Uğur Gürses

25 Şubat 2022

‘Olsa olsa modeli’ neden çöktü?

“En büyük riskleri alıp yurttaşlarının geleceğine zimmetlemiş bir yönetimin, ileride bunu ödeteceği yurttaşlarına ‘daha fazla risk almayın’ demesi, kara mizah değilse ne?”

Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasıyla ‘Türkiye Ekonomi Modeli’ çöktü. Çöktü çünkü varsayımlara dayanan, hiçbir çerçevesi olmayan uydurulmuş bir ‘olsa olsa’ modeli idi.

Aralık sonuna doğru, o çok güvenle yürürlüğe konulan model ‘duvara’ tosladığında, yüklü döviz satışıyla (bir ayda 20 milyar dolar) TL’nin değer kaybı biraz frenlenmiş, ilaveten ülke Hazinesi ‘kur ruletine’ yatırılarak kur garantili yeni bir mekanizma sunulmuştu. Bu, kendi yurttaşının parasına güven sağlamayı değil, tersine ‘treni kaçıranlarına’ dolarizasyon havucu sunmak idi.

TL faizini enflasyonun üçte birinde tutup, bireylere ve şirketlere sunulan ilave ‘tatlandırıcılarla’ sözüm ona döviz almaları engelleniyordu.

Varsayımla bezenen amaç şuydu; bireylerin açacağı bu hesaplarla mart sonuna, şirketlerin açacağı hesaplarla ağustos sonuna kadar ‘siyaseten nefes almak’.

‘Model’ denilen ise şuydu: Yaz aylarında turist gelecek, turistler döviz getirecek, döviz bollanacak, cari denge hafifleyecek, ihracat da artarsa kur baskısı azalacak, kur baskısı azalınca enflasyon düşecekti. Böylece ‘model’ başarıya ulaşacaktı. Ama zinhar TL’nin koruma kalkanı faize ellenmeyecekti. Vatandaş da enflasyon yangınına terk edilecekti.

 

Risk hesabı sıfır

Rusya-Ukrayna krizi giderek uluslararası ajandada gerilimli bir eşiğe doğru ilerlerken, “hiç hesapta yoktu” denilebilecek bir durum değildi.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile Türkiye açısından temel üç alanda riskler gerçekleşmeye başlıyor. Yükselen enerji fiyatları enflasyonu yükseltip halkın geçinme sıkıntısını büyütecek. Türkiye’nin zaten yükselen enerji faturasını daha da kabartacak. Devamında ise ekonomik büyümeyi yavaşlatan bir evreye geçmesi olasılığı var.

İkincisi savaş koşullarının getireceği arz kısıtları, özellikle hububat ve gıdada hem fiyat hem de tedarik sorunlarını Türkiye’de hissedilir kılacak. Hatta un ve makarna gibi ihracatını da etkileyecek.

Üçüncüsü ise belki de bu ‘olsa olsa modelinin’ ana omurgasını kaydıracak unsur, iki ülkeden gelecek olan turist sayısını sert biçimde düşürecek. Zira 2021 sayılarına göre Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 27’si bu iki ülkenin yurttaşları idi. Turizm gelirleri düşecek.

Bu tabloda, Ankara’nın cari dengede fazla ve bu ‘olsa olsa modelinin’ çalışması hayali mümkün değil.

2019 sonrasında 128 milyar doları Merkez Bankası’nın rezervlerinden, 12 milyar doları kamu bankalarının nakit döviz rezervlerinden olmak üzere 140 milyar dolar ‘ezen’ Ankara siyaseti, Aralık 2021’den sonra da benzeri patikaya girmişti yeniden. Ülkenin bekası için değil, siyasetin bekası için ‘yola devam’ deniliyordu.

Aralık’ta 20 milyar dolar erittikten sonra, yeni yılda da bu ‘arka kapılı’ döviz satışları devam ediyor.

Hem bir kesime ‘Kur Korumalı Mevduat’ hesabı (KKM) açıp, ‘size kur garantisi verdik’ denilirken, diğer taraftan döviz satarak yine kimin nasıl karar verdiği bilinmeyen 13.50-13.80 aralığındaki kurda tutmak, en başta bu hesap sahiplerini ‘ütmek’ demekti.

Hazine ve Maliye Bakanı ya da Cumhurbaşkanı açıkladıkça öğrenebildiğimiz bu KKM hesaplarının ne kadar olduğu bilgisi, hiçbir resmi veri tabanında yer almıyordu. BDDK’nın günlük verilerine konulacağı ilan edilip, birkaç günlük verinin yayımından sonra 14 Şubat’tan bu yana olan veriler yeniden perdelenmeye başlandı.

BDDK’nın 14 Şubat verilerine göre, Merkez Bankası’na döviz bozdurulmak suretiyle açılan KKM hesaplarının tutarı, 13.7 milyar dolar.

Merkez Bankası’nın döviz pozisyonunda yılbaşından 23 Şubat’a kadar artan miktar ise 15.5 milyar dolar.

Verilerin perdelenmesi ile döviz satışlarıyla Merkez Bankası’nın günü gününe ne kadar rezerv kaybına uğradığının hesaplanması zorlaştırılıyor.

Not düşmek gerekiyor ki, ihracatçılara getirilen ihracat gelirlerinin yüzde 25’ini Merkez Bankası’na bozdurma zorunluluğu da hesaba katılırsa neredeyse iki aylık bu döviz girişlerinin diğer taraftan döviz satışlarıyla eritildiği sonucu çıkıyor. Ancak miktarını bilemiyoruz.

Burada önemli bir nokta da şu: Merkez Bankası’nın döviz pozisyonunun 15.5 milyar dolar iyileşmesine (net döviz alışı anlamına geliyor) karşın, brüt döviz rezervlerindeki artış sadece ve sadece 1 milyar dolar. Bunun anlamı da şu; KKM ile ağırlıkla şirketlerden Merkez Bankası’na gelen dövizler, bankalarca Merkez Bankası’na nakit döviz olarak değil, yükümlülük azaltımı ile gelmiş. Sayılar, bankalarca Merkez Bankası ile yapılmış bulunan swap alacaklarından ve de Merkez Bankası’ndaki döviz hesaplarından mahsup yoluyla karşılandığını söylüyor.

4 Şubat’ta muhtemelen Birleşik Arap Emirlikleri ile yapılan 2.7 milyar dolar karşılığı swap girişi de dikkate alınırsa Merkez Bankası’na yılbaşından bu yana ‘taze döviz’ girişi olmamış, tersine azalış olmuş demek.

Tüm bunları uzun uzun yazmamın sebebi; nakit kullanılabilir döviz rezervlerini önemli ölçüde eritmiş bir ülkenin hala yalan-yanlış bir ekonomi modeli ile rezerv eritmeye devam etmesinin akıl alır bir yönünün kalmamış olmasıdır. Hem de çevresinde baş gösteren, doğrudan ekonomisini de etkileyecek bir savaş patlak vermişken.

“Savaş Sandığı”

Döviz ve altın rezervleri, genel olarak finansal jargonda şöyle bir tanımlama ile ifade ediliyor: ‘savaş sandığı’ (war chest)

İşte bu ‘sandık’, ‘dünyanın bin bir haline’ tedbir olarak dokunulmadan tutulan bir rezerv. İster egemen bir ülkenin kendi icraatı sonucunda karşılaştığı bir olağan dışı durumla karşılaşması halinde, isterse kendi inisiyatifi dışında doğal felaket ya da üçüncü ülkelerin yarattığı sonuçlarla karşılaşması halinde riskleri aşmak için tuttuğu bir rezerv olarak.

Ülkeyi yönetenlerin yanlış politikalarının sonuçlarını saklamak, örtülemek için kullanmak için değil. Kendi parasının faizini enflasyonun üçte birine düşüren bir ülkenin, değer kaybını düzeltmek için döviz satması için değil.

Rusya, girişeceği işgal öncesinde bunun ekonomik sonuçlarını da hesaplamış belli ki. 130 milyar doları altın olmak üzere 640 milyar dolarlık döviz rezervi ile girişti bu askeri operasyona.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasıyla beraber, Türkiye’de yurtiçinde döviz talebinin artması, dolar kurunun ‘arka kapılı’ satışlara karşın 13.5-13.80 aralığında tutulamadığı, 14 seviyesinin geçildiği, 14.70’e eriştiği gözlendi.

Dünya piyasalarında parası en çok değer kaybeden ülke olarak Rusya birinci sırada iken, hemen ardından Türkiye ikinci sırayı almıştı. İşgale uğrayan ülkenin parasından daha fazla hem de.

TL’yi savunmasız bırakan Ankara, bu tablo üzerine kafa yoracağına, Hazine ve Maliye Bakanlığı üzerinden açıklama yapıp, kamuoyuna ‘programımız çok başarılı, döviz almayın, riske girmeyin’ temalı bir açıklama yapıyordu. En büyük riskleri alıp yurttaşlarının geleceğine zimmetlemiş bir yönetimin, ileride bunu ödeteceği yurttaşlarına ‘daha fazla risk almayın’ demesi, kara mizah değilse ne?

Görünen köy kılavuz istemezmiş; işlemeyeceği başından belli bu politikanın terk edilerek, bir an önce tutarlı ve çerçevesi olan konvansiyonel bir ekonomi politikasına dönülmelidir.

Türkiye’deki ekonomik sorunların temelinde siyasi kriz olsa da, ekonomide daha kötüden kaçınmak mümkün.

Bu ‘olsa olsa modelinden’ çıkılmadığı takdirde, ülkedeki krizin yeni uluslararası konjonktürün etkisiyle çok daha derinleşmesi güçlü bir olasılıktır.