklı muhalif olma durumunu nötralize etmiştir. ‘‘Hakikat’’ algısının belirsizliği, ve ‘‘doğru’’nun muğlaklığı muhalefet antagonizmasını ortadan kaldırmıştır. Bu da elbette ki Erdoğan’ın sistematik olarak kullandığı siyasi retoriğin gösterdiği etkinin bir sonucudur.
Şimdi ise sahnede alışılmadık bir ‘‘aşk oyunu’’ var: Riskli bir Türkiye Rusya flörtleşmesi. Sahiciliğini kestirmek zor. O kadar değişken ve muğlak tavırlara tanık oluyoruz ki; tıpkı bir gerilim filmi gibi... Bu işin sonunu kestirmek zor. Ama çok daha zor olan durum yine Türkiye’nin durumudur. Sürekli can yakan bu terör illeti kolayca temizleneceğe benzemiyor.