Tuğçe Tatari

16 Nisan 2020

"Okur yazar" arkadaşlar, lütfen biraz susun!

Sokaklar, sosyal medya, televizyonlar; her yer analizcilerin hakimiyetinde, dev bir uğultu gibi. Biraz sessizliğe bırakın kendinizi, söz sizi unutmayacağız!

Evlerimize "kısılmış" bekliyoruz.

Hayatımızda ilk defa karşılaştığımız bir olguyu özümsemeye ve kafayı yemeden bu süreci atlatmanın yollarını yaratmaya çalışıyoruz.

Sandıklardan dikiş makinalarını çıkartıp maske diken var, üreticilerden kumaş talep edip sağlık çalışanlarına kıyafet hazırlayan, kendisini sokak hayvanlarını beslemeye adayan, mahallesinde durumu kötü olanları doyurmak için türlü kampanyalar düzenleyen, zamanını cezaevinde kalan siyasi tutukluların özgürlüğü için mücadeleye yatıranlar var...

Diğer yandan iş yaşamını, eğitim hayatını online sürdürebilmeye çalışanlar var.

Bir de kısıldığı evden sürekli analiz üretenler var...

Maalesef çoğu gazeteci, hukukçu, akademisyen gibi düşünce insanı olmakla birlikte bu iş vatandaşa da sirayet etmiş durumda.

Sokaklar, sosyal medya, televizyon kanalları kısaca her yer analizcilerin hakimiyetinde!

Dev bir uğultu gibi.

"Çağımız insanının ilk defa karşılaştığı bu durumu ne ara özümsediniz, her haline hakim oldunuz da memleket siyasetiyle harmanlayıp bir de analize başladınız" diye soran da yok.

Rakamları biz de izliyoruz, biz de tutarsızlıkları görüyoruz, bizim de hükümete güvenimiz yok da bu ortamda kesin hükümlerle analiz yapmak biraz iddialı değil mi arkadaşlar?

İnanın, özellikle kendi "mahalleme" eleştirim.

"Biraz dursak mı acaba" diye sormadan edemiyorum.

Çünkü komik de görünüyor durum biraz dışarıdan bakınca…

Evlere kapanılmış...

Psikolojiler gel git...

Enerjiler oynak...

Endişeler tavan...

Uğraşlar tükeniyor...

Özlemler artıyor...

Alışkanlıklar çağırıyor...

İmkânsızlıklar büyüyor...

Yani her gün biraz daha zorlaşıyor "durmak", "beklemek", "itidalli olmak".

Üstelik çoğumuz için sorun "sosyalleşememek" veya "seyahat edememek"le de kısıtlı değil.

Cezaevleri, sokaklar yardıma ihtiyaç duyanlarla dolu, çalışmak için her gün sokağa çıkmak durumunda olanların, özellikle de işçilerin koşulları malum.

Diğer yandan bu salgın ortamını da kutuplaşma vesilesi sayan bir iktidarla baş başayız.

Ve her an ve saniye bir "rant" haberi okumaktayız.

Salda Gölü'ne mi yanalım, salgında bile yılmayan ihale düzenine mi, şaşırmış vaziyetteyiz.

Dünya sadece birkaç saat içinde kurulabilecek geçici hastaneler yaratırken, bizde 45 gün sürecek ve mutlaka bir yerinden birilerinin kazancına dönüştürülecek mekânlar söz konusu!

Hiç durmadan olası felaket senaryoları "ben buradayım" diyor alttan alta.

Dünyadan da endişe verici bilgiler alıyoruz. Sadece hastalıkla da ilgili değil şüphesiz...

Hele konu siyasetse, salgın tüm dünya için kartları yeniden karıştırdı, önceki karıştırmalarına da hiç benzemiyor ve görüntü muazzam bulanık.

O yüzden bu süreçte analiz yapmak, tahmin oyunu oynamaktan da öteye gidemiyor. Bir örnek vermek isterim, pandemi günlerinde oturulan yerden yapılan siyasi analizlerin nasıl göründüğüne dair bir fotoğraflama ve de iyi bir örnek olacağına inanıyorum.

Malumunuz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun istifa ettiği gece bir "analiz fırtınası" yaşandı.

Ama ne fırtına!

Tanıdık, bildik, güvendik kim varsa hızlıca yorumlarını paylaşmaya, iddialarını ortaya koymaya başlandı. Önce dendi ki "Tayyip Erdoğan bu sokağa çıkma yasağında, kendisini hatalı uygulamanın kararını veren pozisyona düşüren Soylu’nun istifasını istemişti, bunu hep yapardı, bu onun tarzıydı..."

Soylu sokağa çıkma yasağını açıklarken üzerine basa basa "Cumhurbaşkanımız'ın talimatıyla" demişti ve Tayyip Bey buna çok kızmıştı. Hatta Soylu istifa ettiğini açıklayan metinde "sorumluluğun şahsına ait’ olduğunu vurgulamıştı. Bu ifade sosyal medyada Tayyip Erdoğan'ı çağrıştırıyordu. Çünkü Erdoğan konuşmalarında sık sık "şahsım" kelimesini kullanıyordu. İşte Soylu, açıklamasında "Sorumluluk her yönüyle şahsıma ait" diyerek "subliminal bir mesaj vermeye çalışmış, istifaya zorlandığını, ama esas sorumlunun Cumhurbaşkanı olduğunu açıklamasına kelime oyunlarıyla saklamış" olmalıydı.

Hatta kısa bir süre sonra "edinilen bilgilere göre" sıradaki İçişleri Bakanı Muhterem İnce’ydi!

Süleyman Soylu bakalım bu duruma ne tepki verecekti? Yeni bir parti mi kuracak, yoksa Ali Babacan veya Ahmet Davutoğlu’nun partisine mi katılacaktı? Kim bilir belki de MHP'nin başına geçecekti.

Ve bir şekilde birinin aklına "bakalım bu istifa kararı Cumhurbaşkanı’nın bilgisi dahilinde miydi" sorusu gelmişti.

Bu sefer de analizler "Süleyman Soylu ve Pelikanlar arasında yaşanan güç savaşının 'Damat' tarafından kazanılması, Soylu’yu sokağa çıkma yasağı fiyaskosuyla fena yakalayıp köşeye sıkıştırmış ve istifasını sağlamıştı" yorumlarına odaklandı. Hatta o ünlü "omuz atma" videosu ve "pelikan" olarak adlandırılan tanınmış bazı isimlerin sokağa çıkma yasağı konusunda Soylu’yu eleştiren paylaşımları da bu analizlere, tezi destekler bir edayla iliştirilmişti.

Yine bir "deli"nin aklına "Acaba cumhurbaşkanı istifayı kabul edecek mi" sorusu gelmişti

Ve aynı hızla analizler o sorunun da yönlendirmesiyle "Aile her zaman kazanır. Erdoğan damadını seçecektir" yorumlarına sahne oldu.

Nasıl olduysa birkaç dakika içinde bir yerlerden "Devlet Bahçeli'nin sağlık durumunun kötüleştiği" söylentileri de çıkmıştı.

İşte şimdi tüm taşlar yerine oturmuştu. Bahçeli’nin yerine Süleyman Soylu’yu koyacaklardı ve ittifak ilelebet sürecekti, bu istifa da o yüzdendi!

Derken Saray Sözcüsü "İstifa kabul edilmedi, Soylu görevine devam edecek" açıklamasını yayınladı…

Yine aynı isimler analize devam ediyordu. "Büyük tiyatro oynadılar. Salgın o yanlış uygulama yüzünden çok yayıldı, etkisini göreceğiz ve bu yüzden Soylu tüm hatayı üzerine aldı, Erdoğan’ı halk gözünde temizledi, bağlılıklarını sundu ve konu bitti" diyorlardı.

İsim versem, bu analiz sahiplerini yazsam yazı daha etkileyici bir hale gelecek biliyorum.

Her biri tanıdık, her biri güvendik, koca koca isimler sonuçta!

Ama salgın sürecinde kırgınlık yaşamak istemiyorum, ayrıca aralarında arkadaşlarım bile var!

Bu topa çıkmadan devam etmek isterim yazıya, müsaadenizle…

O gece hepi topu iki saat süren bu "istifa analizi fırtınası"na sadece sosyal medya değil, anlık ileti uygulamaları ve televizyon yayınları da eşlik ediyordu. Analizlerde yaşanan dalgalanma tüm haberleşme aygıtlarından vatandaşın dilinde ve elinde de senkronize bir şekilde gözlemleniyordu.

Ayrıca bu analizlerden biri doğru da olabilirdi ama bazıları gerçekle yakından uzaktan alakası olmayan, uçuk şeylerdi!

Sonuçta politik gerilim dizisi üzerine tahminler yürütür gibi analiz yapamazsınız ki, değil mi?

Her ağzımızdan çıkanın, her kalemimizden akanın sorumluluğu üzerimizde… Yani öyle olmalı, olmalıydı. Ben zaten öyle sanıyordum!

"Analiz fırtınası gecesi" bittikten sonra çoğu isim için konu kapandı, unutuldu.

Sanki hiç olmamış, yaşanmamış gibi başka konulara sıçrandı…

Şimdi ise koca koca "abiler" köşelerinden yazıyor; birileri diyor ki "tiyatroydu", diğerleri diyor ki "hayır güç kavgasıydı." Gizliden bir gerilimli çekişme. Kimin analizi daha kuvvetli, üzerinden yürüyor.

İnanın bedenimde bir kırgınlık hissettim takip ederken. Korkarım koronadan değil de bu süreçte şişerek öleceğim sizin yüzünüzden!

Hayır anlayamıyorum da derdinizi, anlasam o bile bir kazanımdır, diyeceğim ama anlayamıyorum işte!

Dev bir salgının ortasına hapis olmuşken dünya da her gün yeni bir zorluk çıkartıyor, onları da bir şekilde sindirmemiz gerekiyor. Bu da zaman alıyor, almıyor mu sizde?

Depremden mi, Çernobil'den mi, yoksa olası bir açlık dalgası, beklenen ham madde sıkıntısından mı söz ediyorduk az önce, ben yarım kaldım.

Belki sizler kadar hızlı değilim, bilemiyorum.

Zaten güzellik uzmanlarının, diyetisyenlerin "salgın uzmanı" olarak söz sahibi olduğu yayınlardan bezmişiz.

Sosyal medyada sürekli dolaşıma giren asılsız "haberler"den bıkmışız.

Söz asılsız habere gelmişken; geçen gün yine internette dolaşan imzasız bir kanun metninin yasalaştığı, Meclis'ten geçtiği konuşuldu. Yine koca koca isimler yorumlarını paylaştı bizimle. Büyük tepki vardı. Herkes ateş püskürdü ve CHP İstanbul Milletvekili Zeynel Emre’nin "Böyle bir teklif Adalet Komisyonu'na gelmedi dahi, Meclis'te de görüşülmedi ve kanunlaşmadı" demesi üzerine yine aynı isimler sessizliğe bürünüp çok kısa bir süre sonra başka bir konuya zıpladılar.

Yine çok tanınan, bilinen bir hukukçu bazı gazetecilerin kişilik haklarını hiçe sayıp sözüm ona "belgesiyle" bir yanlış haberi ortalara saçtı. Hatası, yanılgısı, ihlal ettiği etik ilkeler, meslek ahlakı ve yaptığı yanlış yüzüne vurulduğunda ise hiçbir şey olmamış gibi başka bir konuya geçerek "analizlerine" devam etti, edebildi…

E hani insan hakları, hani hukuk kuralları, hani insanlığın en temel erdemlerinden olan özür dileme yetisi?

Sizler bir de "en okur yazar", en "doğruları bilen", "en siyasi doğrucu", "en muhalif"siniz!

İnsan irkiliyor bu durum karşısında, inanın…

Acaba diyor ellerine düşsem kaç saniyede parçalanırım!

Neyse…

Süreç de çok sürreel tabii, kişiler de ona uygun diyelim, ne diyelim!

Sonuçta benim şahsi bir ricam olacak, okur yazar arkadaşlardan; sosyal medyalarınızı biraz sadece okumak için, bakmak için kullanın.

Yazmayın lütfen!

Haber paylaşın, bilgi paylaşın, yardıma ihtiyaç paylaşın ama lütfen yorumlarınızı kendinize saklayın.

Hırslarınızı, egonuzu lütfen evinizde yaşatın.

Bir süreliğine inin sahnelerinizden.

Biraz sessizliğe bırakın kendinizi.

Söz sizi unutmayacağız.

Söz kaldığınız yerden "parlamaya" devam edeceksiniz.

Ama şimdi lütfen biraz dinlenin.

Siz dinlenin ki biz de aklıselim düşünebilme yetimizi kaybetmeyelim.