İttifak çatırdıyor. Bu gerçeği, fiili ittifakın rehberi CHP görebiliyor mu? İşte yanıtı:
Mümtaz Soysal'a seksenlerin ikinci yarısında soruyorlar;
-Hocam. 1850 yılından zamanımıza kadar 150 hükümet, 33 içişleri bakanı değişmiştir. Bu arada 1924 Anayasası vardır, devrim Anayasası vardır, 1982 Anayasası vardır; bu anayasalar arasında bir fark var mıdır?..
Hoca cevap veriyor:
-Hem vardır hem yoktur.
CHP için de yanıt üç aşağı beş yukarı böyle:
-Hem görür, hem göremez.
Prof. Soysal'a göre, Türkiye'deki anayasalar "tepki anayasalarıdır." Sarkaç gibi; bir sağa, bir sola.Tik tak, tik tak. 1924'ten 1961'e, 1961'den 1982'ye; Özgürlükten otoriteye, otoriteden özgürlüğe. Ama nedense hep ileriye.. Soysal'la sürdürelim;
"1924 Anayasası bir parti sultasına doğru giderken 1961'i doğurmuştur. 1961 Anayasası, bu tepkiye cevap olarak fazla kurumlar ve egemenliği dağıtan bir yapı oluşturmuştur. 1982 ise yürütmeye ağırlık veren bir yapı oluşturmuştur. Bakarsanız Türk tarihinde, bir sarkaç hareketi, bir rakkas hareketi gözükür. Otorite ile özgürlük arasında bocalayan bir hali vardır bizim toplumda. Bazen fazla otoriter bir dönem geçiririz; o otoriter dönem bir özgürlük özlemi yaratır. O özgürlük özlemi kendisine uygun bir anayasa yaratır. Fakat o anayasa tekrar bir otorite özlemi yaratır. ...Ama bu sarkaç hareketi sürekli gelişen bir çizgide kendisini gösterir." (1)
Günümüzde, otoriter 1982 Anayasası'nın, hayalleri gerçek oldu. Başkanlık sistemiyle zirve yaptı. Tıkanarak inişe geçtiğini CHP de görüyor; ama ayaklarına gönüllü taktığı "liberal-islamcı" pranga onu engelliyor, hareket edemiyor. Oysa 1961 Anayasası'nı ya da onun getirdiklerini savunmanın, bu temelde geniş bantlı bir demokrasi cephesini oluşturmanın zamanı. Görüşerek, konuşarak; İlk kez bir uzlaşma anayasasına imza atmak mümkün görünüyor. Başkanlık rejiminden parlamenter rejime, parti devletinden kuvvetler ayrılığına, çoğunluk diktatörlüğünden azınlıkta kalanların ve özerk kurumların var olduğu demokrasiye, oligarşi'den poliarşi'ye geçişe, yüzbinlerce tutuklu ve hükümlünün yaşadığı bir ülkede fiili ittifakın hangi parçası, hangi gerekçeyle itiraz edebilir ya da kayıtsız kalabilir?
Kaçınılmaz yol ayrımına doğru HDP ve CHP
Önce CHP: Son; eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç çıktı, "Türk siyasi hayatı raydan çıktı" dedi. Başından beri "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini onaylamadığını" söyleyen Kılıç şöyle devam etti:
"2003 yılından sonra ortaya çıkan siyasi iradenin güçlenerek uzun yıllar iktidarda kalmasının tek ve tartışmasız nedenlerinden birisi de dayatmacı ve militan laiklik anlayışının çektirdiği acılardır. Artık tüm siyasi mahallelerden bir göç hareketi başlamıştır."
"Türk siyasi hayatının raydan çıkarılmasında" Sayın Kılıç'ın katkılarını tartışmanın yeri ve zamanı değil ancak, onun verdiği tarihi kabul edersek; 2003'ten bu yana CHP'nin ensesine yapıştırılan çiptir bu. (2) Sayın Kılıç, salya sümük edebiyatı ile çöken "Liberal" tezlere, yeni bir islamcı istinat duvarı örmeye çalışıyor. Boşa çaba.
Siyasi islamcılığın, neoliberalizm ile 1980'lerden başlayarak, "win win" ilişkisiyle sürdürdüğü simbiyotik egemenlik; CHP'yi sürekli baskıladı. Bazen asker, bazen Kürt düşmanı, bazen asker destekçisi, PKK müttefiki çoğu zaman da müslüman-sivil toplum düşmanı olmakla suçlandı. CHP'nin o tarihlerden bu yana siyasi ömrünün önemli bir bölümü bu iddiaların "asılsızlığını" ispat etmekle geçti. Kimi zaman da kendini bir sanık yerine koyarak susma hakkını kullandı, geçiştirdi. Son örneklerden biri, Kılıçdaroğlu'nun, "Bizim de çok kabahatimiz, kusurumuz var" diyerek başörtüsü ile siyasi bir simge türbanı birbirine karıştırdığı, "herc ü merc" ettiği konuşma (3). Bir diğeri neoliberal-islamcı ideolojik egemenliği aşamadığı anlaşılan genel başkan yardımcısının kitabı ve buradaki CHP tahlilleri (4). Durumu okuyamamanın gösterge ibreleri.
Liberal islamcı baskı altında "darbe anayasası" diye 1961 Anayasası'nın getirdiklerini savunamayan CHP, zaman kaybediyor. Koca bir konferans toplamasına rağmen, Suriye'ye asker çıkarılmasında AKP politikalarının bir kez daha peşine takılıyor. Mazereti ise aynı: PKK müttefikliğiyle suçlanmamak. Kaldı ki; bu türden ithamların "devlet kuran partiye" hiç yöneltilememesi gerekirdi. (5) CHP, -adını söylemese de olur, 1961 Anayasası'nın getirdiği, özerk kurum ve yapılanmaları bünyesinde taşıyan kuvvetler ayrılığına dayalı, parlamenter demokrasiyi, bir anayasa ekseninde savunacak ilkeli bir ittifakın temellerini bir an önce atmalıdır.
HDP ise bu kez kendini çok daha fazla hissettiren bir karar eşiğinde: PKK hesaplaşmak ve yoluna Türkiye'de devam etmek ya da eskisi gibi idare etmek; Türkiye'de giderek yükselen anti Amerikan tepkinin ve demokrasi mücadelesinin dışında kalmak. Gezi'de, Adalet Yürüyüşü'nde, Kazdağları protestosunda olduğu gibi. İkincisinden başlarsak, HDP'nin geleneksel tabanını artık "etnisite-kimlik siyaseti" ile kontrol etmesi zor görünüyor. İstanbul seçimlerinde Kürt seçmenin tamamının HDP yönetiminin isteğiyle CHP'ye oy verdiğini düşünmek saflık kadar tarih de bilmemek. 1961 Anayasası'na doğu-güneydoğu bölgesinden büyük destek çıkmıştır. Örneğin; anayasa oylamasında Mardin'deki "Evet" oranı yüzde 97.7, Tunceli'de yüzde 95.1, Diyarbakır'da yüzde 73.8'dir. İstenilen ve üzerinde birleşilen, özgürlük ve demokrasidir. 2007'de bugünkü rejimin gelişine uzlaşmanın da adı olan "Cumhuriyet" mitingleriyle set çekmeye çalışan halk hareketine CHP kadar HDP'nin çekingenliği de neoliberal esriklik haliydi. CHP bu hatayı Gezi'de tekrarlamadı. Demokrasiden çok milliyetçilik kavgası veren HDP ise tabanına Kürtlerin orada olmasına rağmen ıskaladı. Bu onun Türkiye topraklarına cılız basan ayaklarının sakatlanmasına mal oldu. Gelinen yerde bugün, Türk solundan devşirdiği genel başkanlar ve milletvekilleriyle sorununu çözemeyeceği bellidir.
Mümtaz Soysal ile bitirelim. Hoca, kasıtlı geç girdiği derslerinde, kürsüye oturduktan sonra gelen öğrencileri almazdı. Geç kalanlar, hocayı görmezden gelerek, kendilerini görünmez sanarak binbir gayretle çıktıkları amfinin en tepesinden onun el hareketiyle aşağı iner, dışarı çıkardı. Bugün geç kalmanın siyasi bedeli, kaçırılan dersin notlarını rica minnet elde etmekten daha ağır.
(1) Mümtaz Soysal'ın dinleyicinin sorusuna yanıtı. TBMM'nin 66. yıl dönümü nedeniyle 1986 yılında başlatılan "Egemenlik Haftası" çerçevesinde bir sonraki yıl yapılan, Anayasa tartışmalarından.
https://www.tbmm.gov.tr/kultursanat/yayinlar/yayin023/023_00_007.pdf
Çekilen, çektirilen acılardan" dem vuran hukukçu olmadığını bildiğimiz Kılıç, "Allah söyletir" misali... Atıfta bulunduğu 2003 yılı aynı zamanda onun Anayasa Mahkemesi başkan vekilliğine, ikinci kez seçildiği yani başkanlığı garantilediği tarihtir. Sonrası ise siyasi iktidarın kalıcılığı kadar Anayasa Mahkemesi ve hukuk tarihinin hiç unutulamayacak sayfalarıdır.
(4) Yunus Emre "CHP Sosyal Demokrasi ve Sol" İletişim 2019" Kitaptaki laiklik tarifi için: http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1592012/Laiklik_ne_degildir.html
(5) Espri hatırımda kaldığı kadarıyla Ahmet Tan'ındı. 80'li yılların sonunda bir okuyucusu "SHP'deki Kürt kökenli milletvekilleri ülkeyi bölerler mi" diye sormuş o da genel başkan Erdal İnönü'yü işaret ederek cevap vermişti: Memleketi adamın babası kurdu, niye bölsün?