Tuğçe Tatari

20 Mayıs 2020

Sene 2020; kayıtlara geçsin, bir gazeteciyi daha cezaevinde dövdüler!

Her kesimi ve her düşünceyi kapsayacağı, sarıp sarmalayacağı vaadiyle iktidara gelmiş bir partinin yönetimindeyiz

Evet kimi mağdur daha popüler, daha görünür, daha duyulur olabiliyor. Kimi ise malum, adını bile bilmediğimiz yüzlercesi…

Popüler olmak, tanınır olmak, bir kitle tarafından dava sayılmak çoğu zaman avantaj olsa da bugünün siyasi davalarına konu olan bazı kişiler dosyalarından bağımsız, "kan davalı" olarak görülüyor. Hatta sırf davalı olsun diye özenle aranıp bir "sakınca" bulunuyor. İşte o "kan davalı"lar için ne popüler olmak, ne gündem olmak, ne de haklı olmak mağduriyetinin giderilmesine neden oluyor…

Haksız yere, hukuksuz yere önce içeri tıkıp sonra isimleri üzerinde uyduruk haberlerle tepiniyorlar büyük bir hırs, büyük bir öfkeyle.

Mesela; Osman Kavala.

Mesela; Selahattin Demirtaş.

Son derece net iki örnek.

Benzer bir örnek de Barış Pehlivan ve beraberinde tutuklanan beş gazeteci şüphesiz.

Barış Pehlivan Odatv internet sitesinde yayımlanan bir haberle ilgili olarak "devlet sırrını ifşa etmek" gibi zorlama bir suçlamayla 6 Mart’ta tutuklanmış ve Silivri Cezaevi’ne gönderilmişti.

Geride bıraktığımız haftada Pehlivan’ın cezaevine kabul işlemleri sırasında darp edildiği anın görüntüleri ortaya çıktı.

Görüntüde bir görevlinin Pehlivan’a bağırdığı ve ardından vurduğu görülüyor.

Açıkçası izlemek bile utanmama yetti.

Ya bir de o darpçının yakını olsam, neler hissedeceğim kim bilir.

Açıkçası izlerken kalbim paramparça oldu.

Ya bir de Barış Pehlivan’ın evladı olsam, neler hissedeceğim kim bilir.

İşin duygusal yıkıntısından sıyrılabilirsek...

Hepimizin bildiği üzere; bir cezaevinde, bir devlet memurunun bir "düşünce suçlusu"na şiddet uygulaması tamamen devlet politikalarına bağlıdır.

Cezaevlerinde işkence, sorgu odalarında dayak, her fırsatta darp tamamen siyasetle, tamamen devletin tepeleriyle bağlantılıdır.

Bu tip durumlarda "talimat" gerekmez.

İstenen tavır bellidir zaten.

Zira gardiyanın "ben devletim" diye bağırması da olayı vekâleten imzalar niteliktedir.

Görüntülerin ortaya çıkmasından önce Barış Pehlivan olay anını avukatlarına anlatmış, bunun üzerine suç duyurusunda bulunulmuş ve savcılık "kovuşturmaya yer olmadığı"na karar vermişti. Bu olay iddianameye de "dezenformasyon faaliyeti" olarak girmiş, bir nevi örgütlülük iddiasına "delil" gibi öne sürülmüştü.

Sonuçta görüntüler ortaya çıktı, kimin yalan söylediği ispatlandı ama yine de değişen bir şey olmadı.

Ne bir düzeltme, ne bir özür, ne bir görevden alma, ne bir ufacık kınama… 

Çünkü önemli olan gerçek veya hak değildi.

Tek önemli olan yapılması gerekenlerdi ve yapılıyordu da.

Maalesef bu manada geçmişi epey karanlık lekelerle dolu bir ülkenin insanıyız.

Öldürülen gazeteciler, kaybedilen düşünce insanları, işkencede hayatını kaybedince "pencereden düştü" süsü verilenler…

Evet düşünceye, muhalife toleransı geliştiremeyen bir ülkeyiz.

Ama bunların insanlık suçu olduğunu iddia eden, ifade özgürlüğünün önemini vurgulayarak, her kesimi ve her düşünceyi kapsayacağı, sarıp sarmalayacağı vaadiyle iktidara gelmiş bir partinin yönetimindeyiz.

Bu hâlin üzerinden çok su aktı tabii. Artık başka bir iklim ve vaatlerle yürüyorlar.

Ama fark etmez, biz tarihe not düşmeye inatla devam edeceğiz.

Siyasi tarihin kayıtları önemlidir, hadi bunu da kayıtlara düşelim; Türkiye’de 2020 yılında cezaevinde bir gazeteci daha dövüldü.