Tuğrul Akşar

30 Mayıs 2019

Beyaz Zambaklar Ülkesi'nde futbol

Bugün Türk futbolunun temel problemi altyapı değil, üstyapı sorunudur!

Rus yazar Grigory Petrov (1866, Rusya- 1925, Paris) tarafından 1923’te  yazılan “Beyaz Zambaklar Ülkesinde“, Finlandiya’nın esaret içinde bir bataklıklar ülkesi olmaktan, özgür bir beyaz zambaklar ülkesine nasıl dönüştüğünü anlatan bir kitaptır. Bu kitap, Petrov’un anlattığı Finlandiya’ya erişmek için bütün ülkelerin çaba göstermesi gereken ideal bir halk ve devlet yapılanmasının hayalidir.

Her Şey Eğitimle Başlar

Cumhuriyet’in henüz yeni kurulmaya başlandığı yıllarda, savaştan harabeye dönüşmüş, okuma yazma oranı son derece düşük, hastalığın kol gezdiği genç Türkiye Cumhuriyeti’nde, Atatürk bu kitabı İlk gördüğünde bir gecede okur ve onu ulusal kalkınma ve toplumsal ilerlemenin sağlanmasında toplumu harekete geçirecek bir düşünceler maniveleası olarak görür. Bunun üzerine toplumun bütün katmanlarına askerlere, öğretmenlere, işçilere, köylülere, din adamlarına ulaştırılabilmesi için 1928’de Türkçe’ye çevirterek başta okullar olmak üzere her kesime dağıtılmasını ve okunmasını ister. Öğretmenlere ücretsiz dağıtılan bu kitabın kahramanı, Finlandiya eğitim sistemini ve toplum yapısını düzeltmek için uğraşan Snelman adlı bir aydındır. Snelman ile birlikte toplumun tüm kesimleri bir bütün halinde çalışır ve fakir Finlandiya ülkesini eğitimle kalkındırırlar. Bu sayede askeri olarak güçsüz olsa bile, kültürel olarak örnek bir ülke ortaya çıkar.  Finlandiya günümüzde “en gelişmiş eğitim sistemi”ne sahip olmasıyla bilinir.

Tüm Zorluklar Dayanışma İle Yenilir 

Bu kitap tüm yoksulluğa, yoksunluğa, olanaksızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne serer.

Her Şey İyi İnsanla Başlar!

Kitap özetle, tüm ülke sorunlarının ülkesine kendisini adayan,  yurtsever  “iyi” insanların yetiştirilmesiyle aşılabileceğini, bunun da ancak  uzun vadeli bir eğitimle yerleştirilen bir sisteme dayalı oluşturulacak bir kültürle ger çekleştirilebileceğini   anlatıyor. Bunu yapabilmenin de,  “Yurtsever insan”, “iyi insan”, “bilgili insan”, “doğruları uygulayabilme ve aklını kullanabilme cesaretini  gösterebilecek insan yetiştirmekle“  mümkün olabileceğini anlatıyor.

“Beyaz Zambaklar Ülkesinde” Spor ve Futbol

 Yazar Petrov Sporda ve futbolda da başarıya ulaşabilmek için Ayrıca sporun, yeni gençliğin yetişmesi ve milletin sağlığı üzerinde ne denli olumlu etkisi olduğunu ifade ediyor bu eşsiz eserinde. Herkül heykeliyle Sokrates portresini karşılaştıran Eser kahramanı “Snelman“, manda bacaklara sahip olmak için çabalarken, Sokrates kafasını ihmal etmeyin, maneviyatınızı ve ruhunuzu geliştirmek için çaba gösterin” diyerek Fin gençliğine öğütler verir. “Finlandiyalı gençler, sizin göreviniz ağır topu daha uzağa ve daha yükseğe atmak değil, ülkenizin gelişmesini ve halkınızın yükselmesini sağlamaktır diyerek“ uyarılarda bulunur. Snelman, "Ben sizlerin - Genç Finlandiyalıların, sadece Macarları ayakla topa vurarak yenmekle yetinmemenizi, aynı zamanda Almanları, Fransızları ve İngilizleri beyniniz, kalbiniz ve iradenizle, bilim ustalık, ticaret, zanaat, adil hukuk düzeni gibi alanlarda, ülke refahının artırılması için halkın verdiği mücadelede yenmenizi istiyorum" diyerek,  ülke sporunun gelişimine örnek olabileceğini anlatır ve “güçlü bacakların değil, kafaların ihtiyacına“ vurgu yapar. “Herkül gibi, vücudu büyük ancak kafası küçük birer heykel değil; Sokrates gibi beyni kafasının içine sığmayacak bilginler olmalarını öğütler.“

 Bu gerçekten de çok doğru bir ifadedir. Efsane futbol insanı Johan Cruyff’un da ifade ettiği gibi “futbol ayaklarla değil, beyinle oynanan bir oyundur ve ayaklar sadece ona eşlik eder.” 

Yani, futbolda ve sporda düşünen ve aklını kullanabilme cesaretini ortaya koyabilecek sporcu insanlar yetiştirdiğimiz ölçüde başarıya ulaşma şansımız var. 

İnsanlığın bugünlere ulaşmasında, kendi aklını kullanmaya cesaret etmesinin çok büyük rolü bulunuyor.  Şunu bir kez daha anımsatmakta yarar var ki, “Aydınlanma“ mücadelesinde insanoğlu çok önemli bedeller ödeyerek, kendi aklıyla düşünmeye cesaret etti ve bugünlere geldi.

Türk Futbolu İçin “Sapere Aude” 

Sapere aude (Latince: "Bilmeye cesaret et!") İlk defa Horatius tarafından kullanılan Latince deyiş. Horatius'un kullandığı haliyle “Dimidium facti qui coepit habet: sapere aude“ yani, "Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!" dir. Immanuel Kant ve Aydınlanma Çağı ile özdeşleşmiştir. Kant "Aydınlanma Nedir?" adlı denemesinde aydınlanma çağının felsefesini bu deyiş ile özetlemiştir.

Bu iki sözcüğün yaşamımızda kültürden sosyolojiye, psikolojiden felsefeye, pozitif bilimlerden spora kadar çok geniş yaşam alanlarımızda çok önemli yer tuttuğuna inanırım. Bu bağlamda, bugün de Türk Futbolunun kendi aklını kullanarak ya da buna cesaret ederek, içinde bulunduğu sorunlardan çıkacağına inanan bir iyimserliğe sahibim. Çoğu aşılmaz gibi görünen sorunların çözüme kavuşturulmasında, Arşimet’in dünyayı değiştirmek için aradığı kaldıracın aslında bu olduğuna inanıyorum. Çünkü, her türlü zorluk ve sıkıntının üstesinden gelinmesinin yolunun öncelikle, özgür düşünme yetisinin harekete geçirilmesine bağlı olduğunu düşünürüm. Bu sayede insanın, doğayı ve toplumu değiştirmek için aklını kullanmaya cesaret etmek zorunda olduğunu, kendi bireysel yaşamımda da deneyimlemiş birisi olarak görür ve değerlendiririm.  

Bugün Türk Futbolunun Temel Problemi Altyapı Değil, Üstyapı Sorunudur!

Bugün her yönüyle dibe vurmuş Türk futbolunun temel sorunu, bir üst yapı sorunudur. 

Türk futbolu son yirmi yılda parasal gelirlerini yaklaşık % 650 arttırarak, 700 Milyon Euro’ya ulaştırmasına karşın, bu gelişimini yönetsel alanda, üst yapıda sağlayamadı. Parasal büyümenin gerektirdiği yönetsel yeniden yapılanma ne yazık ki gerçekleştirilemedi. Kulüpler yüz milyon Eurolara ulaşan bütçelerini, konvansiyonel yöntemlerle sürdürmeye çalıştı. Parasal genişlemenin ihtiyacı olan finansal değişim ve gelişim süreci Türk futbolunda sağlıklı yaşanamadı. Bu nedenle de, finansal karaktere bürünen endüstriyel futbol, Türk futbolunun sportif ve mali anlamda Avrupa ve Dünya futbolundan daha fazla pay almasının önünü kesti.  

Para Var, Sportif Başarı Yok!

Yani, demek istediğim odur ki, Türk futbolunda parasal gelişim hızı, yönetsel gelişim hızının üzerine çıktı. Biz bu süreçte ne yazık ki, bu parasal gelişimi yönlendirecek ve yönetecek bir yönetsel yapıyı ne kulüpler, ne de futbol otoritesi bazında kuramadık. Bunu yapamadığımız için de, kulüp borçları son yirmi senede %5500 artarak 14.5 Milyar TL’ne, toplam birikimli zararlarımız %3300 yükselerek 6 Milyar TL’ye, kulüp öz kaynak açıklarımız da %1400 artarak 4.5 Milyar TL’na ulaştı. 

Sportif olarak baktığımızda da, yine bugünkü durumumuzun çok iç açıcı olmadığını görüyoruz. Türk futbolunun bugünkü UEFA (10.sıra) ve FIFA (39.sıra) sıralamasındaki yerinin yirmi yıl önceki sıralamasının gerisinde  kaldığını görüyoruz.  

Genelde futbol yönetimimizin, özelde de kulüp yönetimlerinin futbolun küresel gelişimin gerisinde kalması, Türk futbolunu rekabette geriye düşürdü. Yeterli yönetsel yetkinlik ve olgunluğa ulaşamayan Türk futbolu, sahip olduğu yönetim anlayışıyla bu süreçte yoluna ‘’idare eden’’ bir yapılanma ile devam etti. Kurumsal yönetim ve yönetişimden öcü gibi kaçan Türk futbol yapılanması, Türk futbolunun kötü yönetilmesini de beraberinde getirdi.

Bu olumsuz gelişim sonuç olarak, iyi denetlenmeyen, hesap vermeyen, şeffaf olmayan ve paydaşlarına karşı sorumluluk taşımayan patolojik bir üst futbol yapısını oluşturdu.   Ortaya çıkan bu yapı nihayetinde Türk futbolunu sportif anlamda ilerilere taşıyamadı.

Son Söz 

Türk futbol yapılanması endüstriyel dönüşüm sürecinde, finansal futbolun gerektirdiği üst yapı reorganizasyonunu gerçekleştiremediği için, Avrupa ve Dünya futbolunda rekabette geriye düşmüştür.

Kısacası, bu yetresizliğimiz sonuçta, gelirlerinden fazla gider yaratan, bunun için de yoğun olarak borçlanmaya yönelen, katlandıkları finansman maliyetleri, kur farkları ve genel takım giderleri nedeniyle Sürekli zarar eden bir finansal yapıda, seyirci sayısı düşen, maç günü gelirleri azalan, sponsorluk gelirleri bitmek üzere olan, sadece naklen yayın gelirlerine dayalı, bir Süper Lig inşa etmiştir. 

Sahip olduğumuz futbol yapısı, Türk futbolunu sportif ve mali anlamda ileriye taşıyabilecek yetkinlikten uzaktır. Bu nedenle, Türk futbolu merkez liglerin etrafında bir çevre lig olarak, onlara payanda olmaya devam etmek zorundadır.

Oysa, Atatürk’ün Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında tüm kurumlara dağıtımını istediği “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” isimli kitapta da anlatıldığı üzere,  yaşamın her alanında olduğu gibi kendisini ülkesine adamış, birey olabilme bilincine ulaşmış yurtsever insanlar ve sporcular/futbolcular yetiştirmeliyiz.  Bunu yapabilmek için de, Kant’ın yüz yıllarca önce söylediği gibi ‘’Sapare Aude!’’ diyerek, futbol aklımızı kullanmaya cesaret edip futbolumuzda yeni bir aydınlanma çağı başlatabiliriz. Bunun için Türk futbolu gereken potansiyele sahiptir. Yeter ki, buna niyetimiz olsun…