Tuğçe Tatari

24 Eylül 2020

İnsanın insan olamadığı yerde doktorlar ölür, öldürülür!

Ancak ölümlü olduğunu unutmuş, gerekçesiz egolarda boğulmuş, insanlığını yitirmiş bir toplum, mesleği insanları iyi etmek olan birini yok etmeye yeltenebilir...

Birçok emekçi gibi sağlık çalışanlarının da sosyal güvenceler açısından sıklıkla sıkıntı yaşadığını, hak ettiklerini alamadığını biliyoruz.
Aslında sıkıntı birçok branşta olduğu gibi taa eğitim hayatlarında başlıyor.
Eğitim sistemindeki sıkıntıları arkanızda bıraktıktan sonra sırada iş bulma - bulabilme, kimse kızmayacaksa işsizlik sorunuyla karşı karşıya kalmak var.
Hadi diyelim tıp mezunusunuz.
Uzun ve zorlu bir öğrenim hayatından sonra devlette veya özelde iş buldunuz.
Bu yeni parkurda sizi bekleyen zorluklar:
Uzun mesailer...
Bünyenizin kaldırılamayacağı kadar art arda nöbetler...
Ücret yetersizlikleri...
Sosyal güvencesizlikler olacak...

Çizgi: Tan Oral

Hadi diyelim tüm bu zorluklara göğüs geren bir doktor, bir hemşire veya bir hasta bakıcısınız.
Hayatınız her zaman risk altında olacak!
Peki ama neden?
Nedeni yok kardeşim.
Öyle olacak işte.
Devası kalmamış bir hastanın yakınları...
Veya başka bir hastanın düşmanları tarafından kıstırılacaksın tenhada!
"Onu nasıl kurtaramazsın" diye dayak yiyecek, bıçaklanacak hatta öldürüleceksin.
Olası bir salgında bir numaralı risk grubunda olacaksın, devlet seni koruyan düzenlemeler, uygulamalar getirmeyecek, seni korumasına almayacak. Salgından ölmezsen salgına yakalanmış yoğun bakım hastasını göstermediğin hasta yakınlarınca öldürülmeye çalışılacaksın.
Görevini yapman, yeminine uyman, insanların hayatlarını kurtarmaya çalışman, yaralara merhem bulma çaban hep cezalandırılacak.
Yeri gelecek tedavi ettiğin için, yeri gelecek edemediğin için cezalandırılacaksın.
Belki senden çok daha vasatlar "han hamam" sahibi olacak. 
Ama sen hep kıt kanaat geçinecek, eve saatinde yetişemeyecek, o sofraya ailenle oturamayacak, çocuğunun neredeyse tüm özel günlerini, aile büyüklerinin veda anlarını hep kaçıracaksın.
İçinde bulunduğun şartlar düzelsin diye eylem yapmaya kalksan "terörist" diyecekler.
Halka gerçekleri söylemek, uyarmak istesen "vatan haini" olacaksın.
Çalışma koşulların düzelsin diye iş yavaşlatsan "insanlığını" sorgulayacaklar.
"Çok çalışıyoruz ve salgından korunamıyoruz, Ölüyoruz ve buna isyan ediyoruz" desen, istifa etsen seni yuhalayacaklar.

Sen ise ameliyathanede, yoğun bakımda, muayenehanede verdiğin mücadelelerin yanında tarafsız ve amaçsızca, tek başına  bir orduyla savaşa kalkışmışsın gibi dövüleceksin, yaralanacaksın, öleceksin
Ve birileri arkandan diyecek ki...
İlkel bir toplumun, gelişmemiş bir toplumun, medeniyetsiz bir toplumun sonuçları bunlar.
Ama hayır elbette ki gerçek bu olmayacak.
Gelişmemişlik, medeniyetsizlik ve ilkelliğin beraberinde mutlaka caniliği, kötülüğü, "ben ne dersem o olacak"cılığı, "ölümsüzlük bile benden yana olacak"cılığı, "ben ne istersem onu yaparım"ı, "üstünüm ben" anlayışını getirmesi gerekmez.

Ölümlü olduğunu unutmuş, gerekçesiz egolarda boğulmuş, hastalıklı bir gelişme çağından çıkmış, insanlığını yitirmiş ve hatta belki de hiç insanlaşamamış bir toplum ancak kendine el uzatanı, mesleği insanlara el uzatmak, iyi etmek olan birini yok eder, etmeye yeltenebilir ve hatta sadece aklından geçirebilir.

Bir yerde insanlık yoksa...
Üzerine yorum yapmak...
Üzerine çözüm aramak...
Üzerine konuşmak da yersizdir.
Her şeyden önce insanın insanlaşma sürecine yoğunlaşıp toplumun insanlığıyla sıfırdan tanışmasına yardımcı olmak gerekir.
Evet en temele inmek, insanlığı bulmak, buldurmak ve insanın insanlaşmasını sağlamaya çalışmak gerekir.
Maalesef durumumuz bu kadar vahimdir.