Tuğçe Tatari

26 Haziran 2022

Bir 'rahmet dilemeye' dahi -bile isteye- tahammül göstermemek…

6'lı Masa'ya sözüm, Türkiye'yi bataktan kurtarma ve demokratikleştirme iddiasında olacaksanız önce siz kendinizi 'siyasallaşmış dinden, araçsallaştırılmış inanç'tan soyutlayacaksınız…

Evet, bu haftanın tartışması tam da bu başlıkla özetlenebilirdi bana göre.
Bir cemaat liderinin ölümüyle, sağ iktidar karşısında 'muhalefet'e gönüllenmiş parti liderlerinin yayımladığı başsağlığı mesajlarıyla başlayan tartışmayı kısaca ete kemiğe büründürelim isterim öncelikle…

İsmailağa cemaatnin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu'nun vefatı 'sağ dünya'da büyük üzüntüyle karşılandı.
Normaldir de.
İşi bir tartışmaya döken ise, ülkeye yitirdiği demokrasiyi getirme, kadın haklarını ve bilimum kaybedilmiş özgürlükleri de geri kazandırma iddiasıyla 'bizlerden' de oy talebi olan 6'lı Masa'nın üyelerinin bir cemaat liderini 'siyasal kanaat önderi bir âlim' gibi yaklaşımlarla tanımlayarak derin üzüntülerini şahsi hesaplarından dile getirmeleri oldu. Muhalif dünyadan bu taziyelere tepkiler oldu.
'Sağ çevreler' ise, bu itirazlara, "bir ölüye rahmet okunmasına bile tahammülü olmayanlar" eleştirisiyle karşılık verdi.
Derinden ikiye bölünmüşlük bir kere daha ayan beyan ortaya dökülmüş oldu.


Peki biraz açalım kendi dünyamızı…
Neye, neden tepki verdiğimizi netleştirerek koyalım ortaya.
Bizler 20 yıldır giderek koyulaşan koyu bir sağ iktidarın ceremesini çekiyoruz.
Başımıza gelmeyen 'cemaat yapılanmaları kaynaklı felaket kalmadı' desek abartmış olmayız.
Siyasete bulaştırılan cemaatlerin yargıda, emniyette, orduda, medyada ve bilimum kritik pozisyonda kaydırdıkları hayatları izledik ve hatta kimimiz de bizzat yaşadık o günleri.
Tarikat yurtları gibi konulara hiç girmiyorum bile, işin sadece 'siyasi fiyaskolar' kısmına odaklanıyorum.

1990'larda Fethullah Gülen'in 'siyasi fotoğraf kareleri'ne girmesiyle görünür hale gelen 'din ve devlet işleri karmaşası' yavaş yavaş tüm ülkeye yayıldı.
Sonrası malum…
Ardından cemaatler taht kavgasına girişti, büyükler küçükleri tepikledi, açılan alan, kadrolar falan küçükleri yutmaya çalışan büyük balık tarafından dolduruldu.
Geriye kalanların en büyüklerinden ve bilinenlerinden biri de İsmailağa cemaati oldu.

Fatih'e gidenler, yolu Fatih'ten geçenler 'İsmailağa cumhuriyeti'ni bilir, tanır…
Evet çıkar kavgasının alevlenmesi sonucu tehlikeli boyutlara gelen Fethullah Gülen cemaatinden kurtulundu ama cemaatleri devlet siyaset eksenindeki işleyiş ve zihniyetten temizlemek kimsenin derdi olmadı!
Haliyle o gitti ama…
Cemaatler siyasi muhatap olarak kabul edilmeye devam edildi.
Mesela 'İstanbul Sözleşmesi' de onlara 'vaatler yerine gelecektir' mesajlı bir centilmenlik armağanı olarak iptal edildi.

Neyse lafı uzatmayayım…
20 yıllık bir dini yozlaşma da getirdi iktidar, tıpkı diğer yaşamsal konularda olduğu gibi. O kadar ki, AKP'den yolunu ayıran İslami / muhafazakâr dünyanın çeşitli mahallelerinden iktidara yöneltilen eleştirileri de izliyoruz uzun süredir.

Din eski naifliğini yitirdi bu fasılda, 'siyasal İslam'a yenik düşürüldü.
En sert konuşanlar, kadını en kolay harcayanlar, şeriatı en iştahlı anlatanlar 'ünlü hocalar' kervanına katıldı, gerisi bol kazanç, bol eş, zenginlik, şaşaa, altın varaklar, debdebe vb…

Şimdilerde yaklaşmakta olduğunu umduğumuz bir seçim dönemi var.
Beklentimiz insan hakları, kadın hakları, demokrasiye geri dönüş hedefinde bizi toplumca zihnen ileri taşıyacak düşünceler, hamleler, temenniler sahibi insanların muhalefet olarak ağırlık koyması.
"Bunlar düzelmeden ekonomi de düzelemez" diyen siyasetçilere su kadar muhtacız!
Hâl böyleyken…
Beklentilerimiz gayet netken…
Kalkıp da kadını eve hapsetmeye meyyal…
Modern yaşama tümden karşı…
Sadece erkeği, kendi inancını yücelten bir bakış açısına sahip bir din insanını, sadece bir din insanı değilmiş de siyaseten reformlara imza atmış, mesela memleketteki  çözüm arayışlarına dair çalışmaları olan bir zat konumunda karşılarsanız…
İşte orada sizin rahmet dilemenize bile, bile-isteye itiraz eden milyonlarla karşılaşırsınız.

Herkesin inancı, herkesin dini, herkesin mezhebi kendine.
Elbette saygı duyarız.
Cemaate dahil olmak isteyene de…
Lideri kabul ettiği kişinin ölüsüne de dirisine de saygı duyarız.
Ama Türkiye mevcut siyasi iktidarca tarikat ve cemaatlerle Ortadoğu'nun bir parçası olmaya itilen bir ülke ise şayet…
Bizler de 'mevcudun yerine gelme' arzusuyla karşımıza çıkan adayı 'eskisinin eğilimleriyle' kabul etmeyiz.

Özellikle Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu özelinde tüm 6'lı Masa'ya sözüm,
Türkiye'de temiz siyaset yapacaksanız, Türkiye'yi bataktan kurtarma ve demokratikleştirme iddiasında olacaksanız önce siz kendinizi 'siyasallaşmış dinden, araçsallaştırılmış inanç'tan soyutlayacaksınız. Yoksa eskisinin yeni model kaportasıyla var olamazsınız, oldurtmayız, oldurtmamalıyız...