"Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra general olacaklar ve Cumhuriyet'e karşı ayaklanacaklar."
Bu tespiti yapan kişi, evinin önünde aracına konulan patlayıcının infilak etmesiyle yitirdiğimiz gazeteci - yazar Uğur Mumcu'dan başkası değildi.
Türkiye'de gazeteciliğin hatta muhabirliğin yüz akı isimlerinden Mumcu, katledilişinden bir süre önce katıldığı televizyon programında meslektaşları Nazlı Ilıcak ile Taha Akyol'un sorularını yanıtlarken işte bu cümleyi kurmuştu.
Mumcu, bu tespiti boşa yapmamıştı. Kendisine ait "Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz" yaklaşımını mesleğinde uygulayan Mumcu, yaşamını yitirinceye kadar geçen sürede elde ettiği verilere dayanarak yapmıştı bu analizi.
Gazeteciliği sırasında ulaştığı bilgilerden rahatsızlık duyan bazı grupların hedefindeki Mumcu, peşinde koştuğu amacın bedelini canıyla ödedi.
Amacı; bağımsız bir Türkiye, emek ve emekçinin güçlü olduğu bir ülke, sosyal devlet olmayı başarmış bir yurttu.
Her ne kadar cinayetle ilgili yargılama süreci sona ermiş olsa da, akıllardaki kimi sorular henüz yanıt bulamadı.
T24'ten Gökçer Tahincioğlu'nun hazırladığı dosyaya göz atmanızı öneririm.
Suikastın üzerinden 29 yıl geçti. Merhum Mumcu, yaşasaydı bugünlerde yaşamın rutini haline gelen cemaatler – tarikatlar konusunda kim bilir hangi bağlantıları, ilişkileri, örgütleri ortaya çıkarırdı.
Mumcu'nun 30 yıl önceki tespitlerinin bugün nasıl gerçekleştiği ortada. Tarikat ve cemaatlerin, TSK, Emniyet, MİT, adliye ve Mülkiye başta devlette nasıl örgütlendiğinin örneklerini görmeye devam ediyoruz.
Böyle giderse, görmeye devam edeceğiz.
Tarikat ve cemaatlerin peşindeki emniyet müdürü
Bugün, Mumcu'nun çizgisinden giden bir başka ismin de ölüm yıldönümü aynı zamanda.
Polis Akademisi'nden mezun olmasıyla birlikte meslek yaşantısı boyunca Atatürk ilkelerinden sapmadan Türkiye Cumhuriyeti için ter döken Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan, Mumcu'nun katledilişinden 8 yıl sonra benzer biçimde şehit edildi Diyarbakır'da.
Terör saldırısında korumalarıyla beraber şehit edilen Okkan'ın dosyası da tıpkı Mumcu'da olduğu gibi geride sorular bırakarak adli sürecini tamamladı.
Resmi kayıtlara göre; Okkan ve beş koruması radikal dinci terör örgütü Hizbullah'ın hedefi olmuştu.
İşim gereği yakından tanıdığım ve uzun görüşmelerim olan Okkan sadece Hizbullah'a karşı değil, devlete karşı faaliyetleri olan her türlü tarikat ve cemaate yönelik çalışmalar yapıyordu.
Ve hayata bakışı çerçevesinde bu yapılara karşı olduğunu aleni biçimde açıklamaktan geri durmuyordu.
Hazırladığı ve altına imzasını koyduğu raporlar halen devletin arşivindedir diye umuyorum.
Gün gelecek o raporlar ortaya çıktığında Okkan'ın hangi tespitleri yaptığına tanık olacağız.
Yaşıyor olsaydı Okkan, karşı mücadele ettiği tarikat ve cemaatlerin kendi mesleğinde ve devlette nasıl örgütlenip faaliyetlerde bulunduğunu gördükçe ne tepki verecekti acaba?
Zira şehit edildiği dönemde, Hizbullah'ın yanında bugün silahlı terör örgütü olarak tanımlanan FETÖ'nün usul usul sistemde kendisini belli etmesinden de fazlasıyla rahatsızdı.
Şimdilerde kendisinin arkasından gözyaşı döken bazı isimlerin o günlerde Gülen cemaatinin teşkilatta belirgin biçimde önünün açılmasını sağlaması, Okkan'ın tepkisiyle karşılaşacaktı kuşkusuz.
Bir anekdot daha vereyim: Okkan, tarikat ve cemaatlere yönelik çalışmalarını güvendiği personelden oluşturduğu İstihbarat Şubesi üzerinden yürütüyordu. Öldürülmesinden sonra Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şubesi'nde kadro yenilenmesi gerçekleşti. Bugün FETÖ'den ihraç edilen veya cezaevine giren isimlerden bazıları İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nce Diyarbakır Emniyeti İstihbarat Şubesi'nde görevlendirildi.
Gelen yeni ekip, tarikatlar ve cemaatler konusunda çalışan amir konumundaki personeli ya başka kente ya da Diyarbakır'ın ilçelerine gönderdi. Bir kişi hariç!
İşte o bir isim, şube yöneticilerince tayin edilmek bir yana daha üst makamda görevlendirildi!
Ve o isim, bugün çok önemli bir kurumun başında!
Meslektaşlarının tayin görmesine karşın, Gülen ekibinin kurguladığı yeni görevlendirmelerde konumunu koruyan bu personelin bugün önemli bir görevde olması, büyük bir tesadüf olsa gerek!
Karanlık bir suikastta Türkiye kıymetli bir emniyet müdürünü yitirdi.
Büyük olasılık sorulara yanıt verilmeyecek
Devlette, bilhassa TSK, emniyet, MİT, adliye ve Mülkiye'de cemaat ve tarikatların hızını artıran faaliyetlerinden söz açılmışken CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan'ın soru önergesi dikkat çekici.
Bakan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yanıtlaması istemiyle geçen hafta TBMM Başkanlığı'na soru önergesi verdi.
Sorulara bakıldığında belli ki CHP'li Bakan "içeriden" önemli bilgilere ulaşmış.
Bakan, soru önergesinde Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında yaşandığını iddia ettiği tarikat ve cemaatleşmeyle ilgili bilgilere yer veriyor.
Genel Komutanlık bünyesindeki İstihbarat Başkanlığı'nda odalarda zikir çekildiğini, gözlerine sürme çekip (bir tarikatın liderinin aynı biçimde hareket ettiği biliniyor. Y.N.) askerle birlikte içtimaya çıkanların bulunduğunu, paçalarını sıvayıp genel komutanlık koridorlarında dolaşanların var olduğunu, tarikat mensuplarının karargâha davet edildiğini, askerlerin tarikat ve cemaatlerin simgesi olarak farklı renkte kafalarına başlık taktıklarını iddia ediyor CHP'li Bakan.
Ve bu iddiaları Jandarma'nın bağlı olduğu İçişleri Bakanı Soylu'dan yanıtlamasını istiyor.
Geçmişten bir örnek vereyim: FETÖ'nün güçlü olduğu dönemde İçişleri Bakanlığı, Mülkiye Teftiş Kurulu aracılığıyla bir araştırma yaptırmıştı emniyet bünyesinde.
Müfettişlere ifade ve bilgi veren Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde görev yapan polis müdürleri, teşkilatta Gülen cemaati diye bir yapının bulunmadığını anlattılar.
Ama her ne hikmetse, 17-25 Aralık sonrasında başlatılan tasfiyelerin hedefinde Gülenci polis kadroları vardı.
Polis müdürlerinin müfettişlere "yok" dediği Fethullahçı polisler tek tek tespit edildi ve teşkilattan atıldı!
Bakan'ın soru önergesiyle benzer durum bir kez daha gündeme geldi.
Jandarma teşkilatında bir süredir FETÖ'cülerin boşalttığı kadrolara başka cemaat ve tarikatla bağı olan personelin atandığı yönünde iddialar var.
Gerek Jandarma Genel Komutanlığı, gerekse İçişleri Bakanlığı bu iddialar karşısında sessizliğini koruyor.
Büyük olasılıkla Soylu, soru önergesini benzerlerinde olduğu gibi yanıtlamayacak. Veya yanıtlasa da "araştırılmış böyle bir bulguya ulaşılamamıştır" anlamında bir yanıt verecektir.