Bakınız geçen hafta bir facia yaşadık hep birlikte.
Memleketin en güzel yeşillikleri cayır cayır yandı gözlerimiz önünde.
Vatandaş destek ağı kurdu hem söndürme sürecinde hem de ardından yaraları sarma aşamasında bilfiil çalıştı, çabaladı.
Tüm yangın mağduru canlılar için seferber olundu.
Ünlü isimler olay yerinden yayın yaptı, yangına su sıktı.
Bazı anlarda ‘ünlüler olmasa ne olacaktı’ sorularına neden olacak kadar aktif ‘mücadele’ verdiler.
Ve hükûmet yetersiz kaldı.
Ve hükûmet neredeyse ortada yoktu.
Ve hükûmet ayrıştırıcı dil, saldırgan üslup, bir düşman yaratma, bir suçlu gösterme alışkanlıklarından bir saniye bile geri durmadı.
Hatta izlenimim, yangının en can alıcı günlerinde olay yerlerinde hükûmetin ‘adeta yetersiz kalmış olmayı tercih ettiği’ yönünde algıların yükseldiği anlar da oldu.
Fakat hükûmet adına veya Cumhurbaşkanı adına yapılan tek bir hamle bile bizleri şaşırtmadı.
Çünkü 20 senedir maruz kaldığımız bir tavırdı bu.
‘Artık yeter’ diyeli bile 10 seneyi geçmiştir.
Sanırım Gezi Parkı’nda, Hasankeyf’te, Kuzey Ormanları’nda, nehirlerin, ırmakların sonu olan, doğal su kaynaklarının başına bela olan HES projelerinde, Kaz Dağları’nda, Artvin Cerattepe’de, Salda Gölü’nde öyle çok şaşırmışız, hayal kırıklığına uğramış, olumsuz deneyim yaşamışız ki, buraya kadar hiçbir olumlu beklentimiz kalmamış!
Yani hükûmet adına şaşırmama refleksimiz tamamen doğal seleksiyonun bir sonucudur.
Kitabın bu yanına düşenler, yani ‘ana akımda’ olmayanların hepsi, hepimiz aynı görüşteyiz.
Hepimiz bir şekilde muhalif olmak gerekçesiyle öyle veya böyle ‘üzeri çizilmiş’lerizdir.
Baksanıza Şahan Gökbakar’a bile bedel ödetmek üzereler.
Yani bu ülkede bir kesim için, bedel ödemek işten bile değil, “Yangında bir türlü sağlanmayan hava desteği nerede” diye sormanız bile yeterli!
Buraya kadar anlaştıysak şimdi esas meselemize gelelim.
Ve lafı hiç uzatmadan girelim konuya...
20 yıldır kendi içinde hak ettiği eleştiriyi görmeyen muhalefetin de bugün yaşadıklarımızda katkısı olduğu görüşündeyim.
"Çalışmayacaksanız bizi oyalamayın, yerinize başka siyasetçiler, gelecek vadeden insanlar geçsin" diyorum-yazıyorum da uzun zamandır.
Ama tabii çok kısık bir sesim var benim.
Gerçek bir değişim için oy veren herkesin, oy verdiği milletvekilinden, partiden, genel başkana kadar tüm unsurları eleştirmesi gerekiyor ki bir değişim söz konusu olsun.
Bakınız, bence bu yangın faciasının en ayıp, en kabul edilemez, en ağzımızı açık bırakan ‘siyasi ayağı’ şuydu; yangınlarla beraber muhalif siyasetçilerden tepkiler yükseldi "Söndürmüyorlar çünkü Turizmi Teşvik Kanunu'nu geçirdiler ve yanan yerlere inşaatlar yapacaklar" diyorlardı.
Mümkün müydü bu?
Çok!
Hepimizi aldı bir endişe. Ormanlar sönecekti peki ya sonra?
Tam o sırada skandal ortaya çıktı ki Meclis'ten geçen Turizmi Teşvik Kanunu oylanırken ‘muhalifler’ oylarını kullanmak, bu felakete ‘hayır’ demek üzere orada bile değillermiş.
Bence ülkenin geldiği bu durumda delirtici ve asla kabul edilemeyecek düzeyde bir skandal bu.
CHP, HDP ve TİP…
Bazı partiler bir sözcü eşliğinde epey kısık bir sesle, öz eleştiriden uzak, genel nedenler sıralayarak açıklamaya çalıştılar durumu.
Elbette çok yetersiz ve asla oy verenine hesap verir bir tarzla değildi- ki bizim gelecekten beklentimiz şüphesiz budur-
Kimse çıkıp da "Bu konudaki sorumluluğumu yerine getirmediğim için oy verenlerimden özür dilerim" filan demedi.
Kimse utandığını, ihmalinin farkında olduğunu da belirtmedi.
Tıpkı aktif iktidar siyaseti gibi hiçbir şey olmamışçasına konunun üzerinden atlayıp geçtiler.
Yanan alanlar imara açılacaktı ve tek sorumlu, tek hatalı iktidardı. Bunu haykırarak söylemlerine-siyasetlerine devam ettiler.
Oysa bizler için devam etmedi!
Biz orada kalakaldık!
Haberleri okuduğumuz an oluşan “Nasıl yani” sorusu ve şaşkınlıklarımız giderilmedi.
Geleceğe dair ‘umut bizde’ mesajı veren muhalif siyasetçiler o gün nerede olduklarını, hangi saha çalışmasından dolayı bu hayati oylamaya katılmadıklarını açıklamak zorunda olduklarını ama açıklamadıklarını unutturamadılar.
Şahsen ben şu anki tabloya bakarak CHP’den pek umudu olmayan biriyim ama misal Sezgin Tanrıkulu'nu önemserim. Kıymetli bir muhalif vekildir bana göre.
Onun öz eleştiri verdiğini ve o an ne üzerinde çalıştığı için bu önemli oylamayı kaçırdığını bilmek, kendisinden duymak isterim.
Bir açıklamayı hak ettiğime inanırım muhalif kesim olarak.
Şahsen HDP’nin hem parti hem taban olarak muazzam mağduriyetlerle boğuştuğunu bilirim, bazen Meclis'e uğramaya vakit bulamayacak kadar ‘saha çalışması’ yapmak zorunda oldukları görüşünde olmama rağmen, mesela Filiz Kerestecioğlu, Garo Paylan, Meral Danış Beştaş gibi isimlerden bir özeleştiri eşliğinde o an hangi mağduriyet bölgesinde çalışmakta olduklarını da duymak isterim.
Bu açıklamayı da, talep etmeye gerek kalmadan hak ettiğime inanırım.
Mesela son dönemde muhalif seçmenin bir bölümüne umut vadeden, TİP’i bir oy verme olasılığı haline getiren genç arkadaşlarımın Barış Atay’ın, Sera Kadıgil’in, Erkan Baş’ın neden o anda Meclis'te ve oylamada bulunmadıklarını kendi ağızlarından duymak isterim.
Bu açıklamayı daha haberler çıktığı anda yapmalarını beklerim. Çünkü dediğim gibi, gelecek siyasetinden beklediğimiz perspektif budur ve bu arkadaşlar gelecek siyasetinin kuruculuğuna adaydır.
Daha adaylık mertebesindeyken eleştirildikleri konularda mazeret bildirmeleri ve öz eleştiri verecek-verebilecek kadar halk temelli siyaset yaptıklarını görmek isterim.
Bugüne kadar kişisel olarak sessiz kalanlar veya parti genelinde yapılmış ‘sahadaydık’ açıklamaları çok lakayıt, bizlerin düşüncelerini önemsemeyen görünümdedir ve tarz olarak çok da hayal ettiğimiz, kurulmasını açlıkla, susuzlukla beklediğimiz siyasete ışık yansıtmamaktadır bana göre.
Diyebilirsiniz ki, parlamentoda çoğunluk oyları belli, oylamaya katılsak da sonuç değişmeyecekti! Parlamento tarihinden bazı örneklerin çürüttüğü bu mantığı kabul etmek, her seçimin sonucunda muhalefetin Meclis'e veda etmesidir ki bu olacak şey midir?
Yasama sürecine müdahil olmayan, parlamentoda muhalif bir tartışma açmayarak kamuoyunu bilgilendirmeyen ve harekete geçirmeyen, temsili demokrasinin ve seçmene taahhüdün en büyük karşılığı olan parlamento mesaisine 'tenezzül' etmeyen bu mantığı şüphesiz ki reddederiz!
Katılmadığınız oylamada "orman ve kıyıların imara açılması kanunlaştı"ysa sizler şimdi nasıl "Ormanları yağmalıyorlar" diyeceksiniz?
Misal Muğla Akbelen’den “yangın sıçrayabilir, bahanesiyle orman talanı yapılıyor” çağrıları gelmeye başladı bile.
Bu olası yağmalara ihmallerinizle kapı açmış pozisyonda olduğunuzu düşünmeyecek misiniz?
O gün Meclis'te değildiyseniz bugün Meclis'i aynı konuda önlem almak için toplantıya / göreve nasıl çağıracaksınız?
Ve o önemli soru; Bizler adına bizler için Meclis'te olup korumak zorunda olduğunuz ormanların başına gelen ve gelecek olanlardan hiç mi sorumlu olmayacaksınız?