21 Ağustos'tan beri tüm ülkece Narin'in nasıl öldürüldüğünü anlamaya çalışıyoruz.
Cinayet sumenaltı edilmeye çalışılıyor, en başından beri söylüyoruz.
Aile yerelde güçlü, amca güçlü, siyasi bağlantılar işin içinde diyoruz…
Ayrıca Molla Gürani soyundan geldikleri için İslami tarikatlar/cemaatler düzeyinde de 'saygı gören' düzeydeler bunu da gözardı etmiyoruz.
Artık köy Hizbullah'a mı yakın AKP'ye mi konusu da bu bilgiler ışığında yersiz kalıyor bir bakıma.
Ahırlarda bulunan mermiler konu dışına atıldı bile baksanıza!
Neyse ne…
20 haneli bir köyün tamamı aileyi korumaya çalışıyor.
Yan köylerden ses çıkartan kadınlara da yanlarındaki erkekler şiddet uygulayarak mâni oluyor.
Bunlar bizim gördüklerimiz, gözlerimizle tespit ettiklerimiz.
Geriye kalanların tamamı safsata, dedikodu ve uydurma düzeyinden öteye geçmiyor!
Narin'in boğazlanarak öldürüldüğü bilgisi dışında kalan tüm bilgiler bu aileyi korumak, kafaları karıştırmak, konuyu bulandırmak için gazetecilere sızdırıldı.
Ve gazetecilerimiz -istisnalar dışında- aşırı vasat oldukları için kendilerine servis edilen, uçurulan her bilginin üzerine -bir saniye sorgulamadan- atladı.
Hadi ilk günlerde kullanıldıklarını anlayamadılar diyelim, hadi uyanamadılar sayalım. Ama bu iş bugün hâlâ sürüyor! Koca koca adamlar, koca koca kadınlar yayınlara çıkıp çok acayip şeyler anlatıyor.
Hiç kusura bakmayın ama ben de o köyde bir çocuk olsam, bu gazetecileri derhal köyü terk etmeleri için taşlardım muhakkak!
O köyde olmadan taşlama noktasına geldiğimi de göz önünde bulunduruyorum bunu söylerken.
Yani köylüler de bu suça iştirak etmiştir, diyor gazeteciler, bizimle iş birliği yapmadılar, bizlere cevap vermediler.
İddiaları daha ileriye taşıyanlar da var; "köylüler organize bir şekilde suçu kapatmaya çalışıyor, bunun için toplantılar yapıldı, sim kartları değiştirilen telefonlardan ihbarlar yapıldı ve tüm köy yalan söyledi, söylemeye de devam ediyor" diyorlar.
Haklı olabilirler.
Sadece bir itirazım var, o da bu dosyayı adeta karartma görevini bazı gazeteciler öyle güzel üstlendi ki, köylülerin bu hususta bir çaba sürdürmeleri yersiz kaldı!
Ayrıca köyün bir yönlendirme altında olduğu bakınca ta İstanbul'dan görünüyor, görünmüyor mu?
Babanın gizli kamera süsü verilmiş sohbet anı görüntüleri bence hiç yabana atılmayacak bir organizasyondu!
Aile bir üst akıldan hem hukuki destek hem de atılacak adımlar konusunda yönlendirme aldı, bunu görmemek imkânsız.
Bu da ne demek, işin içinde karartma çabası var demek!
Bakınız 21 Ağustos'tan düne kadar, tanınmış tonla 'gazeteci' teyitli bilgi diyerek, haber kaynaklarımızdan edindiğimiz bilgilere göre denerek, sanki tutanakta varmış gibi, sorgularda sorulmuş gibi, elle tutulur bir bilgi gibi, bizlere ne senaryolar sundular bir bakalım…
|
Tüm bu iddiaları dile getirenler bizim meslektaşlarımız oldu. İlk günlerde ben de kendilerini takip ediyordum, hepimizin başını döndürdüler, hepimizi bulandırdılar, hepimizi yanılttılar!
Bu köy bu tip olaylara çok alışık dediler, daha önce de benzer şeyler yaşanmış dediler… Bunları dediler ama önümüze somut bir olay, somut bir kanıt koymadılar. Buna gerek bile duymadılar.
Bir aydır 5N 1K'sız haberleri, altına imzalarını koymaktan çekinmeden yayınladılar.
Sadece bununla da kalmadılar, şeytan ayinleri, çocuk kurban etmeler, kan içmelere varan iddialarını da 1944 yılında yazılmış (Tavşan Tepesi) bir kitaba bağlamalar gibi deli saçması şeyleri de yine bizim meslektaşlarımız dillendirdi.
Köyde çok önemli bir şey gördüm ama soruşturmanın selameti için söyleyemiyorum, diyen ve daha sonra gördüğü şeyin "Yasin okuyan köylüler" olduğunu, bunun da Narin'in ölüsü bulunmadan tüm köyün öldüğünü bilmesi anlamına geldiğini iddia eden de yine bir meslektaşımızdı.
Daha devam etmeli miyim bilmiyorum örnekleri sıralamaya. Çünkü elimizde sıralanabilecek bir bu kadar daha 'iddia' var.
Şimdi o köy sizi nasıl taşlamasın, diye sormak lazım.
Bakınız ülkemizde erkek çocuk kız çocuktan kıymetlidir, bu aile erkek çocuğu korumayı ailenin geleceği açısından daha makul bulmuş da olabilir. Bu ülkenin hayatındaki olağan akışa ters bir iddia değil, bunu kabul ediyorum ama gazetecilik bir dedektiflik, bir falcılık, bir tahmin işi değildir.
Gazetecilik sadece elle tutulur somut verileri vatandaşa ulaştırma, vatandaşı haberdar olamadığı konularda haberdar etme işidir.
Gazetecilik suyu bulandırma aracı değildir. Bu oluşan görüntü tüm mesleğimiz adına utançtır.
Narin olayı aslında ülkede gazeteciliğin bitirilmişliği ve entelektüel dünyanın çölleştirildiğinin de gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır.
Bir köyde yaşayan onlarca çocuk ellerine taşları alıp sizi taşlıyorsa, burada ben o insanları ne kadar mağdur ettiğinizi öğrenme ihtiyacı da hissederim.
O köy size olayı aydınlatmak istiyorsunuz diye mi öfkeli, yoksa uydurduğunuz iddialar yüzünden mi, buna bir bakma ihtiyacı hissederim.
Bir kız çocuğu öldürülmüş ve cinayet bir sis perdesiyle örtülmüş; seyirci bu konuya meraklı, okur her detayın peşinde, anlıyorum. Ama bu uğurda kulağınıza üfürülen her şeyi yazmış olmanızdan, konuşmuş olmanızdan, asla gazeteciliğin özünü bilmediğinizi, icra ettiğiniz şeyin gazetecilik sınırlarında yer almadığını dahi anlayamadığınızı görüyorum. Bu çok can acıtıcı bir görüntü.
Bu meslek onurlu bir meslektir. İtibar mesleğidir. Güven mesleğidir. Başka mesleklere benzemez. İcra eden kişiler gazeteciliğin itibarını korumak için gerekirse kendi kişisel kariyerinden vazgeçer, ama yine de haberinin arkasından çekilmez.
Sizin bu yaptıklarınız kabul edilemez.
Normalde işverenleriniz de bunu kabul etmezdi, okurunuz da bu kadar yanıltılmaya isyan ederdi…
Eskidendi tabii bunlar.
Artık yeni Türkiye garabetinde tüm vasatlıklar, tüm çürümüşlükler kabul edilir oldu!
Tuğçe Tatari kimdir?Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |