Ahmet Çakır
Sevgili Ahmet Çakır’ı en verimli olduğu bir dönemde, 72 yaşında, ömrünün en üretken ve bilge çağında kaybettik.
Her entelektüelin ölümü, insanlığın ve kültürün büyük bir kaybıdır. Her ölüm erken ölümdür. Çok üzüntü verici ki, Ahmet Çakır da zamansız aramızdan ayrıldı.
Ahmet Çakır’ı sadece bir spor yazarı olarak görmek, onun sadece bir özelliğini kavramak olur. O çok yönlü, yaratıcı bir düşün insanıydı aynı zamanda. Türk Dili Kurumu ödülü almış bir öykücü, soluksuz okunan bir roman yazarı, sahneye konulmak üzere hikaye oyunlaştırıcı, spor tarihi araştırıcısı, televizyon programı yapımcısı, aylık spor dergisi yayımlayıcısı, EfendiLig kurucusu, Şirketler Ligi futbol yorumcusu, Spor Yazarları Derneği yöneticisi, iyi bir yüzücü ve futbol oyuncusu, çok değerli bir centilmen ve güzellikler peşinden koşan iyi bir insandı.
Tuğrul Akşar ve Ahmet Çakır (soldan sağa)
Ahmet Çakır’ı 1997’de Radikal’deki köşe yazılarından tanıdım. Her yazısını hayranlıkla okur, notlar alır, altına yorumlar yapardım.
Ahmet Çakır ile daha sonra tanıştık, dost olduk. Onu yakından tanıma fırsatım oldu. Bir ara gittiğim Levent’teki Spor Yazarları Derneği yüzme havuzunda birlikte çok zaman geçirme fırsatım oldu. Sürekli okur, notlar alır ve araştırırdı. Entelektüel kişiliğine olan hayranlığım, onu yakından tanıdıktan sonra daha da arttı.
Duru bir Türkçe kullanırdı. Kesinlikle sözcük tekrarına yer vermezdi. Akıcı ve kolay okunabilen bir yazım tarzı vardı. Yazısında geçen her kelime özenle seçilmiş ve konuyu en iyi anlatacak şekilde olurdu. Türkçe’nin yanlış kullanılmasına hiç tahammül edemezdi. Aynı anlama gelen sözcüklerin bir arada kullanılmasını eleştirir ve hemen gerekli düzeltmeleri yapardı. Hatta bir kitabımı yayın öncesi ona imzalarken, telaşla “Çok kıymetli ve değerli…” diye başlayan teşekkür yazımı yazdığımda, hata yaptığımı anladım ama “iş işten geçmişti”, düzeltme olanağım olmadı. Neyse ki, Ahmet Çakır, yayında “Sevgili Tuğrul kardeşim bana bu kitabını imzalayıp verdi. Teşekküründe de şöyle yazdı” diyerek, beni kırmadan yazım hatamı düzeltivermişti. Çok kibar ve zarif bir davranış sergileyerek, yayında da olsa Türkçenin doğru kullanımına ilişkin bana bir ders vermişti.
Bir kitap yazacağı zaman kitabında kullanacağı verilerin doğruluğunu teyit etmeden asla o bilgiyi kitabına almaz; onu doğrulatıncaya kadar araştırmasına devam ederdi. Buna çoğu kez yakından tanık oldum. Ondaki bu titizlik aydın sorumluluğunun bir gereğiydi. Yalan ve yanlış bilgilerin kullanılmasından, bunların makalelerde ve kitaplarda yer almasından nefret ederdi. Adeta bu davranış biçimini ortadan kaldırmak için mücadele eder; günlerce bir sözcüğün, bir verinin peşinden koşardı. Bunu yaparken de ortaya yeni bir araştırma konusu çıkartırdı.
Yazarın namuslu olması gerektiğini her haliyle ortaya koyar, bunu söylemleriyle de dile getirirdi.
İnanılmaz bir bilgi birikimine sahipti. Özellikle spor tarihi konusunda ansiklopedik bir hafızası ve arşivi vardı. Adeta yaşayan bir kütüphane gibiydi. Spor tarihimizle ilgili kuytuda kalmış çoğu olaya ve istatistiki bilgiye hakimdi. Spor tarihimizle ilgili doğru bilinen çoğu yanlışı da düzeltme fırsatı bulmuştu. Onunla her konuştuğumda, bildiğimi sandığım birçok tarihsel olayda yanıldığımı öğrenirdim.
Yazarken de araştırırken de titiz birisiydi.
Daha sonraları televizyonda spor ve spor kitapları programları yaptı. Beni birçok kere programlarına davet etti. Ben de onun yayınlarına severek katıldım.
Yayınlarında ufuk açıcı sorular sorar, konuşurken müdahale etmez, konuyu güzel özetler, ev sahibi olmanın tüm nezaketini sonuna kadar sergilerdi.
Ahmet Çakır spor dünyasının farklı bir entelektüeliydi. Onun yerini bu birikimde doldurmak gerçekten çok zor. Bu nitelikte, özgünlüğü olan, bir konunun her şeyini bilen ve bunu asla bir övünç konusu haline getirmeyen, üretken, çalışkan başka bir Ahmet Çakır’ın gelmesi çok zor.
Ahmet Çakır’ın rahatsızlığından ilk zamanlar haberim olmamıştı. Beni Birgün bir programına davet ederken, “Kardeş, belki haberin yoktur, paylaşayım. Başımda bir illet var. Onunla mücadele ediyorum. Beyin tümörü ile boğuşuyorum. Ama bu bizim program yapmamıza engel değil. Seni ‘Sporsever’e bekliyorum” demişti. O zaman hastalığı konusunda bilgi sahibi oldum. Her programına katıldığımda bana yeni kitabını imzalar, “Bu sende yoktur” diyerek, kitap konusuna ilişkin sohbet derdi. Ben de ona her kitabımı imzalayarak verirdim.
Ahmet Çakır okumayı sevdiği kadar, yazmayı da seven bir spor yazarıydı. El altında tutulması gereken, her biri çok değerli yirminin üzerinde esere imza attı.
Galatasaraylı olmasına karşın asla taraftar kimliğini ön plana çıkartmaz, olaylara bir sporsever gözüyle bakardı. Zaten programının adını da “Sporsever” koymuştu. Ona göre her şey, taraftarlıktan sporseverliğe ya da futbol severliğe geçmekle hallolacaktı. Hep böyle düşünür ve yazardı.
Sporsever’e en son Aralık 2023’te de konuk olmuştum. Bana o gün “Olimpiyat Kitabı”nı imzalayıp verdi.
Bu onu son görüşüm oldu. Ondan sonra birkaç kez telefonla görüşsem de bir araya gelme olanağımız olmadı. Daha sonra da maalesef onu kaybettik.
2006’da rahmetli Kutlu Merih ile yayımladığım Futbol Ekonomisi kitabımıza da nefis Türkçesiyle bir önsöz yazmıştı.
Çok saygın bir spor entelektüelinin apansız aramızdan ayrılması, Türk sporu ve yazını için çok büyük bir kayıptır. Yeri doldurulması mümkün olamayacak bir düşün insanından mahrum kalmak, bu işin içinde olanlar açısından büyük bir yoksunluktur.
Efsane The Beatles’ın kurucularından John Lennon’ın çok sevdiğim bir sözü vardır. “Yaşam, siz onunla ilgili planlar yaparken, başınıza gelenlerdir” diye. İşte tam da bu söz vücut buldu Ahmet Çakır’la… Ahmet Çakır yaşasaydı, daha gerçekleştirmeyi düşündüğü birçok projesi vardı. Ama hayat, ömür ve planladıklarını gerçekleştirme konusunda ona bonkör davranmadı ne yazık ki…
O kadar eser üretmesine ve toplumsal katkılarına karşın Ahmet Çakır, hastalığı nedeniyle henüz gerçekleştirmeyi düşündüklerini yapamayacak olmanın kaygısı içindeydi. Ahmet Çakır toplumsal sorumluluğunu, duyarlılığını, centilmenliğini, nezaket ve zarafetini ölüm yatağında bile bırakmadı.
Son günlerinin yaklaştığını bildiği için arka arkaya kitaplar yayınladı. Bir kitabı da Ekim’24’te çıkacak. O, bu kitabını göremedi ne yazık ki. Böylesi insanların kısa ömürlü olmaları toplumsal yaşam ve kültür açısından büyük bir eksiklik. Çok üzüntü verici.
Seni çok özleyeceğiz ve arayacağız sevgili Ahmet Çakır… Işıklar içinde uyu…
Tuğrul Akşar kimdir? Tuğrul Akşar 1962 yılında Niğde'de doğdu. 1988'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü'nden mezun oldu. Aynı fakültenin İşletme Anabilim dalında yüksek lisansını tamamladı. 1989'dan itibaren bankacılık sektöründe yönetici olarak çalıştı. Konusunda referans olan ilk kitabı "Endüstriyel Futbol" 2005 yılında yayımlandı. 2006'da Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte "Futbol Ekonomisi", 2008'de "Futbol Yönetimi" adlı kitapları çıktı. 2010'da "Futbolun Ekonomi Politiği", 2013'te "Krizdeki Futbol", 2020'de de altıncı kitabı "Endüstriyel Futbolun En Üst Aşaması: Finansal Futbol" yayımlandı. Doç. Dr. Kutlu Merih ile birlikte 2005 yılında Futbol Ekonomisi Stratejik Araştırma Merkezi'ni kurdu. Türkiye Kurumsal Yönetim Derneği'nin (TKYD) oluşturduğu Kurumsal Yönetim ve Futbol Endüstrisi Çalışma Grubu'nda da yer alan Akşar, 2010'da yayımlanan "Kurumsal Yönetim İlkeleri Işığında Türk Futbol Kulüpleri Yönetim Rehberi"nin iki bölümünü kaleme aldı. "Futbol Ekonomisi" ve "Futbol Yönetimi" kitapları bazı üniversitelerde seçmeli derslerde ana kaynak olarak okutulan Akşar, Türk futbolunun sorunlarına çözüm olabilecek araştırmaları yayımlama, araştırmacılara referans sağlama, futbolun entelektüel boyutuna katkıda bulunma amacıyla www. futbolekonomi.com sitesini hayata geçirdi. Bir süre Radikal ve Cumhuriyet Spor eklerinde ve Tamsaha'da yazdı, halen Dünya gazetesinin haftalık "Ekospor" köşesinde ve Mayıs 2015'ten itibaren T24'te yazıyor. |