Sistem değişikliği mi yoksa rejim değişikliği mi diye aylardır tartışılıyor. Model karşılaştırmaları yapıp çıkarsamalar elde ediliyor. Unutuluyor ki, düzen ne olursa olsun hangi emeller doğrultusunda kullanılacağı ve hangi ‘‘niyetle’’ araçsallaştırılacağı düzenin kendisinden daha önemlidir. Niyet, hani şu felsefede ‘‘intentio’’ diye bilinen kavram. Erdoğan’ın intentiosu, yani niyeti, yöneldiği hedef o çok dile getirilen ‘‘tek adam’’ rejimi mi? Hayır değil; ama daha da tehlikelisi: Parti oligarşisi!
Kendisinin ölümsüz olmadığını ve bir zaman siyaset sahnesinden gideceğinin idrakindedir mutlaka, bu yüzden daha organik bir kitlesel pekiştirmenin peşindedir Erdoğan. Tıpkı halifeler gibi ilahi bir düzenin hayalini kuruyor.
Kimileri bu durumu ‘‘parti ontolojisi’’ yaklaşımıyla geçiştirerek trajik çağrışımlardan arındırmakla meşgul olurken, kimileri de ‘‘tek adam rejimi’’ çıkarsaması üzerinden eleştirmeye çalışıyor. Erdoğan’ın lehine ve aleyhine olma gibi taraftarlık ve karşıtlık konumlanmaları referandumun odağında olan esas niyetin saklanmasına neden olmuştur.
Aslında denklemi çözmek çok da zor değil. Erdoğan’ın ne tür bir sekter siyaset ortamının alt yapısını hazırladığını anlamak alim olmayı gerektirmez. Erdoğan kendi üzerine topladığı eleştiri odaklanmasını kullanarak esas amacı gizlemeyi hedeflemektedir. Yapılmak istenen aslında parti odaklı siyasi bir tarikatın temellerini atmaktır. Bunun yöntemi de belli: Yukarıdakiler için saadet zinciri gibi bir şey; aşağıdakiler için ise güçlü bir aidiyet duygusuyla partisine adanmış mücahitler ordusu oluşturmak. Oldukça halkçı gibi görünen, tüm kitleleri kucaklar gibi görünen ama aslında bir piramit gibi sağlam taban ve zirveye konumlanmış yönetsel kadrolar hayal ediyor Erdoğan. İşte, kendi deyimiyle ‘‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’’ diye adlandırdığı yönetim şeklinin böyle bir gizli hedefi var.
Kitlelere kolay biçim vermek için güçlü bir şablona ihtiyacı vardı onu da bu şekilde halletmek istiyor Erdoğan... Hayır demek, sadece tek adam hegemonyasına değil, aynı zamanda parti oligarşisinin sivil yaşamı tahakküm altına almasına da karşı çıkmak demektir. Bugün Türkiye’deki muhalefetin bile teşhis koyamadığı parti oligarşisi tek adam rejiminden daha tehlikeli ve yapısal olarak daha dirençli bir rejimi işaret ediyor. Tek adam olma, yetkileri kendinde toplamış olsa da kendi içinde kırılganlıklar taşıyabilir; ancak parti oligarşisi tıpkı totaliter rejimlerde olduğu gibi daha sağlam bir siyasi yetke kalesine dönüşebilir. Partili Cumhurbaşkanı hedefi boşuna değil.
Temennimiz Türkiye’de güçlü bir ‘‘hayır’’ın çıkması ve Erdoğan’ın dersini alıp çoğulcu ve katılımcı demokrasiye dönmesi. Kendi halkını bu kadar kutuplaştıran ve nefretin eşiğinde takdir toplamaya çalışan bir siyasetçi gereken dersi almazsa sonu felakettir; tarih bunu her defasında böyle yazmıştır.
Nerdeyse Türkiye’nin tapusunu almaya yeltenecek kadar ve insanlarına da toprak ağalığı yapacak kadar kendinden geçmiş bir siyasetçiye kendine has bir sistem hediye etmek elbette ki aklı zorlayan bir durumdur. Zaten bu yüzdendir ki akla değil duygulara hitap etmeyi kendince daha yerinde bir propaganda stratejisi olarak seçmiştir AK Parti... Nerden baksak Erdoğan’ın şu Türkiye’yi sahiplenme kalkışması iyi halleri işaret etmiyor. Fiziki olarak Türkiye’nin bölünmesinden ödü kopanlar bilsinler ki, Erdoğan’ın inşa ettiği aidiyet bölünmesi aynı derecede ürkütücü ve ölümcül bir bölünmedir.