Tuğçe Tatari

11 Aralık 2019

Ölsen de kalsan da sessizlikten başka hakkın yok bu ülkede!

Kadınlar öldürülürken, gazlanıp gözaltına alınırken Adalet Bakanı 'yeni insan hakları eylem planı' hazırladıklarını söylüyordu...

Hükümet hak ve özgürlüklerin genişlemesi için çalışıyormuş. Biz espriyi anlayamadık, anlatın da gülebilelim.

9 Aralık günü Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bir açıklama yaptı ve "yeni bir insan hakları eylem planı hazırlıyoruz" dedi.

İkinci yargı paketinin çalışmalarının sürdüğünü ve bu pakette insan hakları alanında önemli iyileştirmeler yapılacağını açıkladı.

Aynı zamanda temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi için yeni adımlar atılacağının altını çizdi.

Bu açıklamadan sadece bir gün önce yani 8 Aralık'ta;

"Kadın olmak suçumuz

Kestiğiniz cezamız

Seyrettiğiniz şiddet

Ataerkil bir yargıç

Kadın olmak suçumuz

Kestiğiniz cezamız

Seyrettiğiniz şiddet

Tecavüzler

Cezasız katiller

Şüpheli ölümler

Kadın cinayetleri

Suç bende değil, her neredeysem, ne giydiysem suç bende değil

Suç bende değil, her neredeysem, ne içtiysem suç bende değil

Tecavüzcü sensin

Öldüren sensin

Polisler

Hâkimler

Devlet

Ve başkan

Direnen kadınlar

Dünyada her yerde

Asla yalnız yürümeyeceksin..."

diyen kadınlar; tartaklandı, yerlerde sürüklendi, saçları yolundu, gazlandı ve gözaltına alındı.

Bu sözler Şili'deki Les Tesis adlı feminist örgütün 25 Kasım günü başlattığı danslı ve marşlı protestonun Türkçeye çevrilmiş sözleriydi.

Daha önce de dünyanın dört bir köşesinde kadınların kendi dillerine çevirerek söyledikleri marştı bu ve o eylemlerden gelen görüntülerde kadına şiddet yoktu!

Aksine izleyenin tüylerini diken diken eden, bir 'bir aradalık' hali vardı sadece.

Zaten kadına şiddet dünyanın ortak problemlerinden biriydi.

Ve insan olanın itiraz edebileceği veya 'dağıtmaya' yeltenebileceği durum çoktan aşılmıştı. Bir ayda 40 kadın öldürülüyordu, 40! Hâl böyleyken söz konusu eylemlere sadece vatandaş değil siyasetçiler de katılmalıydı aslında.

Ama hadi beklentilerimizi ülke gerçekliğiyle sınırlı tutalım.

Sonuç ortadaydı; kadınlar ölüyor, kadınlar tecavüze uğruyordu ve kadınlar haklarını arayamıyordu.

Oysa hak aramanın en basit yolu protesto etmek, hükümetler üzerinde baskı kurup bu duruma dur diyecek yasal düzenlemelere mecbur etmekti.

Gerçek inkâr edilemeyecek kadar vahim bir tabloyla ortadaydı; Türkiye'de sadece 1 ayda 40 kadın öldürülüyordu.

Yani bu eylem dalgası Türkiye'ye gelmekte gecikmişti bile!

Ama bir gerçek daha inkâr edilemeyecek kadar vahim bir tabloyla ortadaydı; o da ölsen de kalsan da sessizlikten başka hakkın yoktu bu ülkede!

Hak arama şansın yoktu.

Hesap sorma hakkın yoktu.

Bu gidişe dur diyemezdin.

Şimdi aynı ülkede insan hakları paketlerinden filan söz edilince olmuyor tabii.

Hak düşmanlığı, kadın düşmanlığı, düşünce düşmanlığı ülkeyi boğmuşken aptal yerine konmaktan da beter bir his yaratıyor insanda.

Daha sadece bir gün önce olanlar olmuş,  tüm dünyanın gözleri önünde bu barışçıl ve zararsız eylem kadına şiddet görüntüleriyle son bulmuştu.

Belki de en fenası  kadın polislerin kadın eylemcileri tartaklamasıydı.

Gözlerinin içine bakarak "Yapma lütfen yapma, canım acıyor" diyen kadın eylemcinin çağrısına kulak asmayıp ters kelepçe yapan kadın polisler, insana inancımızı bir kere daha derinden sarsmış ve dünya basınında çarpıcı karelerle yerini almıştı…

Ama işte aynı zaman diliminde aynı ülkede Adalet Bakanı birtakım insan hakları kazanımlarının an meselesi olduğundan söz edebiliyordu.

Bize çıkıp "Siz salaksınız" dese daha ağır bir söz söylemiş sayılmaz, inanın.

Adalet Bakanı "Kadınlar artık ölmesin" eylemi yapmaya en gerekçeli ülkelerden biri olmamıza rağmen kadınlara müdahaleyi 'uygun gören' hükümetin insan hakları konusunda pozitif bir çalışma yapacağını duyuruyordu ve bizlerden de buna inanmamızı bekliyordu.

Kadınlara müdahale etmesi için kadın polisleri görevlendiren, bir gün önce "Yeter artık" diyen kadına tahammül edemeyen, hak hukuk mücadelecilerine yaşam hakkı tanımayan hükümet tam da bugünlerde insan hakları için çalışıyormuş, bak sen!

Kadınlar "Asla yalnız yürümeyeceksin" dedikleri için dayak yerken KHK'lısı, Kürdü, siyasetçisi, akademisyeni, gazetecisi için hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi söz konusuymuş.

Bu eylem planının aynı zamanda AB müzakere sürecinin bir parçası olduğunu da söylemiş bakan.

Biz espriyi anlayamadık anlatın da bari gülebilelim!