Tuğçe Tatari

06 Aralık 2024

Olası barış sürecine nasıl destek olabiliriz?

Bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, muhatapların da anlamaya çalıştığı, belirsiz, ‘ağır çekim’ bir süreçteyiz. Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile. Ancak bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek, sadece sessizce izlemek olacaktır…

Yazılarıma aşina olanlar bilir, lafı eğip bükmeyi, kelimelerin arkasına saklanmayı tercih etmem. Flu ortamları netleştiremedikten sonra bu yazıları yazmanın da bir esprisi kalmayacağını düşünürüm.

Gazeteci dediğiniz, analiz veya yorum -artık hangisini tercih ederseniz- yapıyorsa; okuduğu, gördüğü, tanıklık ettiği, birinci ağızdan, kaynaklardan elde edilmiş verileri değerlendirip bu değerlendirmelere ilaveten deneyimlerini -varsa şayet- harmanlayıp size bilgileri temiz bir şekilde sunma görevi dışında varlık gösteremez -normalde.

Evet, elbette siyasi görüşler de bu analizlere, yorumlara bir miktar şekil verir ki, zaten okur da okuduğu kişinin görüşünü buradan anlar ve yola ya onunla ya da kendine yakın bulduğu bir başka görüşle devam eder.

Fakat Türkiye’de uzunca bir süredir herkes her konunun uzmanı, biliyorsunuz sıklıkla konuşuyoruz vasatlık ve kullanışlılık mesleğe öyle bir nüfuz etti ki, kenarında köşesinde yer alma ihtimali dahi yüz kızartır hâle geldi!

Son günlerde Türkiye’nin önemli gündemlerinden biri de, olası bir yeni barış süreci. Olası diyoruz çünkü bilmediğimiz, anlamadığımız, doğrulatamadığımız, daha doğrusu muhatapların da izleyerek, yaşayarak anlamaya çalıştığı birtakım açıklamalar ve gelişmeler mevzubahis.

Bu olası süreci Devlet Bahçeli dillendiriyor, Tayyip Erdoğan destekliyor, en azından aralarındaki rol dağılımının şimdilik bize yansıyan yüzü bu.

‘Ortalarda’ Ufuk Uras ve Doğu Perinçek gibi isimler de dolaşıyor.

Yayınlarda Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimler birtakım büyük iddialar dillendiriyor.

Onun dışında bir miktar gazeteci var, onlar zaten hep olmayan bilgilerini ‘engin tecrübeleriyle’ de harmanlayıp değerlendirme yapıyorlar. Her konunun uzmanı olan bu ‘arkadaşlar’ söyledikleri sözün çürümesini önemsemediği gibi onu çürütüldüğüyle yüzleştirecek bir izleyici de yok ortalıkla.

Hâliyle gündemde ne varsa çıkıp konuşuyorlar. Kimsenin de bir itibar kaybına uğramadığı, uğratılmadığı bir düzlem.

Kendi açımdan ise bakıyorum; fikrine, bilgisine, tecrübesine güvenilebilecek pek kimse yok gibi ortalıkta.

Olası süreç de aksi gibi çok yavaş ilerliyor.

DEM Partili heyetin İmralı’ya gitmesi konusu misal, konuşulmaya başlanmasıyla gerçekleşmesi ihtimalinin oluşması arasında bile haftalar geçiyor.

Adeta ağır çekim izliyoruz!

Hiç değilse somut bir adımdır ve arkasından heyetin söyleyecekleri önemli olabilir, bekliyoruz bakalım.

Açıkçası bu esnada görüş isteyen, panele davet eden, yazı isteyenlere de anlamadığımız, bilmediğimiz bir konu olduğu için sessiz kalmayı tercih ettiğimizi söylemek durumunda kalıyoruz.

Ülke o kadar herkesin her konuda kendinden aşırı emin bir şekilde konuşmasına alıştı ki, bu beyanımız da üstenci bir yerden alınıyor. Oysa aksine; meziyetimiz bilgiye dayalı yazmak-konuşmak, fazlası olsa yardımcı olalım!

Üstelik içinde yaşadığımız ülkenin hissettirdiği barışçıl bir hava da yok ortada. Üfürülen iddialar ve üzerinde tepinenlerden başka somut verimiz yok açıkçası.

Somut olmayan konuda da konuşmak, önlere atılmak gazetecilik işi değil, kesinlikle değil inanın bana.

Ama konu barış olduğunda da boynumuz kıldan ince elbette.

Kalkıp da kiminle masaya oturulup oturulmayacağını tartışmaya dahi açabileceğimiz bir konu değil bu, evet.

Zira insan yaşamı söz konusu olduğunda ve geride bırakılan yarım yüzyıl yıl içinde ödenen bedeller düşünüldüğünde, her bir hamle fırsattır, gerekirse ‘şeytanla bile’ masaya oturulur diyoruz, mecburuz!

Yazının başına dönersek; bilmediğimiz, okumadığımız, tanıklık etmediğimiz, anlayamadığımız, tecrübelerimizde yer almayan konular üzerine yorum ve analiz yapamayız.

Hele hele olası sürecin başını çeken ‘ittifak ortakları’ geçmiş icraat ve söylemleriyle bu kadar şüpheliyken!

Hepimize karşı olan bir sistem barışı nasıl yeşertecek soruları taptaze, capcanlı duruyorken.

‘Barış ihtimali’ konuşuladururken onlarca gazeteci gözaltına alınıyor.

Suriye gerçeği yanı başımızda yaşanıyor.

Kayyım meselesi dur durak tanımıyor.

Tayyip Erdoğan’ı İsrail politikaları için protesto ettiği gerekçesiyle sadece itiraz dillendiren gencecik insanlar dahi hapse atılıyorken…

Konuşulanların, ortaya atılan iddiaların çoğu safsata gibi kalıyor işte bu aşamada.

Evet barıştan yanayız, aksi düşünülemez bile.

Bu koşullarda ve bu aşamada barış için verebileceğimiz tek destek ise -an itibarı ile- sadece sessizce izlemek olacaktır…

Bir ötesi bizim mesleği aşar!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.