Havada kesif bir sis vardı. İnternetteki yorumlara bakılırsa, teleferikle çıkılan tepeden şehir manzarası harikaydı ama sisli günlerde yukarı çıkmaya değmezdi. Yine de çıkmak istiyordun, bense beş altı metre ötesini görünmez kılan sisten hevesim kırılmış, vazgeçelim diyordum. Sen ısrar edince ne istediğini tam bilmeden inat ettiğini düşündüm, “İnat Kuca’da kahve içince inat kesildin” diye şakasını da yaptım. “Sisten bir şey görememek önemli değil, ben zaten sisi görmek istiyorum” dediğinde ayıkır gibi oldum. Bir şey kazanamayacağımı düşündüğüm işi yapmazsam çok şey kaybedebileceğimi fark ettim. Onu gezdiriyor değilsin, onunla geziyorsun diye hatırlattım kendime.
Teleferiğe doğru yürümeye başladık. Bu havada çalışmayabileceğini düşünüyor, hatta belki de umuyordum. Çalışıyordu, üstelik yukarı çıkanlar az sayıda olduğundan kabinler müstakilen kullanılabiliyordu. İkimiz karşılıklı oturduk ve sisin içinde ilerledik, ben hâlâ bu beyaz karanlığın içinde yolculuk etmenin anlamsız olduğu fikrinden kurtulamamış olarak sana istediğin bu muydu diye sordum. Öyleymiş, sen durumdan memnundun.
Sonra yukarı vardık, kabinden indik. Çıkar çıkmaz öyle bir şaşırdım ki! Dışarıda inanılmaz güzellikte bir kış manzarası vardı. Tertemiz karlarla süslenmiş ağaçların görüntüsü bir anda hâleti ruhiyemi değiştirdi. Sana baktım, yüzünde bir tebessüm seziliyordu ama hiçbir şaşkınlık ifadesi yoktu, beklediğin buymuş, bunu bulacağımızı biliyormuş gibiydin.
Az sonra güneş beklenmedik biçimde bulutları delerek yüzünü gösterdi ve ışığın mucizevi oyunlarıyla manzaramız daha da şenlendi. Şimdi başlangıçtakinden tümüyle farklı bir havadaydım. Sen istiyorsun diye gönülsüzce başladığım gezi içimi ferahlatan, zihnimi arıtan bir yolculuğa dönüşmüştü. Israrın için teşekkür ettim. Tepeye çıkma işinin böyle sonlanmasından, senin “haklı” çıkmandan dolayı garip bir hoşnutluk duyuyor, senin adına da seviniyordum.
Güneş yarım saat kadar dayandıktan sonra yine bulutların gerisinde kaldı, ışığın feri söndü, biz de memnun mesut ayrıldık tepeden.
Sonraki günlerde bu hâlimiz sık sık aklıma geldi. Tepedeyken bir başka türlü konuşmuşuz, birbirimizi bir başka türlü anlamışız gibi hissediyordum. Doğanın, sanatın ya da gündelik hayatın karşımıza çıkardığı istisnai güzellikler, etkileyici görünümler tanık olanları ortakça etkileyip onları birbirine yakınlaştırıyor. Biz de belki seninle bu anların ortaya çıkma ihtimalini artıracak türlü şeyler yapıyoruz.
Bildiğimiz bir nesnenin yeni bir ışık altında başka ve daha güzel bir şeye dönüşebilmesi gibi, derin bir duygudaşlık hâlindeyken hissedilen sevgi ve yakınlık da kendisinden fazlasına tekâmül edebiliyor. Yakınlığın, yakınlık hissinin bir sınırı olmadığını, her yakınlığın dahasının olduğunu sayende öğrendim.
Bir hafta önceki o günü sadece yaşandığı hâliyle değil, daha geniş manada, hayatımızı temsil eder şekliyle de düşündüm. Belki dedim kendi kendime, bundan bir şeyler öğrenebilirim. Kendimi “sorumlu ve yetkili” hissetmekten kurtulup basitçe sana eşlik etmemde, ısrarın böylesi bir sonuç verdiğinde duyduğum sevinçte, olağanüstü güzellikteki manzaranın hissettirdiği ortaklık ve yakınlıkta şüphesiz bazı dersler vardı.
Hafızamın hep muhafaza etmesini isteyeceğim ne güzel ne kıymetli bir gün.
Türkay Demir kimdir? Psikanalist ve Çocuk ve Ergen Psikiyatrıdır. İstanbul Tıp Fakültesinden mezun olmuş, uzmanlık eğitimini de aynı yerde tamamlamıştır. Uzman olarak Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde çalışmış, daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalında öğretim üyeliği ve bölüm başkanlığı yapmıştır. Fakülteden 2017 yılında ayrılmıştır ve halen kendi ofisinde çalışmaktadır. Yeni Olgu, Birikim, Virgül, Artimento, Psikeart, Başka, Psikanaliz Yazıları, Psikanaliz Defterleri, Psikanalizin Dili gibi dergilerde yazıları yayınlanmıştır. Aşk ve Öbür Duygular (2004), Canavar ve Kurbanı (2006), Ruhsallığın Merkezine Seyahat (2013) adlı kitapları vardır. |