Cereyan eden ve özellikle de tekrarlanan her olayın, eylemin, gündelik ve hatta kişiler arası meselenin dahi politik olduğuna inanlardanım.
Sıklıkla beyan ettiğimiz kadına şiddet meselesinin tamamen siyasi olduğu da bu görüşe yerinde örneklerden biri.
Evrende canlılar hiyerarşisinin en tepe noktasında konumlanan insan ve yavrusunun yaşadığı suistimalleri bu görüşten kopararak değerlendiremeyeceğimiz gibi takdir ederseniz hiçbir ayrıcalığı, koruması olmayan 'hayvanlar'a çektirilen zulmü de yürütülen politikalardan ayıramayız.
Özellikle son yıllarda 'vahşice' işlenen hayvan katliamları özellikle de 'devlet eliyle' kurulmuş 'koruma evleri', yani barınaklarda yaşananlar gündemimizde.
Daha yeni Konya'da kafasına kürekle vurula vurula öldürülen köpeklerin görüntülerini hatırlayalım lütfen burada.
Ümraniye Belediyesi'nde yaşananlar da taze…
Gündemde hak ettiği yeri pek bulamayan 'barınak sorunu' aklımıza ilk olarak açlıktan kıvranarak ölen kedi-köpeklerin görüntüsünü getiriyor şüphesiz.
Benim de uzun zamandır takibimde olan, dikkatimi çeken, fakat bir türlü bahsetmeye sıra gelmeyen 'politik' sorunlardan biri…
Geçen hafta gündeme Beykoz Belediyesi Hayvan Rehabilitasyon Merkezi'nde yaşanan bir olay düştü. Bilmem belki çoğunuzun gözünden kaçtı.
Haberdeki iddiaya göre, merkezde çalışan bir veteriner hekim 'içeride' yaşananların görüntüsünü almış, bu görüntüler bir şekilde sosyal medyaya, hayvan haklarını konu eden sayfalara düşmüş ve bu durumdan haberdar olan hayvan hakları savunucuları iddialara konu olan barınağın girişinde ateş yakarak bekleme eylemine başlamışlardı.
Bu arada şu bilgiyi de hatırlatmam gerekir, söz konusu iddialara konu olan yerleşke, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat kefil olduğu ve 'örnek gösterdiği' barınak olma özelliğinde bir kamu kuruluşu…
Haberi okuduktan sonra Beykoz'un ücra bir köşesinde yer alan ormanlık alana doğru yola çıktım. Temel amacım 'barınaklarda yaşananları' içeriden anlatan o kişiyle konuşmaktı.
Uzun ve karanlık orman yollarını aştıktan sonra büyüklüğüne şaşırdığım 'rehabilitasyon merkezi'ne ulaştım. Heybeti gerçekten de hizmetiyle alakalı bir iddia ortaya koyar gibiydi.
Kapısının önünde ateş yakmış nöbet tutan kalabalıkla biraz sohbet ettim. Anlattıklarına hiç şaşırmadım ama tabii olarak çok üzüldüm. Onlara şimdi bu yazıda değinmeyeceğim, zaten hayvan seven ve bu ülkede yaşayan herkesin vakıf olduğu sorunlardı…
Aradığım veteriner eylemde değildi ama kendisinin iletişim bilgilerine ulaştım ve bir görüşme talep ettim. İddialarını kendisinden dinlemek, sosyal medyada gördüğüm görüntüleri bir de ondan öğrenmek istedim.
27 yaşındaki veteriner hekim Ege Kabataş hâlihazırda Aksaray Üniversitesi'nde cerrahi yüksek lisansı yapan, idealist bir görüntü veren bir genç vatandaş. Mezun olduktan sonra özel sektörde veterinerlik yapmış, kendi veteriner kliniğini de açmış ama maddi olanaksızlıklar nedeniyle sürdürememiş.
İş ararken meslek büyüklerinin ve hocalarının da yönlendirmesiyle 'Beykoz Belediyesi'nin veteriner hekim aradığı'nı duyuran ilandan haberdar olmuş ve başvurmuş.
Kişisel bilgileri, adli sicil kaydı, güncel sağlık raporları ve diğer evrakı istendikten sonra iki ay süreyle 'incelemeye' tabi tutulmuş. İki ay sonra mülakata çağrılmış ve sicil kaydında yer alan 1000 TL'lik para cezasının ne olduğu sorulmuş. Sosyal medya üzerinden girdiği bir tartışma sonucu 'huzuru bozmak' suçlamasıyla para cezasına çarptırıldığını söylemiş.
Bu durumun işe alımında bir sorun yaratmayacağı, önemsiz bulunduğu kendisine beyan edildikten sonra işe başlamış. Ege Kabataş'a bir oryantasyon süreci tanınmış ve o süreçte çalışmak istediği alanı kendisinin seçmesi istenmiş. En elzem ve acil ihtiyacı 'köpek' bölümünde gözlemlediği için orayı seçmiş.
Barınaktaki denetime gösterilen direnç
Kafesler kapasite üzerinde (300'e yakın köpek tedavi bekliyor, 500'e yakın köpek doğal alanda beslenme ve temizlik hizmeti bekliyor) dolu, hasta ve ameliyatlı hayvanlar bir arada, açık yaralıların hijyenik ortamında ve tedavi sürecinde ciddi sorunlar tespit etmiş. Evrakın uyuşması ve talimatların uygulanmasıyla sistemli bir çalışma kurmaya odaklanmış.
"Çok emek verilmesi gereken bir sisteme dönüştü hem evraklar yazılacak hem beden gücü artacak tabii hemen huzursuzluklar, lobiler başladı" diye anlatıyor yaşadığı süreci.
Sadece tedaviye vakit ve emek harcamak değil, çalışma koşullarının değişmesine karşı oluşan dirençle de mücadele etmek gerekliliği baş gösteriyor. İşlerin artmasıyla içeride başlayan tartışmalar geceleri ev basmaya, mesai saatlerinde üzerine yürümeye kadar varıyor.
Oluşan baskılara rağmen işini yapmayanı, eksik yapanı tespit ediyor ve haklarında yasal işlem başlatmak istiyor. Her birini müdüre raporluyor.
Fakat kendisine karşı alınan tavırlar, gününde ve saatinde hayvanları beslememek veya temizlememek olarak geri dönüyor. Ve yönetim bu olaylara bir 'dur' demiyor. Dememe sebebini de 'belli bir yönetmelik olmaması' olarak gösteriyor.
O günlerde belediye 'kurban komisyonu'nda görevlendiriliyor Ege Kabataş. 40 işletmeyi denetliyor. Ve bu denetlemeler esnasında bazı işletmelerde tüberkülozlu hayvanların kurban eti olarak kesildiğini tespit ediyor.
"İmha ettirmek istedim hastalıklı organları, 'Bu etlerin de alıcısı var Afganlar'a satıyoruz, kendileri istiyorlar' dendi. Tabii kabul etmedim bu açıklamayı, fakat 'sen kim oluyorsun ya, ben senin müdürünü tanıyorum' denilerek üzerime yüründü ve gerilimin sonunda müdürün talimatıyla olay yerinden geri çekildim. Düşünebiliyor musunuz, o etler insan sağlığını tehdit ediyordu ama hiçbir yaptırım uygulamama izin verilmedi" diye anlatıyor yaşadıklarından sadece birini.
Bu olaydan sonra aldığı tüm görevleri, görev yerlerini ve yaşananları düşünmeye başlıyor Ege Kabataş:
"Yarın öbür gün yapmadığım, uygun bulmadığım bir eylemle ilişkilendirilebileceğimi düşündüm, bu olayla da her şeyi, görüntüleri de ekleyerek tutanak haline getirmem gerektiğine karar verdim."
Bu arada da barınakta sürekli bir 'hayvan kaybolması' durumu yaşanıyor. O hayvanlar nereye uçtu belirsiz! Hesabını soracak bir muhatap bile yok. Çünkü kimse hiçbir sorumluluğu üstlenmiyor.
"Köpek bölümünden alındım, kedi bölümünde de kıyım vardı!"
Kabataş, işe yeni alınan bir bakıcıya, kıdemli olanın, köpekleri göstererek "Baktın direniyor, basacaksın tekmeyi, kıracaksın ağzını yüzünü" diye eğitim verdiğini, Konya'da yaşananın da bu yaklaşımla meydana geldiğini anlatıyor. Ve her gördüğü uygunsuzluğu ifşa ediyor, usulsüzlüğe itiraz ediyor. Sonra aniden "Kedi bölümünde aksaklıklar yaşanmaya başlandı" denilerek 'köpek' bölümünden alınıyor. Diyor ki: "Sonra baktım kedi bölümünde kıyım var!"
Barınağa katarakt tedavisi, kısırlaştırma gibi basit operasyonlar için gelen kediler bile ölüyor. Tabii bu da hayvanları getirenlerde doğal tepkilere neden oluyor. Ege Kabataş kedi bölümünde de bir düzenlemeye gidiyor. "İşleyiş en az köpek bölümü kadar sorunluydu" diyor.
Ölü hayvanlar günlerce yaşayanlarla aynı kafeste kalmış, bunları tespit ediyor ve tedavi düzeni başlatıyor. İzinli olduğu günün ertesinde iş başı yaptığında tedavi sürecindeki 48 kedinin öldüğünü görüyor!
Öfkeleniyor. Evraka bakıyor; bir muayene, bir bulgu yok, sadece "ex" kararı var. Yasal uyutma işleminde T61 adlı bir ilaç kullanılıyor ama o ilaç envanterde dahi yok o gün. Yani bu 48 hayvan ne şekilde öldü-öldürüldü belirsiz.
Araştırınca bu ölümleri kendisinin nöbetine yazdıklarını öğrendiğini söylüyor. Ege Kabataş. "Bu olayla içeride yaşananları tespit etmeye, ilgililer hakkında tutanak tutmak için ve olay yeri tespiti için fotoğrafları çekmeye başladım. Daha sonra beni suçladılar ama ben görüntüleri yaymak için değil, sorunların üzerine gidip çözmek için çekmiştim. Zaten kurum bilgisayarında da tutanaklar ve tutanaklara iliştirilmiş söz konusu görüntüler mevcuttu" diye anlatıyor süreci.
"Kutuda unutulup açlıktan ölen hayvanlar var…"
Bir gün geliyor 19 hayvan kayıp, diğer gün 6… Ne oldu bu hayvanlara kimse bilmiyor. Kimse cevap vermiyor. "Kutuyla gelmiş ve kutuda unutulup açlıktan ölen hayvanlar var ve ben sorumlu veteriner hekimim ama kimseye hesabını soramıyorum, düşünsenize" diyor Ege Kabataş. Ve bu olayları araştırmaya, hayvanı sokaktan alan arabaya kadar tespite başlıyor.
Sorumlusunu buluyor ve savunmasını istiyor, tutanaklar hazırlıyor. Çok kısa bir süre sonra da "Hakkınızda yapılan inceleme sonucu sicil kaydınızda bir suç tespit edildi ve işinize son veriyoruz" denerek binadan ve özel olarak da kayıtlara erişim şansından uzaklaştırılıyor.
Bu süreçten sonra AK Parti MKYK üyelerine, Beykoz Belediye Başkanı'na, AK Parti teşkilatına ulaştırıyor derlediği bilgileri, yaşananları anlatıyor ama karşısında konuyla ilgilenen birini bulamadığını söylüyor.
Son olarak Türkiye Veteriner Hekimleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Murat Aslan'a anlatıyor konuyu. Yaşananların korkunç olduğunu, üzüldüğünü söylediğini, ancak karşılık bulamadığını belirtiyor.
"O ana kadar haklı olduğumu, işime geri dönmem, usulsüzlükleri takip etmem ve son vermem gerektiğini düşünerek hareket ediyordum. O noktada anladım ki zaten istenmeyen şey benim bu gidişe izin vermiyor oluşum, değiştirmek istiyor oluşumdu" diyor.
Ve o süreçte, yine aynı barınakta daha önce çalışmış başka bir personelin de benzer sorunlar yaşadığını, "Çamaşır suyuyla hayvanları öldürüyorlar" iddiasında bulunarak yasal süreç başlattığını öğreniyor. Ege Kabataş da, elde ettiği bilgiler ve görüntülerle birlikte o dosyaya eklettiriyor kendini.
Ama tabii bizim görmeye ve duymaya, hatta yaşamaya aşina olduğumuz bir süreçle de hemen karşı karşıya kalıyor. "Örgütle beraber hareket ederek halkı kin ve nefrete teşvik etme" suçundan hakkında dava açılıyor. Beş yıl hapis cezası talebiyle yargılanması isteniyor. Yasal süreç dışında da, hayvan severlere 'uyuşturucu kullanıyordu' türünde itibar saldırıları süreci başlıyor.
Peki diyorum, mesleğe devam etmek istiyor musun, yoksa tamamdır uğraşamam mı diyorsun?
"Aksine" diye cevap veriyor, "Elbette mesleğimde ısrarcıyım. Veterinerlik alanında, özellikle de barınaklar konusunda büyük bir değişim gerekiyor, sivil toplum kuruluşlarının devrede olması gerekiyor."
Ve ekliyor:
"Barınak müdürü, teknisyenlere kadar herkesin altında son model arabalar, özel şoförler var, bunların incelenmesi, maaşlar belliyken nasıl bu yüksek koşulların oluşabildiğine bakılması gerekiyor. Barınaklarla alakalı sene sonu değerlendirmelerinde sadece o sene o barınakta karşılanan talepleri değerlendirilecekler. '30 bin talep gerçekleştirdik' denecek, büyük başarı! 30 bin hayvan toplanmış evet, ama sadece topal diye merkeze getirilen, tedavi bekleyen hayvan bile uyutulmuş, tabii kimse işin bu kısımlarıyla ilgilenmeyecek. Ve ilgilenmediği sürece de bu çark böyle sürecek…"
Ben de üzerine bir laf ilave etmek istemiyorum açıkçası..
Hikâye kendini yeteri kadar güçlü ortaya koyuyor!
Tuğçe Tatari kimdir? Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |