Benim içinde yaşadığım topluma inancımı büyük ölçüde kıran mihenk taşlarından biri Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinde yaşanan olaylardır.
Aysel Tuğluk’u şahsen tanımam.
Hiç, bir araya gelmişliğim de yoktur.
Ama pek tabii ki takip ettiğim, hakkında bilgi sahibi olduğum bir siyasetçidir.
O günden sonra başka hislerle kalbime kazıdığım biridir Aysel Tuğluk…
Mihenk gününü hatırlayalım isterim,
14 Eylül 2017 yılında hali hazırda tutuklu olan kürt siyasetçi Aysel Tuğluk’un annesi vefat etti.
Ankara’da vefat eden Hatun Tuğluk, İncek mahalle mezarlığına defin edilecekti.
Aysel Tuğluk cezaevinden özel izinle cenazeye katılmıştı.
Bitkin görünüyordu.
Cenazeye katılan arkadaşlarının yorumlarından öğrenmiştik, en kıymetli insanıydı annesi. Ve onu kaybetmek Aysel Tuğluk’u çok derinden sarsmıştı.
Maalesef yaşadığı üzüntü sadece ana kaybıyla bırakılmayacaktı…
Hatun Tuğluk’un cenazesi gömülürken mezarlığa giriş yapan kalabalık bir grubun saldırısına uğramış, hakaret ve küfürler taş atmaya varmış, güvenlik görevlilerince ‘zapt edilemeyen’ grubun “Buraya Ermeni, buraya terörist gömdürmeyiz” diye avaz avaza bağırarak ölü bir bedene ettikleri üzerimde kurşun gibi bir ağırlık yaratmış, yıllarca unutamadığım derin bir ize dönüşmüştü.
Sonuçta Hatun Tuğluk ‘onu burada yatırtmayız, çıkartır, parçalar ve çöpe atarız’ tehditleri, tekbir sesleri eşliğinde taş ve tuğlalar atılarak gömüldüğü mezardan çıkartılmış ve doğduğu yere, Dersim'e defin edilmişti.
Aslında o gün o cenazede yakın gelecekte Kürt siyasetçilere uygulanacak muamelenin de sinyalleri verilmişti bana göre.
Çünkü neredeyse HDP’nin tüm tanınmış isimleri o cenazedeydi ve ‘önlenemeyen’ bu olay esnasında uzun süre mezarlığa sıkıştırılıp belki de hayatları boyunca duymadıkları ağırlıkta küfürlere maruz bırakıldılar.
İki gün süren cenazenin defin işleri dediğim gibi uzaktan bir izleyici olarak beni derinden sarsmış, ürkütmüş ve içinde bulunduğum topluma karşı muazzam bir kırılma yaşamama neden olmuştu.
O günden sonra acısıyla arkamızda bıraktığımız Aysel Tuğluk’tan pek haber alamadık.
Ara sıra dava dosyasından çıkan karar ve işleyen süreç dışında hiç haber almadık desem daha doğru olur aslında.
Sonra bir gün cezaevinde çekilmiş yeni bir fotoğrafı yayınlandı.
Bembeyazdı saçları.
İfadesinde acı vardı.
Cenazede yaşananların üzüntüsünü atlatamamış diye düşündüm.
Çok geçmeden öğrendim ki yaşadıklarının etkisiyle, tedavisi olmayan ve direkt hafızasını hedef alan bir hastalığa tutulmuştu.
Tanımadığım Aysel Tuğluk’la ikinci duygusal dönemecime girmiştim.
Açıkçası kahroldum.
Kıvrandım üzüntüden.
İlk ve tek hasta tutuklu o değildi muhakkak, acı ve haksızlıklarla doluydu cezaevleri ama inandığı uğurda ‘ateşten gömlek giyerek’ siyaset yapan, bastığı yerde sağlam duran, kaymayan, kıvırmayan birinin böylesi bir hastalığa tutulması üstelik de düşman hukukunun adeta bir rehini pozisyonundayken bunu yaşaması beni derinden etkiledi.
Hele maaşı için vekil olanları, Kürtlerin mağduriyetlerini kişisel kariyerine basamak yapan, siyasi bir kartvizit için kullananları filan düşününce Aysel Tuğluk’un yaşadığı bu durumu hazmetmekte daha da zorlandım.
Aysel Tuğluk’un tutuklu değil hükümlü olması, pandemi koşullarının getirdiği yeni düzenlemeler, Kandıra’ya sevk edilen HDP’li vekillerden sonra uygulamadan kaldırılan ‘sosyalleşme’ler ve en önemlisi de cezaevi koşullarının bu hastalığının ne kadar hızlı ilerlemesine neden olabileceğini tahmin edebilirsiniz.
Konunun uzmanı değilim ama çevremde maalesef aynı hastalıktan muzdarip birçok yakınım var, hastalığın bu kadar genç yaşta ortaya çıkmasının annesinin cenazesinde yaşananların tetiklemesiyle mümkün ve bu derece hızlı ilerlemiş olmasının da cezaevi koşulları olduğunu bilecek kadar yakından tanıyorum bu hastalığı.
Ziyaretçilerinin anlattıkları düşünerek canlandırdığım acı tablonun daha da ete kemiğe bürünmesine sebep oluyor açıkçası.
Aysel Tuğluk’un pek konuşmadığını, genelde dinlediğini sadece sıklıkla “Anneme neler yaptılar, dayanamıyorum” diye tekrarladığını aktarıyorlar.
Arkadaşları arasında bakımlı ve havalı bir kadın olarak tanınması, bir dönem medyada gündem olan marka çantası konusunda espriler yapıldığında buna gülerek tepki verdiğini anlatıyorlar.
Geçmişe yönelik anılar ve yaşanmışlıklar hakkında konuşmanın onu mutlu ettiğinden söz ediyorlar.
Çok yakın bir geçmişte Kürt siyasetçileri bir çeşit siyasi moda gibi kovalayan, yan yana gelmeye çabalayan, aynı masada oturmakla övünenlerin başlıca hedeflerinden biriydi Aysel Tuğluk, şimdi kaçı dertleniyordur acaba, kaçı bir mektup yazmıştır, kaçı avukatını arayıp bilgi sormuştur…
Neyse, oralara girmeyeceğim çünkü çıkışı olmayan bir kuyu olduğunu çok iyi biliyorum!
Aysel Tuğluk’un hastalığı Kocaeli Tıp Fakültesi tarafından yaklaşık bir yıl önce teşhis edilmiş.
Hastanede kapsamlı bir rapor hazırlanmış ve özetle hastalığın ilerleme hızından dolayı Aysel Tuğluk’un hayatını tek başına idame ettirmesinin imkansız olduğu vurgulanmış.
Bu rapor ve teşhisten sonra konu adli tıbba sevk edilmiş ve pek tabii ‘hastalığının cezaevinde kalmasına engel olmadığı’ kararı çıkmış…
Hatun Tuğluk’un cenazesini parçalamak isteyenler ilk duruşmada tahliye oldu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yla fotoğrafları ortaya saçılanlar oldu, hatta aralarından muhtar adayları bile çıktı.
Ama kıymetli bir insan bir siyasetçi o gün yaşatılanlar yüzünden zihnen yok oldu! Biz ayrıcalıklı cezaevleri, kollanan tutuklular, kayırılan siyasetçiler, işlediği suçun bedelini ödemeyen yüz binlerce örnek sayabiliriz, bunu yapabilecek kadar fazla doneye sahibiz ne yazık ki.
Ama Aysel Tuğluk ve diğer tüm Kürt siyasetçilerin bu ayrıcalıklardan faydalanamayacaklarını da iyi biliriz…
Çünkü memlekette affı olmayan tek suç düşünce suçudur.
Ne yaparsanız yapın daha büyük bir suça bulaşmış sayılmazsınız.
Düşüncenizle devleti rahatsız etmenin bedeli hastalansanız da, ölseniz de size merhamet edilmemesidir…
Bir insanın sırf kızının durduğu yer, düşündükleri yüzünden cenazesini parçalamak isteyenler neredeyse ödüllendirilirken her gün biraz daha her şeyi unutarak cezaevinde yaşamaya çalışan bir insanı serbest bırakma fikrini düşünemezler bile…
Bu işin devlet tarafından yaratılan adaletsizliği.
İşin bir de maalesef çuvaldızı kendimize batırmak zorunda olduğumuz kısmı var.
Hem şahsen Aysel Tuğluk hem de Kürt siyaseti geçmiş popüler günlerinde olmadığı için, tedavisi olmayan hastalığını belki de sadece bir miktar yavaşlatmak namına kalan hayatını özgür ve bakılarak devam ettirmesi yönünde bir kamu oyu dahi oluşamıyor.
Çünkü bu konuyla ilgilenen yok!
Daha doğrusu bu konuyla ilgilenmenin getirdiği bir alkış yok.
Ve maalesef alkışın olmadığı yerde bir dayanışma görmek de imkansız gibi.
Selahattin Demirtaş’a elbette hepimiz sahip çıkalım.
Yaşadığı adaletsizliği görünür kılalım.
Ama bir de onun kadar popüler olmayan ve sadece özgürlüğünü kaybetmiş olmakla kalmayıp çok büyük mağduriyetler yaşayan yüzlerce siyasi tutukluyu da arada bir hatırlasak?
Aysel Tuğluk bile görece tanınan, görünen yani avantajlı pozisyonda. Siz daha gerisini düşünün!
Bu da hak mücadelesi adına, insan hakları mücadelecileri adına, hak temelli bir yaşam benimseyen tüm ‘hala bedeniyle, kalemiyle, sözüyle özgür kalabilmiş’ bireyler yani hepimiz adına bir utanç sertifikasıdır aslında!
Aysel Tuğluk gibi sağlam duruşlu insanlar ise hastalığına rağmen annesine yapılanları ve buna müsaade edenleri unutmadan yaşar.
Bu da hepimize fener tutar, tutmalıdır!