Muhalefetin topyekûn zafere ulaştığı belediye seçimleri ardından makamlarına oturacak yeni belediye başkanları büyük borç batakları ile karşılaştı.
CHP, AK Parti’den aldığı belediyelerin arkalarında bıraktıkları borçları tek bir listede, kalem kalem yayınladı. Tablo şüphesiz ki içler acısıydı.
“Belediyeler geçici başkanların babalarının malı gibi kullanılmış” denecek nitelikte harcamalar yapılmış.
Ülke ekonomik bir krizde değilmişcesine, bol keseden ve çoğu lüzumsuz harcamalar…
Ultra lüks saray yavrusu odalar, onlarca lüzumsuz özel araç ve benzeri örnekler zaten yayınlandı ve hepimiz zaten farkında olduğumuz bu ‘Lale Devri’ ile net bir şekilde yüzleşmiş olduk.
Şüphesiz ki; bu borçların her bir kuruşunun hesabı sorulmalı, peşi de asla bırakılmamalıdır.
Bu sözünü ettiğimiz belediyeler ‘kazanılmış’ belediyelerdi, vatandaşın tercihi bu yöndeydi, vatandaşın oy kullanarak yetkilendirdiği belediye başkanlarınca kamu kaynaklarının suistimal edilmiş olduğu da gözler önüne serildi.
Bu tablonun daha da vahimi kayyım atanan belediyeler için de söz konusu oldu.
Cumhurbaşkanı’nın bilgisi dahilinde yapıldığını bildiğimiz kayyım atamalarının amacı, söz konusu belediyelere el koymaktı aslında.
Devlet, mevcut yönetimde halkın çıkarlarına ters gidecek bir durum sezmiş ve yönetime el koymuştu! En azından iddia o yöndeydi.
Devlet ‘vatandaşı koruma’ iddiasıyla el koyduğu belediyelere atadığı kayyımlara şimdi ‘hortumlama’ davası açacak mı? Açmayacak mı? Merakla beklemekteyim!
Meselenin içinde halkın iradesi olmadığından, tepeden inme, el koyma, seçme-seçilme haklarını gasbetme durumları söz konusuyken arkada bırakılan borçlar, ancak o çok sevdikleri ve sık kullandıkları ‘vatan hainliği’ tanımıyla mı açıklanmalı sizce?
Seçimlerde ‘yeniden’ kazanılan Kürt illeri ve belediyelerinde emaneten koltuğa -yıllarca- oturmuş, oturtulmuş kayyımların arkalarında bıraktıkları borç batakları, borçtan çok ‘emanete ihanet’ olarak tanımlanabilir bana göre.
Sen, il, ilçe seçim kurulları ve nihayet Yüksek Seçim Kurulu’nun ‘seçilme yeterliliği’ni teyit ettiği seçilmiş belediye başkanlarını sonradan birtakım gerekçeler öne sürerek soruştur, dava et, tutukla, yerine uygun bulduğun kişileri koy ve o belediyeler adeta hortumlansın ve kimse de bunun hesabını soramasın!
Oh ne âlâ ama yok öyle yağma!
Özetle; Kürt illerinde yaşanan bu ‘yağmamsı’ borçlanmaların hesabı önce toplum önünde, ardından da hukuki süreçlerde sorulması beklenirken, bakıyorsunuz yine bir “vatan, bayrak, milliyet” üzerinden bir gündem oluşturuldu. Hemen ardından İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı ‘incelenecek, gerek görülürse yeniden kayyım atanabilir’ imaları yapmaya başladı.
Yaratılan zararın mahcubiyetini dahi hissetmeden hâlâ kayyım konuşabilmek, hâlâ aynı taktiklere başvurabileceğini dillendirebilmek çok acayip!
Nedir şimdi konuşturmaya, tartıştırmaya çalıştıkları konu; bazı belediyelerde görevi devralma töreni yapılırken İstiklal Marşı okumadılar, Türk bayrağı asmadılar gibi….
Oysa muhatap belediye başkanları tek tek bu iddiaların yersiz olduğunu, kandırmaca olduğunu açıklamalarına rağmen Kürtlük ve Türklük bu defa ısrarla belediyeler üzerinden karşı karşıya bırakılma çabasında.
Bir yandan ‘olası bir barış süreci ihtimali’ havası yaratıp, sürece karşı çıkanın sıkıntısını türkülerle dillendirdiği bir ortam…
Her şey fazlasıyla acayip, fazlasıyla belirsiz, fazlasıyla şüpheli ve her şey fazlasıyla ‘oynak…’
Ama sonuç tek!
O da kayyımların arkalarında bıraktıkları il, ilçe, mahallelerde inşa edilen maddi harabeler!
Kayyım nedir; devletin seçilmiş başkanların yerine, tedbir amaçlı atayarak görevlendirdiği yöneticidir.
Bu kayyımlar neden atanmıştır, temelinde şüphesiz ki iktidarın ve ortağının üzerinde mutabakata vardığı ‘vatan hainliği’ vurgusu yatmaktadır.
Kime ve neye ‘vatan haini’ denebilir burada bunu da biraz açmak gerekir diye düşünüyorum…
Vatan hainliğinin tanımı çok geniş, zaten farkındaysanız herkes birbirine kolayca bu vasfı yapıştırmakta bir beis duymamakta. Ucu açık, kapsamı geniş, anlamı derin bir tanım. Hiç de sevmem bu tanımı kullanmayı ama bazen karşıt dilden konuşmayı, daha net anlaşılması açısından da faydalı görüyorum. O yüzden de madem yerli-yersiz kullanılıyor, bari doğru kişiler ve olaylar üzerinde kullanılsın diyorum! ‘Vatan hainliği’ tanımı özünde vatana ihanetten gelir. Vatana ihanet basitçe; vatandaşın güvenini kötüye kullanmak, vatandaşı aldatmak, doğup büyüdüğü topraklara bile isteye kötü veya yanlış şeyler yapmak olarak da tanımlanabilir.
Vatandaşa yönelik gerçekleştirilen toplu kötülük vatana ihanettir, desek bu tanımın çok da uzağına düşmemiş oluruz!
Bu doğrultuda ‘yeniden kazanılan’ Kürt illerine atanmış, el konularak görevlendirilmiş kayyımların geriye bıraktıkları borç bataklarına ve bu borçları yaratan unsurlara iyice bakmak gerekir ki, ihanet ne tarafa düşüyor onu anlayabilelim, net ve görünür kılabilelim!
Kayyımların arkalarında bıraktıkları belediyelerin borç batakları yıllarca çalışıp, didinip kapanamayacak kadar yüksek. Listelerde 150 bin liralık kadayıf masrafı da var 600 bin liralık tekne harcaması da var, eşi/dostu/akrabayı belediyeden maaşa bağlamak da var, bazı kasalarda bulunan nakit paraların buharlaşmış olması ve belediyelere ait taşınmazları satmak, devretmek de var. Bir misal, koltuktan gitmeden hemen önce belediyelere ait arazilerin Milli Eğitim gibi kurumlara devredilmesi… İşin içinde, geldiğinde orada olan bir çaydanlığı, bir semaveri bile arkada bırakmadan, yanında alıp gitmek de var!
Yani kayyım atanan belediyeler adeta yağmalanmış, talan edilmiş deniyor ya, hiç de boşa denmiyor o laf.
Kayyımlardan borç kalan katrilyonlar!Buyurun ulaşabildiğim kadarı ile Kürt illerinde kazanan DEM Parti belediyelerine bırakılmış borç listesini bir alt alta koyalım. Eski para üzerinden tablodaki milyarları ‘katrilyon’, milyonları ‘trilyon’, binleri ‘milyar’ olarak da okuyun lütfen! Van Büyükşehir Belediyesi: 8,8 milyar TL Mardin Büyükşehir Belediyesi: 3 milyar 502 milyon TL Batman Belediyesi: 3 milyar 53 milyon 977 bin TL. Muş Belediyesi: 1 milyar 4 milyon 966 bin 396 TL. (Muş’un yeni belediye yönetimi, borç tutarını, “Eski para ile 1 katrilyon 4 trilyon 960 milyar 396 bin TL” ifadesiyle ayrıca vurguluyor. Siirt Belediyesi: 457 milyon TL. Silvan Belediyesi: 90 milyon 835 bin 598 TL. Muş-Bulanık Belediyesi: 165 milyon 226 bin 845 TL. Van-Tüşba Belediyesi: 237 milyon 374 bin 774 TL. Şanlıurfa-Halfeti Belediyesi: 460 milyon 601 bin 277 TL. Hakkari-Yüksekova Belediyesi: 988 milyon 70 bin TL. Van-İpekyolu Belediyesi: 1 milyar 123 milyon TL. Ağrı-Patnos Belediyesi: 136 milyon TL. |
Bulamadığım, ulaşamadığım, borç miktarını öğrenemediğim belediyeler de var. Eksik varsa bölgede çalışan arkadaşlardan da ricamdır, bu listeyi tamamlayalım ve tek bir parça halinde tarihe bırakalım.
Tarih derken, öyle çok da uzağı düşünmeyelim; önümüz baharsa şayet, hep beraber bahar. Değilse de hep beraber bu kışa mahkûmuz artık bunu anlayalım.
Ve Kürt illerine yapılmış bu kötülüğün hesabını da kendi hesaplarımızın yanına koyalım!
Ülkeye, toprağa, insana, kaynağa yapılan ihaneti bir arada serelim ortaya.
Öyle bir bir arada olabilelim ki, kimsenin bir daha ‘kayyım’dan söz dahi etmeye cesareti olmasın.
Bu borçların hesabını öyle bir bir aradalıkla soralım ki, bir daha hiç kimse, Kürtler özelinde de ‘nasıl olsa yapayalnızlar’ diye düşünemesin.
Öyle bir bir arada olalım ki, bu veya bundan sonraki iktidarlar siyasetlerini, söylemlerini, eylemlerini, dillerini yeniden kurmak zorunda kalsınlar!
Tuğçe Tatari kimdir?Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |