Geçenlerde Sorgulamaların ve İtirafların Psikolojisi diye ilginç bir kitaba tesadüf ettim. Kitap, polis sorgulamalarını psikolojik, etik ve hukuki yönleriyle ele alıyordu. Yazarı Gisli Gudjonsson yanlış yönlendirme, eldeki delilleri abartma, suçu anlayışla karşılıyor gibi görünme, korkutma, itirafın sonuçlarını olumlu gösterme gibi "teknikler" kullanılarak sanıktan gerçekle uyuşmayan yanlış/sahte itiraflar alınması konusuyla özellikle ilgileniyordu.
Sorgulama taktik ve tekniklerini anlatan bölümler meraka değer bilgiler içeriyordu. İngiltere'deki sorgulama uygulamaları bölümünü Gudjonsson deneyimli bir emniyet mensubu ile birlikte yazmıştı.
Baskıcı sorgulama tekniklerini ve sonuçlarını anlatan bölüm böylesi sorgulamalarda işlemedikleri suçu itiraf etme potansiyeli yüksek olan kişilerin özelliklerinden söz ediyordu. Gudjonsson itirafa yönelik zorlama ve telkinlere teslim olma yatkınlığını ölçmek ve değerlendirmek için bir ölçek de geliştirmişti.
Polisler için etkili sorgulama elkitapları hakkındaki bölüm bana şaşırtıcı geldi. Aslında sanığın polis tarafından sorgulanmasıyla ilgili sahnelere ekranlarda ne kadar sık rastlıyoruz diye düşündüm. Bazen polisin suçu itiraf ettirmesini destekleyerek ve hatta bunun için onun sınır aşımları yapmasına gözümüzü kapayarak, bazen de sanığın üstüne haksız yere çullanan polisin başarısız olmasını umarak. Ama bu sorgulamaların aslında belirli kurallara tabi olarak yürütülmesi gerektiğini pek hesaba katmayarak, sorgulamanın yönteminden çok sonucuyla ilgilenerek.
* * *
Polis memurları için hazırlanan sorgulama elkitaplarının en meşhuru Inbau ve Reid tarafından hazırlanan kitapmış ve kitapta Reid Yöntemi diye bilinen uygulama anlatılıyormuş. Sorgulama elkitapları suçlu olduğuna inanılan kişiye (suçüstü yapılması, görgü tanıklarının varlığı gibi durumlar söz konusu değilse) suçunu itiraf ettirme teknikleri hakkındaymış. Bazı kitaplarda tecrit, aç ve uykusuz bırakma gibi sanığı fiziksel olarak zayıf düşüren yöntemler savunulurken bazılarındaysa davranışsal taktik ve tekniklerin kullanılması öne çıkarılıyormuş. Sanığın yanına kılık değiştirmiş bir polisi koymak ve ağzından laf almaya çalışmak bazı ülkelerde, örneğin Kanada'da sık kullanılan bir yöntemmiş. Kurbanın ölmediğini ve ifade verebilecek duruma gelebileceğini söyleyerek itirafı sağlamaya çalışmak yaygın olarak kabul edilen bir uygulamaymış. Diğer sanığın itirafta bulunduğunu söylemek, bir görgü tanığı olduğunu ya da başka türden kanıtlara sahip olunduğunu öne sürmek de öyleymiş. İtirafı sağlamak için böyle "küçük" hile ve yalanlara başvurmak neredeyse işin doğası gibiymiş.
Sorgulamadan önce sanıkla suçlamaları konu etmeyen gayrı resmi bir görüşme yapmak ve onun hakkında bilgi toplamak önemliymiş. Sanıklar ya da suçlular genel olarak iki gruba ayrılabilirmiş: Duygusal olanlar ve duygusal olmayanlar. Duygusal olanlarda pişmanlık ve vicdan azabı gibi duygular beklendiği için onlara karşı anlayışlı, vicdanlarına hitap eden bir yaklaşım esas olmalıymış. Diğer grup içinse gerçeklere ve muhakemeye dayalı bir yaklaşım daha uygunmuş.
Reid yönteminde önce doğrudan bir yüzleştirme yapılırmış. Sorgucu, kendinden emin bir şekilde yapılan araştırmaların, elde edilen bulguların suçu sanığın işlediğini gösterdiğini söylermiş. Biraz beklenir ve sanığın tepkisi gözlenirmiş. Sonraki aşamalarda nasıl yol alınacağı bu ilk tepkiye göre kararlaştırılırmış. Sorguyu yapan bu aşamada gerçeği söylemenin sanık için iyi olacağının altını çizermiş.
Sonra suçun işlenmesini mazur gösterecek gerekçeler (bahaneler, mazeretler) bulup bunları konuşmaya dayalı bir "tema geliştirme" aşamasına geçilirmiş. Bu aşamada mesela duygusal tipteki sanıklara, aynı durumda kim olsa bu suçu işlerdi demeye getirilirmiş. Örneğin cinsel suçlarda sorgulayıcı daha önce benzer bir durumda bir akrabasının, tanıdığının hatta kendisinin de içinden aynı şeyi yapmanın geldiğini söyleyebilirmiş. Sanığın suçluluk duygusunu azaltacak şekilde eylemin ahlaki sonuçlarını hafifseyen konuşmalar da bu tema geliştirme çalışmasına dâhilmiş.
Yine örneğin sanığa bu suçu işlemesinin alkol ya da madde etkisinde olmasıyla ilgili olduğu söylenebilirmiş. Alkollü olmasaydın hayatta yapmazdın, gibi şeyler söylenirmiş. Aslında zarar verme niyetinin olmadığını biliyoruz gibi anlayışlı konuşmalar da itirafı kolaylaştırırmış. Gerektiğinde, kurbanı suçlamaya dönük temalar da işe koşulabilirmiş. Sanığın suçtaki rolünün hafif olduğuna inanıldığını belirtmek de işe yararmış, grup halinde işlenen suçlarda yalnızca kısmi sorumluluk yükleyen konuşmalar etkiliymiş.
Duygusal olmayan tipteki sanıklar için bunlar pek işe yaramazmış. Onlarda mesela konuşma sırasında önemli önemsiz herhangi bir yalanlarını yakalamaya çalışmak önerilirmiş. Bu yalanın açığa çıkarılmasıyla onlara karşı psikolojik bir üstünlük kurulur, ardından diğer söylediklerinin de yine yalan olabileceği vurgusu yapılırmış. Ancak suçlu ya da suçsuz herkes sorgulamada yalan söyleyebilirmiş, örneğin sanık nerede olduğunun bilinmesini istemediği için başka bir yerde olduğunu söyleyebilirmiş. Bu durum yanlış itirafa götürebileceği için dikkatli olmak gerekirmiş. Çok sanıklı suçlarda ise sanıkları birbirlerine karşı kullanmak etkili olurmuş.
İnkârları ele almak sonraki aşamaymış. Tekrarlayan inkârlar sanığa psikolojik bir avantaj sağlarmış, o yüzden sanığa bu fırsat verilmemeliymiş, sanık inkâra yeltenirken susturulur ve polisin söyleyeceklerini dinlemesi istenirmiş. Masum sanıkların inkârları genellikle daha kendiliğinden ve doğrudan olur, sanıklar sorgulayanın gözlerine bakar ve öne doğru eğilerek dururlarmış. İyi polis kötü polis tekniği de bu aşamaya aitmiş.
Sanığın itirazlarının üstesinden gelmeye ve bunların sonuç vermeyeceğini göstermeye çalışan sonraki aşama sanığı biraz yılgınlığa sürüklermiş. Bu yılgınlık hemen kullanılması gereken bir psikolojik üstünlüğe yol verirmiş. Bu aşamada sanığa yaklaşılır, hatta öne eğilerek ona dokunulur, samimi bir hitap kullanılarak gözlerine bakılırmış. Sanık yenik ve çökkün görünüyorsa sorgulayıcının telkinlerine iyice açık hale gelmiş demekmiş. O zaman suçun cinsine ve sanığın kişiliğine göre, vicdani, dini, akli sebepler artık gerçeği söylemenin zamanı geldi söyleminin emrine verilirmiş. Sanığın ağlaması "işin tamam" olduğuna delalet ederken, boş bakışlar ve sessizlik "sonraki aşamaya geç" demekmiş.
Bu sefer suçun iki farklı şekilde açıklanması sanığa sunulurmuş. Bu, tema geliştirme aşamasına benzer bir aşamaymış, sanığa bazı mazeretler sunulur, itiraf için gerekçeler sunulurmuş. Eğer iyi açıklamayı kendisi kabul etmezse başkalarının kötü açıklamaya inanacakları telkin edilirmiş. (Gudjonnson bu tekniğin özellikle zihinsel yetenekleri yüksek düzeyde olmayan sanıklar için yanlış itiraf yolunda ciddi tehlike içerdiğini belirtiyor.)
Ardından itirafın detaylarının alındığı nihai aşamaya gelinirmiş. İtirafın önce sorgucuyla yalnızken ve sözlü olarak alınması uygunmuş. Ancak yazılı itiraf çok daha değerli olduğu için fazla uzatmadan hemen yazılı itiraf alınmalıymış.
* * *
Kitaptaki pek çok ilginç vaka örneği arasından özellikle iki tanesi dikkatimi celp etti. İlkini kitaptan öğrendim, daha önce duymamıştım. İkinci davanın öyküsü beni birden yıllar öncesine götürdü ve hatırladıklarım bu yazıyı yazmama vesile oldu.
Aslında diğerinden daha ileri bir tarihe ait olan ilk vaka 1985'teki Tottenham Ayaklanması ile ilgiliydi. Polis, belgeleri olmadığı için çalıntı olduğunu düşündüğü bir arabada bulunan genç bir adamı gözaltına almış, sonra da evine giderek çalıntı mal aramıştı. Bu sırada genç adamın (kalp hastası olan) annesi kalp krizinden ölmüştü. Bu da çoğunlukla genç yüz kadar kişinin Tottenham Polis Karakolu civarında protestolara başlamasına yol açmıştı. Birkaç saat içinde kalabalık iyice büyümüş, araçları ve binaları tahrip edip ateşe vermeye başlamıştı. Ardından olaylar tam bir ayaklanmaya dönüşmüş, bir polis memuru kalabalığın içinde kalarak öldürülmüş, birkaç polis memuru da yaralanmıştı. Bu olayla ilgili olarak toplam 369 kişi tutuklanmış, sonuçta bunların arasından üç kişi polis memurunun öldürülmesiyle ilgili suçlanmıştı. Tottenham Üçlüsü olarak bilinen bu kişilerden biri 19 yaşındaki bir Türk genciydi. Engin adındaki bu gencin ailesi 1955'te Türkiye'den İngiltere'ye göçmüştü. Engin, imam nikâhlı olarak evliydi ve bir bebeği vardı. Okuryazar değildi ve zekâ testlerinde düşük bir skor elde etmişti. Engin, zorlu sorgulamalara dayanamamış ve suçunu itiraf etmişti. İtiraf dışında doğrudan bir kanıtın bulunamadığı bu davada Gudjonsson bilirkişi olarak bulunmuş ve Engin'in telkinle itirafa yatkın olduğu yolunda bir rapor düzenlemişti. Daha önce yapılmış değerlendirmelerin aksine bir kanaat bildiren bu rapor sayesinde Engin'e karşı açılan dava beş yıl sonra düşmüştü.
Broadwater Farm toplu konut alanı, Tottenham, 1985'teki isyanların ardından.
* * *
Diğer dava, seyrinin bir kısmını takip ettiğim ve sonlanışını iyi hatırladığım bir davaydı. Davanın sonlanması kısmen kamuoyunun yakından ilgisi ve baskısı sayesinde olmuştu. O sıralarda gazeteler bu davanın İngiltere adalet sisteminde yüzyılın hatası olduğunu yazmışlardı.
Gudjonsson'un da yeniden görüldüğü sırada bilirkişilik yaptığı bu dava meşhur Guildford Dörtlüsü davasıydı. Dava IRA (Irish Republican Army/İrlanda Cumhuriyet Ordusu) üyesi oldukları ve bir bara bomba yerleştirip patlatarak beş kişinin ölümüne yol açtıkları gerekçesiyle müebbet hapse mahkûm olmuş ama aslında olayla ilgisi olmayan üçü İrlandalı biri İngiliz dört genç ile ilgiliydi.
Bin dokuz yüz yetmiş dört yılının ekim ayında, IRA (Irish Republican Army/İrlanda Cumhuriyet Ordusu) Guildford'da iki bara bomba yerleştirmiş ve patlatmıştı. İlk patlamada beş kişi ölmüş, 57 kişi yaralanmıştı. İlk patlamadan sonra boşaltıldığı için ikinci bardaki patlamada ölen olmamış, ancak bar çalışanlarından birkaç kişi yaralanmıştı. Olay büyük bir infial uyandırmış ve 150 dedektif olayı aydınlatmak için işe koşulmuştu. Bundan beş hafta sonra bu kez yerleştirilen değil, fırlatılan bir bombayla Londra'da bir patlama olmuş ve iki kişi ölmüş, 27 kişi yaralanmıştı. Bu olay, polis üzerindeki baskıyı daha da arttırmıştı. Londra'daki patlamanın ardından Paul Hill tutuklanmış ve 24 saat içinde arkadaşı Gerry Conlon ile birlikte olaydan sorumlu olduklarını bildiren bir yazılı itirafta bulunmuştu. Bu ifadenin ardından Conlon da tutuklanmış ve benzer bir ifade vermişti. Conlon'un itirafında Guildford Dörtlüsünün diğer iki üyesi Paddy Armstrong ile Carole Richardson'un adları vardı. Onlar da tutuklanıp iki gün içinde suçu itiraf etmişlerdi. Tüm sanıklar o sıralar yeni uygulamaya konulan Terörizmi Önleme Yasası uygulanarak günlerce avukatlarıyla görüştürülmeden sorgulanmışlardı. Savcılık sanıkların IRA üyesi olduklarını iddia ediyordu, ancak bunun için bir kanıt bulunamamıştı. Sanıkları olayla ilişkilendiren bir kanıt da bulunamadı, davanın temel dayanağı ilk sorgulardaki itiraflardı. Sanıklar itirafların baskıyla ve zorlamayla alındığını, polis ise böyle bir şeyin olmadığını söylüyordu. Mahkeme davadaki birçok çelişkiye, olay sırasında başka yerde olduklarını bildiren tanıkların varlığına, dolaysız kanıtların yokluğuna karşın dörtlüyü müebbet hapse mahkûm etmişti. Dörtlünün avukatı Alastair Logan'ın başka eylemlerden dolayı yakalanmış olan IRA üyesi iki kişinin Guildford eylemini kendilerinin yaptığını belirten ifadelerini mahkemeye sunması da fayda etmemişti. Dörtlünün üyeleri işlemedikleri bir suçtan dolayı on beş yıldan uzun bir süre hapiste kaldıktan sonra 1989 Ekim'inde polisin aleyhteki bazı kanıtları uydurduğu, öte yandan lehteki bazı kanıtları da gizlediği anlaşılınca davanın düşmesiyle salıverilmişlerdi.
Guildford Dörtlüsü'nden biri olan Gerry Conlon, 1989'da serbest bırakıldıktan sonra Old Bailey'nin dışında
Kamuoyunun gözünde masum olan dört gencin yıllar sonra salıverilmeleri tarihi bir olaydı ve gerek davanın önceki süreci gerekse o son karar toplumu derinden etkilemişti. Olay, dörtlünün salıverilmesinden iki üç yıl sonra In the Name of the Father (Babam Adına) adıyla filme alınmış, gelmiş geçmiş en iyi aktörlerden biri olan Daniel Day-Lewis başrolde (Gerry Conlon'u) oynamıştı. Filmi de ne kadar etkilenerek seyrettiğimi hatırladım. Öteden beri buna benzer öykülerden etkilenen bir tabiatım vardır. Şimdi, aradan çok zaman geçtikten sonra tüm öyküyü bir hayli duygusal biçimde takip ettiğimi fark ediyorum.
Kararın açıklandığı gün 9 Ekim 1989'du, o sırada Londra'daydım. Ertesi gün her zamankinden daha çok sayıda gazete almış, haberleri didik didik okumuştum. Bundan kimsenin haberi olmasa da olayın sanki beni kişisel olarak da ilgilendiren bir yanı vardı ve sonucu içimde tatlı bir heyecan uyandırmıştı. O zamanlar yine kamuoyunun yakından takip ettiği ve haksız yere hapiste tutulduğuna inandığı Walter Sisulu ve Nelson Mandela gibi ırkçı rejim karşıtlarının durumları da yakından izlenirdi. Guildford davasıyla aynı sıralarda Sisulu yirmi beş yıl sonra hapisten salıverilmişti, Mandela da sonraki yıl salıverilecekti. Apartheid rejimi tarihe gömüleli otuz yıl oldu. Bir ülkenin resmen ırkçı bir rejimle yönetilmesi fikri bugün ne kadar tuhaf ve uzak, adeta tarih öncesi gibi, oysa bunlar hatırlanabilir yakın geçmişin olayları.
Kitap elimde, sözcüklere dökebileceğimden daha değişik biçimlerde hatıralara dalmışken saate bir göz attım, vakit çok geç olmuştu. Artık yatmalıyım diye düşündüm, ama nedense yerimden kalkıp buzdolabına doğru gittim ve kapağını açıp öylece kaldım. Orada bulmayı beklediğim şeyin ne olduğunu anlamam uzun sürmedi. Düşünmeden yaptığım bu hareket beni şaşırtıp gülümsetti. Dolapta marzipan arıyordum, neden badem ezmesi değil de marzipan (olarak) arıyorsun derseniz, şundan: O vakitler evin sokağındaki Safeway'den haftalık alışveriş yaparken en gerekli olanlar dışında fazladan aldığım tek yiyecek sarı bir jelatinli paket içinde üzerinde italik kırmızı harflerle Marzipan yazan bir kutu badem ezmesiydi. Uzun akşam okumaları sırasında çayımı içerken ağzımı bir parça marzipanla tatlandırmak o zamanki şartlar altında mütevazı ama bana yeten bir keyifti.
Çağrışım kelimesini genellikle sözel durumlar için kullanıyoruz, ama tat, koku, türlü bedensel algılar da aslında hatıralara kendiliklerinden sızıp eşlik ediyorlar. Nedense sanki zaman tüneli kısa bir süreliğine açılmış da eski halimi bir süreliğine görme imkânına kavuşmuşum gibi hoş bir duygu oluşturdu bu "total" hatırlama. O yüzden, belki yarın bir parça badem ezmesi alırım, belki can kardeşim Pseudo Murat'ı arar, ona Guildford Dörtlüsü hakkında ne hatırladığını sorarım. Belki bir bakıma çok eskide kalmış gibi görünen bu davaların bugün etrafımızda görülen güncel bazı davalarla benzerlikleri hakkında konuşuruz.
KAYNAKÇA
Baldwin, J. (1993). Police interviewing techniques. Establishing truth or proof ? The British Journal of Criminology, 33, 325–352.
Bryan, I. (1997). Interrogation and Confession. A study of progress, process and practice. Dartmouth: Ashgate.
Cohen, S. & Golan, D. (1991). The interrogation of Palestinians during the intifada: ill-treatment, ‘moderate physical pressure' or torture? Jerusalem: The Israeli Information Center for Human Rights in the Occupied Territories.
Conlon, G. (1990). Proved innocent. The story of Gerry Conlon of the Guildford Four. London: Hamish Hamilton.
Ekman P. (1992). Telling lies. Clues to deceit in the marketplace, politics, and marriage. New York: Norton.
Gudjonsson, G.H. (1989). The psychology of false confessions. The Medico-Legal Journal, 57, 93–110.
Gudjonsson,G.H. (1996). Custodial confinement, interrogation and coerced confessions. In D. Forrest (Ed.), A glimpse of hell. Reports on torture worldwide. London: Amnesty International, 36–45.
Gudjonsson, G.H. & Sigurdsson, J.F. (1999). The Gudjonsson Confession Questionnaire—Revised (GCQ-R): factor structure and its relationship with personality. Personality and Individual Differences, 27(5), 953–968.
Inbau, F.E., Reid, J.E., Buckley, J.P. & Jayne, B.C. (2001). Criminal interrogation and confessions. 4th edn. Gaithersberg, MD: Aspen.
Leo, R.A. (2001a). False confessions. Causes, consequences and solutions. In S.A.Westervelt and J.A. Humphrey (Eds), Wrongly convicted. Perspectives on failed justice. London: Rutgers University Press, 36–54.
Moston, S., Stephenson, G.M. & Williamson, T.M. (1992). The effects of case characteristics on suspect behaviour during questioning. British Journal of Criminology, 32, 23–40.
Rattner, A. (1988). Convicted but innocent. Wrongful conviction and the criminal justice system. Law Human Behavior, 12, 283–293.
Victory, P. (2002). Justice and truth. The Guildford Four and the Maguire Seven. London: Sinclair-Stevenson.
Zimbardo, P.G. (1967). The psychology of police confessions. Psychology Today, 1, 17–27.
Türkay Demir kimdir? Psikanalist ve Çocuk ve Ergen Psikiyatrıdır. İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olmuş, uzmanlık eğitimini de aynı yerde tamamlamıştır. Uzman olarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde çalışmış, daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalında öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yapmıştır. Fakülteden 2017 yılında ayrılmıştır ve halen kendi ofisinde çalışmaktadır. Yeni Olgu, Birikim, Virgül, Artimento, Psikeart, Başka, Psikanaliz Yazıları, Psikanaliz Defterleri, Psikanalizin Dili gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Aşk ve Öbür Duygular (2004), Canavar ve Kurbanı (2006), Ruhsallığın Merkezine Seyahat (2013) adlı kitapları vardır. |