Tuğçe Tatari

17 Ocak 2025

Korku duvarının ardı özgürlüktür!

Ülkede kaçakçılar, sahtekârlar, mafyalar cirit atıyor ama ‘reklam aşkı’ iddiasına göz açtırılmıyor! İçinde yaşamasan gülersin…

Ülkede hukuk, adalet, yargı düzeni, bu düzenin işleyen ayakları ve iş görüş biçimleri bizlerin uzundur anlamaya, adlandırmaya çalıştığımız bir yeni sistemin işleyişi. Yeni bir sistem diyorum ama aslında buna dilim de çok varmıyor, çünkü sistem yeni de değil.

Uzundur süregelen ve toplumun her katmanının önceleri sessizce şimdilerde ise iliklerine kadar ürpererek izlediği bir sistem.

Asla bir hukuk devleti anlayışıyla bağdaşmayan, demokrasi ile yönetilen bir sistemin işleyiş modeliyle yakından uzaktan ilişkisi kurulamayan bu sistemde belediye başkanı da olsanız, başarılı bir oyuncu da olsanız yanmanız an meselesi!

Üstelik yanmanız için akıl kârı bir gerekçeye de ihtiyaç duyulmuyor.

Aklı evvelin biri çıkıp uydur kaydır bir fantastik yazı yazıyor ve bir anda ülkenin uyuyan tüm hücreleri harekete geçiyor.

Sosyal medyada konu köpürtüldükçe köpürtülüyor, adeta satanik eylemlere vardırılan birtakım uyduruk komplo teorileri dolaşıma sokuluyor.

Yazılanların çoğu doğru olsa dahi suç teşkil etmeyen, ispatsız, dayanaksız dedikoduların ucu bir anda yurt dışına çıkış yasakları, banka hesaplarının kontrolleri, ifade vermek üzere adliyeye çağırılmalara varıyor.

Adliyeye çağrılan bir çifte “reklam ilişkiniz mi var” diye sorulan bir soruşturma…

İnsan yazarken bile bu saçmalık gerçekten nasıl yaşanabiliyor diye hayret ediyor.

Diyelim ki öyle bir ilişki var! Peki reklam ilişkisi hangi kanunda suç teşkil ediyor acaba ve koskoca yargı sistemini ne sebeple alakadar ediyor iki insanın ilişkisi?

Bir anda ünlü bir gazeteciyi saçma sapan gerekçelerle ev hapsine tıkmakla, ünlü bir menajeri işinde başarılı olduğu gerekçesiyle yargılamak arasında hiçbir fark göremiyorum.

Ayşe Barım günlerdir konuşuluyor. Anlatılanlara bakıyorsun Ayşe Barım pek de iyi kalpli biri değilmiş sonucuna varıyorsun.

Diyelim ki öyle! Ama iyi kalpli olmamak ne zamandan beri suç sayılıyor o sorunun cevabını bulamazsın.

Kaldı ki oldukça vahşi koşullarda ayakta kalmanın çok zor olduğu o ışıltılı dünyada çok da iyi olsan zaten bu kadar da yükselemezsin diye düşünmeden edemiyor insan.

Şimdilerde ülkede yaşanan her şaibeli olayı Ayşe Barım’a yazıyorlar.

Yayın yasağı talebini de reddediyorlar, belli ki üzerinde tepinilmesi isteniyor. İzlerken korkuyor insan, neredeyse evden çıkmadan bir hayat yaşayacağız. Bir şekilde iktidara yakın birine denk gelip, onun çıkarlarını tehdit ederiz de bizi de ezer geçerler korkusuyla yaşıyoruz hepimiz.

Bakınız istedikleri belediyelere gözlerini kırpmadan el koyuyorlar, gücünden rahatsız olduklarını bir saniyede alaşağı ediyorlar.

Bunların yaşanması için eskiden muhalif olmak şartı vardı, artık tam olarak öyle bir kriter de aranmıyor. Zira Seranay Sarıkaya ülkenin toplumsal meselelere duyarsız kalmasıyla eleştirilen isimlerinden biri. Yıllardır söylüyoruz Kürt illerindeki belediyelere el konulduğunda ülkecek ayağa kalksaydık iş bu noktalara varamayacaktı.

Şimdi bakalım CHP’li belediyeleri korumak için sokağa dökülecek milyonlar bulunabilecek mi? İlk gazeteci operasyonları başladığında tüm ülke ayaklansaydık Özlem Gürses ayağında kelepçeyle ‘seyirlik bir malzeme’ yapılmayacaktı. Şimdi “ama o da çok kötü bir insan” demek yerine “ortada bir suç yok” diyemezseniz tüm film sektörünün başına geleceklerin de önünü açmış olacaksınız.

Ülkede kaçakçılar, sahtekârlar, mafyalar cirit atıyor ama ‘reklam aşkı’ iddiasına göz açtırılmıyor!

İçinde yaşamasan gülersin!

Eskiden sadece bizlerin dilinde olan ama şimdilerde Ekrem İmamoğlu’nun dahi diline pelesenk ettiği söz -ya hep beraber ya hiçbirimiz- ülkenin kaderi oldu!

Madem öyle şunu da hatırlatmakta fayda var o halde, korku duvarını aştıktan sonrası özgürlüktür! Ya korkarak, sinerek bu işkenceyi çekeceğiz ya da özgürleşmek için yerimizden kalkacağız, seçim bizim!

Tuğçe Tatari kimdir?

Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.

Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.

Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.