Kendimi, yazmaktan fazlasıyla imtina ettiğim bir konuyu yazarken bulmuş bulunmaktayım.
İmtina ediyorum çünkü 'sıçrayan çirkef' hiçbir hayırlı gelişmeye vesile olmayacağı gibi bitmeyen bir yorgunluk da yaratıyor insanda…
Adeta kan davasına dönüştürülen eski arkadaşlıklar, politik çetelerin yasak listelerinde adının ilk sıralara yazılması, toplumsal meseleler için katıldığın toplantılarda psikolojik rahatsızlık yaratma çabaları, hissettirerek dışlamak, kendilerince bir sosyal medya iptal kültürü uygulaması gibi davranışlar getiriyor beraberinde.
Tüm bu saldırılara maruz kalmanın da tek bir sebebi oluyor; eleştirmek!
Eleştirdiğin an hedefe konuyorsun.
Köylerden kovulmayı bırak kapısını çalacak bir 10'uncu köy bulamıyorsun.
Tayyip Erdoğan zihniyetidir bu, dediğinde de yanıt verecek muhatap bulamıyorsun!
Yıllardır seven, bayılan, iltifatlara boğanlar, bir bakıyorsun beş dakikada simsiyah katran sularına batırıp çıkarmış seni…
Desen: Selçuk Demirel
Şahsen yaşadım, yaşıyorum…
İnanın ne bir fazla ne bir eksik, fotoğraf aynen budur 'bilindik muhalif'lerin ortamlarında!
Bu ülkede politik olarak bilinir hâle gelmiş ve özeleştiri yapabilen çok ama çok az insan tanıdım.
Hele eleştiriye tahammül edebilen neredeyse yoktur gibi…
Bakınız, geride bıraktığımız 20 yıl 'muhalif bilinirliği' olan bazı isimleri fazlasıyla yıprattı.
Hem de ne yıpratmak!
Adeta AK Parti yandaşı medyacıların ilk palazlanma dönemlerindeki kadar saldırganlaştılar.
Düşmanına benzemek bir muhalifin laneti olur ancak.
Ama oldu işte.
Umut kaynağı olması gereken isimler konuşurken neredeyse utanır olduk.
Peki neden?
Muhalif politik görüşleri ve herkesin konuşamadığı anlarda gösterebildikleri cesaret ile tanınır hâle geldikten sonra bir hâller geliyor bu insanların üzerine.
Nasıl oluyor da bu 'delirme hâli' ortaya çıkıyor anlamak imkânsız gibi.
Politik görüş önderleri, aktivistler, hele ki hak temelli, sosyalist tabanda insan haklarını mesele edinmişler için bir altyapı, sağlam temel, okur yazarlıkta ileri düzey şartı olmalı diye düşünüyor insan değil mi?
En azından beklentimiz o yönde…
Ülkenin tamamını ele geçirmiş 'vasatlık' artık bu seviyede karşımıza zor çıkar diye düşünüyor insan.
En nihayetinde, toplumların kavrayışta, anlayışta en 'yüksek' kesimi okur yazarlarıdır.
Ama işte ortaya çıkan sonuç 'Demet Akalın tadında' olunca da irkiliyorsun hâliyle.
Çürüme sandığımızdan çok daha derinlerde falan değil, toptan çürümüşüz, diyorsun!
Bakınız…
Yaşını başını almış, saygın bir yayıncı mesela sosyal medyada tanınırlığı olan bir yeme içme insanına sataşıyor, "Millet aç sen burada hâlâ kendi derdindesin" diyor.
Üstelik kendi de aç değil, biliyoruz ama işte bir şekilde 'açlar adına' meydanda madara etmek istiyor o kişiyi.
Kişiler de önemli değil aslında…
Zihniyet, mantık, saldırı biçimi ve finalinde beklenen alkış, arkasına bir güruhun onayını da alarak birini linç etme-ettirme arzusuna gelip dayanıyor tüm konumuz özetinde…
Sonra daha yeni yeni politik ortamlarda buluna buluna, 'muhalif popülerleşme' ve sosyal medya tanınırlığı yakalamış bazı isimlerin paylaşımları dikkatimi çekiyor… "Ben bu duruşmaları takip ettim ama siz yoktunuz" diye hesap soran bir hava, kibirli ve gerekçesiz bir özgüven…
Bir dakika arkadaşlar, kendinize gelin.
Bu bir maraton koşusu, çok uzun yoldan geliyoruz, kimse iki günde kalkıp da 'muhalefet mafyası' olmaya ve hesap sormaya soyunamaz, denmeyi hak etmiyorlar mı fazlasıyla?
Kimsiniz, kime racon kesiyorsunuz?
Kaldı ki biz de oradaydık üstelik 20 yıldır.
Size sorduk mu neden yoktunuz diye?
Geldiğiniz gün gelirsiniz, gelmediğiniz gün gelmez…
Nasıl devlet baba değilse siz de sol bir çevrede popülerliğinizle otorite olamaya kalkışamazsınız!
Sonra…
Bakıyorum abuk subuk tepkiler, ipe sapa gelmez beyanlar, savunduklarıyla yaptıkları taban tabana zıt eylemler…
Nedeni belli; savundukları şeyin temelini, tabanını bile bilmiyorlar daha.
Şöyle kenara alalım sizi, hakkında kalem oynattığınız alanların 101'den okumalarına başlayın, diyesi geliyor insanın.
Kendimle yazıp yazmama savaşı verirken, örnekler de arttı hızla.
Derken…
Gazetecilikten vekilliğe geçmiş tanınan isimler kalktılar 'halkı azarladılar' malumunuz.
"Biri hesap soracaksa halk hesap sorar siyasetçi değil" diye kendimizi yırtarken, sol partiden halka azar ve hesap geldi!
Olacak şey değil…
Neyse güldük geçtik bir şekilde.
Artık bu kadarı komik, dedik.
Ama sonra arkası kesilmedi, röportajlar, beyanları daha da sivrileştirmeler falan.
Tüm söylenenleri alt alta yaz, tüm muhalif söylemlerini, ortaya çıkıp bağırmalarını, isyanını, azarlarını, beklentilerini bir araya topla, bir önceki partisinden ayrılışı ve Kürtler konusunu yan yana koy, tamamı çöküyor zaten!
30 yıl, 40 yıl hapse mahkûm edilmiş onlarca Kürt muhalif örnekleyebiliriz.
Ne adliye kapısında kalabalıklar oluşturulmuş, ne içeride geçen süreçte sesi soluğu olunmuş.
O insanlar neden yalnız bırakıldıkları için kalkıp halka had bildirmiyor, halkı hesap soran bir dille hırpalamıyor?
Politik terbiye de politik bilinçle geliyor da ondan belki de!
Ama işte ilk başta da dedim ya, bu 20 yıllık felaket en çok da bazı bilinir muhalifleri yıprattı.
Bağırarak söyledikleri sözler, masalara vurarak çıkarttıkları sesler, 'posta koyma' hâlleri önce kendilerini etkiler oldu. Bir çeşit kendine âşık olma, kendi kendiyle dolu olma hâli, her yaptığını doğru sanma, her hatasını "ama ben bedel ödedim yine de öderim gerekirse" demeye getirerek gerekçelendirme…
İyi de arkadaş senden daha büyük bedeller ödeyenler de var ve olacak.
Onlar ne yapsınlar?
İsyanlarının hesabını kimden sorsunlar?
Üstelik çoğu da 'halkı kurtarmak' iddiasıyla siyasete girmedi. Girseydi 'halkı kendisine yeteri kadar yardımcı olmamak'la suçlayarak, 'müstahak bakın size yaşadıklarınız' dercesine azarlamak… Şaka olsa gülünmez, ciddi olsa inandırıcı bulunmazdı şüphesiz…
Dedik ya uzun bir maraton bu…
Finali göğüslemeye de daha çok var gibi görünüyor.
Belki de daha fazla yıpranıp, çoluk çocuğun maskarası olmadan biraz dinlenmek, kendimizi nadasa çekmek gerekiyor.
Keşke memlekette politik psikoloji alanında daha çok çalışmalar yapılsa, tezler hazırlansa da bu karşılaştığımız örneklerin adını net koyabilsek.
Yaşananlar da hiç kolay değildi sonuçta kabul ediyorum ama bu derece hayati sorun arasında insanların egolarını meselelerden daha yükseğe konumlandırarak millete ayar vermesini anlayamıyorum.