Tuğçe Tatari

07 Ocak 2021

Mesele Boğaziçi değil, mesele dokunulmazlarımız

Mesele Boğaziçi veya elitizm değil; mesele bilim, mesele eğitim, mesele üniversiteler, mesele hayatımız...

40'lı yaşlara merdiven dayarken çocuk sahibi oldum. Yani görüşleri, kişiliği, hayata dair algısı netleşmiş biriyken anne oldum.
Haliyle çağın imkânlarına göre ebeveynliğimi şekillendirmeye çabaladım.
Yani ana-babamızdan kalma usullerle değil de, insan haklarını kendine mesele etmiş yeni çağın usulünü esas almaya çalıştım.
İlla örnek vermek gerekirse ödül-ceza sisteminden uzak, tamamen demokrasiden beslenen bir ebeveynlik anlayışından söz ediyoruz.
Uygulaması öyle çok da kolay değil üstelik, inanın.
İnsan ailesinden gördüklerinin ezberiyle yürüyor genelde bu tip çoluk çocuk işlerinde.
Tamam bizimkiler de felaket tipler değildi ama "eski usul" büyüdük biz.
Cezayı da köküne kadar gördük, sınırları zorladığımızda tokadı da yedik ağzımıza.

Şimdi bu küçük hayatın özelinde, otorite bizde olunca sistemin akışını değiştirmek de elimize geçmiş bir fırsat gibi oluyor aslında.
Toplumdan beklentilerin neyse evdeki çocuğu da öyle yetiştirmeye çalışıyorsun bir şekilde.
He olur-olmaz, o ayrı bir konu ve zaten kendi yolu. Ama sen verdiklerinden mesulsün bir yerde.
Tüm püf nokta aslında evdeki "otorite"nin, yani yetişkinlerin çocuklarla ilişkisinin en ufak bir zorbalık kalıntısı taşımamasında.
Ki bizim toplulumuzda yaygın olarak, çocukların eğitimi ve disiplini söz konusu olduğunda genellikle "kabul görmüş zorbalık" metodları uygulanır.
Bu zihniyet her alanda karşınıza da çıkar.
Markette çocuğunuz hatalı bir davranış sergilerken hiç tanımadığınız bir insan "Sus bakayım, annene saygılı davran" deyiverir, buna hak görür kendinde.
Değişik bir toplumuz bu açıdan, mevzu çocuk olunca her şeyi en iyi bilen biziz sanırız.
Ama çocukların temel ihtiyaçlarını sorsak, açlık-tokluk ve üşüme üçgeninden de bir adım ötesini görmeyiz, göremeyiz…
İyi ve kaliteli bir eğitim hakkından falan hiç ama hiç bahsetmeyiz bile.
Sanki çocukların hakları arasında bu yokmuş gibi es geçeriz.
Diyelim ki yıllar ilerlemiş...
Üniversite çağı geldiğinde bizim çocuk da sınava girmiş ve "çok iyi okul"ları kazanmış
Hani varsayım ya bu...
Burada "çok iyi" diye bahsedilen okullar senin benim zamanımın çok iyisi tabii.
Çünkü şimdi ve sonrası çok karanlık…
Mesela diyelim bizim çocuk bugünün Boğaziçi'sini kazanmış.
Ne yapacağız?
Sevinecek miyiz?
İster istemez, doğru yanlış düşüneceğiz; AK Parti yönetiminde bir Boğaziçi Üniversitesi'nin nasıl bir eğitim kalitesi olabilir ki?
Bir siyasi parti tarafından ele geçirilmiş hangi okulun kıymeti kalır ki?
Boğaziçi gibi yüksek kaliteli eğitim iddiasında bir kurumun zorlama bir rektörün liderliğinde nasıl "en iyiler" listesinde kalmış olması beklenebilir ki?
Hadi diyelim bizim çocuk hali hazırda Boğaziçi öğrencisi.
Çok çalışarak, yüksek puanlarla kazandığı, saygın bir eğitim kurumu olarak kabul ettiği, öğrencisi olmayı önemsediği üniversitesine bir anda kayyım atanıyor. Baskın yapar gibi, zorlayarak üniversiteye, temel özelliği siyasi serüveninde şekillenen bir rektör atanıyor!
"Liyakat yok ama Metalica var, idare edin" deniyor!
Daha da kötüsü aynı rektörün aynı pozisyona ilk gökten inişi de değil!
Aslında konu sadece Boğaziçi de değil tabii ki!
Konu sistem ve sistemin üniversitelere yansıması.
Nihayet, rektörlük için "üç yıllık profesör olma" koşulunun birdenbire kaldırıldığını, ardından daha bir ay önce profesör edilen insanların rektör yapıldığını da gördük bu ülkede!
Bir sistem sorunluysa üniversitelere yansımaması neredeyse imkânsız diyeceksiniz, evet ama üniversitelere dokunmak da cahil cesareti isterdi yani.
Neyse sonuç belli...
Zorbalık bilmeyen ve hakkını aramaya alışık bu çocuklar okulları için de sonuna kadar itiraz ediyor tabii, nasıl etmesin.

Ve bizim "demokrasi ateşiyle" büyüttüğümüz çocuklar eğitim haklarına, okuluna sahip çıktığı için çıplak aramalardan geçirilip, ters kelepçelerle tanıştırılıp gözaltına alıyor, düşünsene!
Okul önündeki itilip kakılmaları, kapıya takılan kelepçeleri falan saymaya lüzum bile yok.
Nezarethaneden bir bakıyorlar, "terörist-ayaklanmacı-vatan haini" de ilan edilmişler!
 
Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör atanması protestoları Kadıköy Rıhtım'da devam etti
 
"Bunlar bizim kuşak mı kardeşim, ne bilirler bu zihniyeti" deyip oturacak mıyız yerimize, hayır tabii.
Biz de katılacağız o itiraza, okulun önünde yerimizi alacağız, sesimizi sonuna kadar yükselteceğiz. Sonuçta haklıyız ve gasbedilen hakkımızın peşine olmalıyız.
Demokrasilerin vatandaşlara sunduğu en temel hak 101!
Bir ülkenin kaç tane Boğaziçi...
Kaç tane ODTÜ...
Kaç tane İTÜ ayarında üniversitesi olabilir ki...
Bunlara sahip çıkmak da bir vatandaşlık görevidir, değil midir?
Sonuçta; üniversiteye dokunmak kabul edilmemelidir.
Üniversitelere dokunmak başka hiçbir hataya benzememelidir.
Geleceğini düşünen, memleketini seven her birey üniversitelere sahip çıkmalıdır.
Mesele Boğaziçi değil, mesele elitizm değil, mesele Anadoluluk değil… Mesele akademi, mesele bilim, mesele eğitim, mesele üniversiteler...
Velhasıl mesele, hayatımız...
Bir memleket dokunulmazlarıyla var olur. Kendi dokunulmazlarınızdan vazgeçmeyin.
Hayatınızdan vazgeçmeyin...