Türkiye'de kadın olmak, hele avantajsız pozisyonda bir kadın olmak...
Dünya üzerinde kadın düşmanlığının önlenemediği, hatta yer yer 'teşvik edildiği' ülkelerden birinde yaşamaktayız.
Türkiye'de kadın olmak, haklarımız, yaşadıklarımız, elimizden alınanlar düşünülünce belki de hiç ulaşamadığımız bir medeniyet düzeyi hayalinden daha da derine, hatta hızla dibe çakılan, karanlığa teslim olan bir durumdayız.
Kim ne derse desin, nasıl bir itiraz ortaya koyulursa koyulsun, bu gerçeği gölgeleyemez, en basit haliyle Türkiye'de kadın; bastırılma, baskılanma ve yok sayılmanın daimi muhatabı olmak durumunda bırakılan bir canlıdır.
Bizler yani haklar üzerine yazan çizen kadınlar, görece iyi koşullarda olanlarız.
Hiç değilse çıkartabildiğimiz bir sesimiz var, kaale alanı çok olmasa da…
Şiddete bulanmış düzeyde 'kadın sorunu' yaşanan bir ülkede bizlerin yaşadığı ihlallerden bahsetmek 'lüks' bile kalır bana göre.
Çünkü kafanı çevirirsen gördüklerin, duydukların, tanık oldukların, senin beter sandığın ihlallerin bile 'lüks' kaldığını hatırlatır sana.
Erkeklerin işledikleri cinayetlere, dayaklara, baskılara dahi bir çözüm üretilmezken bir de kimsenin duymadığı, görmediği, savunmadığı kadınlar, sözüne ses olmak isteyen tek bir insan dahi bulamayanlar var.
Onlardan bazıları da cezaevlerindeki kadınlar şüphesiz.
Bazen üzerine düşünürüm; cezaevinde kadın olmak, üstelik siyasi bir mahkûm olmak misal.. Oralarda yaşananlara gözlerimiz çoğunlukla kapalıdır.
Hele siyaseten aynı yerde durmuyorsak, hele tarafı olduğumuz bir konuda karşı karşıya kalıyorsak vay o kadınların hâline!
Cezaevleri yüzlerce politik kadın mahkûmla dolu.
İhtiyaçlarını, haklarını, yaşam için gereksinimlerini karşılamak konusunda sıkıntı yaşayan ve kimsenin de yaşadıklarından haberdar olmadığı kadınlar bunlar.
Biliyorsunuz, bu topraklarda kadın doğası gereği neredeyse düşmandır çoğunluğun nezdinde. Üzerine bir de siyasi suçlar, direngen tutumlar binerse o kadın neler yaşar, ona neler yaşatılır her fırsatta; mümkün olduğunca sık oralara bir bakmak gerektiği düşüncesindeyim.
Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle de Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde yaşanan hak ihlallerinden söz etmek gerektiğini düşünüyorum.
En azından bizler, yani görece 'özgür' kadınlar, 'özgür' olmayanlara elimizden geldiğince destek vermeliyiz diyorum.
Uzunca bir süredir Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'yle alakalı tartışmalar sürmekte. Belki denk gelmişsinizdir.
Gelmeyenlere kısa bir hatırlatma yapayım isterim; Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek 2020 yılında infaz mevzuatında, koşullu salıverme süreleriyle ilgili olarak düzenleme yapıldı. Adli suçlarda infaz sürelerinde indirim yapılırken siyasi suçlar bunun dışında bırakılmıştı.
Hukukçular bu ayrımın Anayasa'ya, Birleşmiş Milletler Kişisel ve Medeni Haklar Uluslararası Sözleşmesi'ne, BM Cezaevlerine İlişkin Asgari Standart Kurallar'a ve İnfaz Kanunu'na aykırı olduğu defaatle dillendirmiş, itirazlar ortaya koymuştu.
Mevzuata göre yeni düzenleme getirilmiş ve 'şartı salıverme' kararı idari gözlem ve sınıflandırma kuruluna bırakılmıştı.
Peki nasıl çalışır bu kurul? İlgili mevzuatta, bir cumhuriyet savcısının başkanlık edeceği Gözlem Kurulu'ndan bahsediliyor.
Ama uygulamada bir savcı bulunmadığından şikâyetçi mahkûmlar.
Yani uygulama şöyle gerçekleşiyor: Koşullu tahliye tarihi gelenler, görüşme için idareye çağrılıyor. Kurum müdürünün bile nadiren bulunduğu bu görüşmelerde yardımcı müdürler, eğitim ve psiko-sosyal birimlerden birer memur, başgardiyan ve kurumun işlerini yapan bir teknisyen yer alıyor.
Hükümlülere pişman olup olmadıkları, neden siyasi koğuşta kaldığı gibi sorular soruluyor.
Şayet hükümlü siyasetçi ise sorular misal "HDP'den belediye başkanı olduğuna pişman mısın" veya "HDP'de siyaset yaptığına pişman mısın" minvalinde oluyor.
Kimi mahkûm "savcı olmadan bu sorulara cevap vermeyi kabul etmediği için", kimi cevapları beğenilmediği için tamamen şahsi kanaatler, politik görüşler ve ülke siyaseti atmosferi de göz önünde bulundurularak, konjonktüre uygun şekilde "şartlı tahliyeye uygun değildir" kararı çıkıyor.
Hükümlüler önlerine gelen kararlarda, "yapılan kurul görüşmesinden önceki bir tarihte imzalanmış veya başka bir mahkûmun adı değiştirilerek tüm siyasi kadın mahkûmlara aynı 'kopyala yapıştır" kararların sunulduğunu, bu 'kurul aşaması'nın tamamen prosedürle sınırlı kaldığını" ileri sürüyor. Avukatlarının şikâyetleri, itirazları da bir işe yaramıyor.
Ve bu uygulama kapsamında; Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde 2021 yılından beri, "sayım ve aramalarda kayıtsız kaldı", "dezenfektan istemedi", "idare kütüphanesinden yeterince yararlanmadı" gibi gerekçelerle şartlı salıvermelerin aylar, hatta yıllar süren ertelemelerle rafa kaldırılmasından söz ediyoruz.
Özetle 20-30 yılını cezaevinde geçirmiş kadınlar bunlar.
Ve artık şartlı tahliye zamanları gelmiş, ama tahliyelerine müsaade edilmiyor, tahliyeler sürekli ertelemeye tabi tutuluyor.
Peki neden Sincan üzerinde duruyoruz, başka cezaevleri cennet de tek sorunlu olan Sincan mı?
Hayır elbette değil.
Ama Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nden 2021 yılından beri şartlı tahliye olabilmiş tek bir kadın mahkûm yok.
Çok iddialı bir uygulama gibi gelmedi mi size de?
Sincan belki de, Türkiye'de ki tek 'siyasi suçlulara şartlı salıverme hakkı" tanımayan cezaevi olma konumunda.
Çok acayip!
Konuya biraz daha yakından bakmak için Sermin Demirdağ örneği üzerinden gidelim.
Demirdağ bir siyasi mahkûm. 1968 doğumlu, 1993 yılında tutuklanmış. Müebbet hapis cezası almış. 31 yıldır cezaevinde ve bunun 18 yılı Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'nde geçmiş.
30 yılı dolduğunda şartlı salıverilmesi gerekiyor.
Aleyhte karara neden olacak bir disiplin suçu da yok.
Aksine yattığı süre boyunca Çalışma Bakanlığı'nın cezaevlerinde düzenlediği sertifikalı iş edinme kurslarına, resim ve müzik alanında cezaevi kapsamında düzenlenen kurslara katılmış.
İçeride kaldığı süreyi üniversiteden mezun olmak için de çalışarak geçiren biri. Bunları da denetimli serbestlikten yararlanmak için değil cezaevinde geçirdiği yılları verimli kılmak için yaptığını beyan eden biri.
İnsan ister istemez 'iyi hâl' için yeterli görüyor bu 'karne'yi ama işte iş dönüp dolaşıp tam olarak hangi saiklerle karar verdiği belli olmayan bir kurul tarafından 'şartlı tahliyeye uygun bulunmadınız' denilerek öteleniyor.
Bu ötelemeler aylar ve yıllara uzuyor.
Konuya ilişkin olarak avukatların hazırladığı raporu buradan okuyabilirsiniz.
Bakınız insan haklarına sahip çıkmak çok hayati bir konudur. Haklar, siyaset üstüdür, en azından öyle olması gerektiği bilincinde yaşamalıyız.
Katillerin bile hakları vardır ve bu haklardan yararlanmanın önünde duramazsınız. Yakın tarihte hatırlayalım Hrant Dink'in katili Ogün Samast için, 16 yıl 10 ay hapis yattıktan sonra "kişisel gelişimi için yapılan gözlemde iyi hâli olduğu gözlenmiş ve şartlı salıvermeye uygun bulunmuştur" dendi.
Kamu nezdinde ve hepimizin kalbinde yaraya sebep olan bu 'iyi hâl tespiti' kime ve neye göre yapılmıştır bunu sorgulamış, cevaplarını asla bulamamıştık.
Şimdi de "Sincan Kapalı Kadın Cezaevinde 'iyi hâl intibası' yaratabilecek insanlara dahi bu kararlar neden verilmiyor" sorusunun yanıtını kesinlikle bulamamaktayız.
Kim bilir belki de verdiğimiz bu iki örneğin eylemlerinin Türkiye siyasetinde nereye düştüğüne bakmak ve kimin hakkı neden gasp ediliyor, onun üzerine düşünmek gerekmektedir.
İçinde bulunduğumuz ülke elbette ki sadece kadına değil, beraberinde insana ve insanlığa da bir miktar şerh düşmektedir.
Bu yazı ve yazının yayınlandığı gün dolayısıyla, sizlerin de izninizi aldığımı varsayarak, Sincan Kapalı Kadın Cezaevi'ndeki şartlı tahliye bekleyen ama asla alamayan kadın mahkûmların 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak isterim.
Umarım kaderleri üzerinde tayin hakkı kullanılan bu kadınlar en kısa sürelerde haklarına kavuşur.
Bizler de yılmadan, bıkmadan bu sürecin takipçisi oluruz!
Tuğçe Tatari kimdir?Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu. Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı. Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor. |