Tuğçe Tatari

21 Şubat 2025

Gelin artık bu yeni rejimin adını koyalım

Sıklıkla tartışmalar ‘eski Türkiye’ saikleri üzerinden yürütülüyor, oysa bu rejim farklı bir rejim. Kendimizi daha fazla kandırmadan, bunu ‘yeni Türkiye’ gibi hem pek de yeni olmayan hem de yaşanan gerçekliğin yanında aşırı naif kalan bu tanımdan kurtarıp rejimi gözle görülür, elle tutulur bir adlandırmaya tabi tutmak gerektiği görüşündeyim…

Adına sıklıkla ‘yeni Türkiye’ dediğimiz bu yapı, hukuk devleti olmaktan uzaklaşmış, demokratik değerlerden kopmuş, Anayasa’yı tanımayan, eski rejimin olmazsa olmazlarını çoktan rafa kaldırmış, uygulamak bir yana anmanın bile yasak olmak üzere olduğu bir yapı. Ve artık bu yapıya mutlaka bir ad vermek gerektiği görüşündeyim.

Sıklıkla tartışmalar eski Türkiye saikleri üzerinden yürütülüyor, oysa bu rejim farklı bir rejim. Kendimizi daha fazla kandırmaya devam etmeden, bunu yeni Türkiye gibi hem pek de yeni olmayan hem de yaşanan gerçekliğin yanında aşırı naif kalan bu tanımdan kurtarıp rejimi gözle görülür, elle tutulur bir adlandırmaya tabi tutmak gerektiği görüşündeyim. Adına yeni Türkiye dediğimiz bu ‘şey’ otokrasi mi despotizm mi faşizm mi yoksa hepsini barındıran bambaşka bir yeni rejim mi içinde yaşamakta olduğumuz?

Burada siyaset bilimciler devreye girmeli, mevcut siyasi sistem türleri üzerinden yeni bir adlandırmaya gitmeli veya yepyeni bir siyasi rejim adlandırmasını Türkiye özelinde literatüre kazandırmalılar. Güçler ayrılığından söz etmenin imkânsız, yargı bağımsızlığını düşünmenin hayal olduğu, düşünce özgürlüğü beklentisinin safça kaldığı, “bu otoriter bir rejimdir” demenin yaşadıklarımıza bakınca ‘babacan’ kaldığı bu yeni düzenin adını koymadan, onu elle tutulur, gözle görülür kılmadan gerçek bir muhalif mücadelenin ve bu mücadele için geliştirilecek söylemin havada kaldığı görüşündeyim… Hatta her şeyden önce ülke muhaliflerini, rejimin değiştiği gerçeği ile sıkı bir yüzleşmeye davet etmek gerektiğini düşünüyorum. Önce kabul edelim sonra adlandıralım ve muhalefeti doğru bir bakış açısıyla kurgulayalım derim. Zira eski rejimin enstrümanları ve sözleri yeni rejim ve uygulamaları karşısında havada kalıyor. Ünlü iş adamları son derece olağan itirazlar dillendirdikleri için apar topar ‘alınıyor.’ Siyasetçiler topun ağzında, üstelik Kürt de değiller! Belediyelere bir bir kayyım atanıyor, hepimiz seyircisiyiz sürecin. Gazeteciler zaten 22 yıldır aynı cendere altında yaşamakta ama bize uygulanan zulmün de bir düzleme oturtulması, bir kandırmaca, bir kurmaca yaratılması gerekiyordu, bu yeni rejimde bunlara dahi ihtiyaç duyulmuyor. Sivil vatandaş sokakta, pazarda kamera gördüğünde kaçıyor, aman soru sorarlar da tutuklanırız endişesiyle. Falcıları, astrologları tutukluyorlar, komik ama gerçek!

Hükümet ve devlet iki ayrı yapıyken bu yapılar da fazlasıyla iç içe geçmiş görünüyor. Lider, kadro, politika vs. değişecekse bile buna ve kim olacağına mevcut devlet karar vermezse huzur kalmayacak gibi okunuyor! Özetle, bu yeni rejimin görüntüde ihtiyacı olan bazı yapılar var. Bunların en başında da muhalefet geliyor. Kontrollü muhalefet, kontrolden çıktığı anda da rejim gerçekliğini açıkça ortaya koymak durumunda kalıyor. Bakınız an itibarı ile CHP ile yaşananların özeti de bu dur.

Gerçeklerle yüzleşmeyi önemsiyorum evet, çünkü bu olmadan söylenen tüm sözler havada kalıyor!

Kabul edelim ki bu bir demokrasi mücadelesi değil artık, onu kaybedeli çok oldu! İşin kötüsü bu içinde bulunduğumuz hâl eski hiçbir mücadeleye de benzemiyor. İş yaşamda kalma mücadelesine evrilmek üzere, o noktadan sonra da sözlerin hiçbir değeri yok!