İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hakkımda başlattığı soruşturma çerçevesinde, bir gecesi Sincan F Tipi Cezaevi'nde, dört gecesi de Marmara ya da bilinen adıyla Silivri 9 Nolu Kapalı Cezaevi'nde olmak üzere beş gece ülkenin en büyük iki cezaevinde devletin "zorunlu" misafiri oldum.
Her iki cezaevinde aylarca, yıllarca kalanları dikkate aldığımızda, bu beş geceden bir manzume çıkartma niyetinde değilim.
Fakat gerek savcılığın gözaltı talimatı gerekse mahkemenin tutuklama kararının öncesinde ve sonrasında yaşananlardan kısa bir bölümü ilk ve son kez Büyüteç'te aktarıp bu sürece noktayı koymak niyetindeyim.
Daha doğrusu, yaşananların küçük bir kesitini bir de benden öğrenmenizi istedim.
Büyüteç'te 31 Ekim'de yayımlanan yazıda "yargıdaki istismar ve çürüme iddialarının kapsamında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanlığı'nın özel bir raporu hazırlayıp Cumhurbaşkanlığı'na ulaştırdığını" aktardım.
Film, yazının yayımlanmasıyla birlikte koptu. 1 Kasım günü ev aramasıyla birlikte başlayan adli sürecin ilk aşaması; önce gözaltı, ardından tutuklamayla Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi'nde sonuçlandı, altı saat içinde.
Sincan'da karantinada geçen ilk geceden sonra sürekli kalacağım koğuşa geçtim ancak bu kez sürprizle karşılaştım. Tam kendime yeni yaşam döngüsü kurma hazırlığı içindeyken ve henüz 24 saat dolmadan, yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla 2 Kasım akşamüzeri jandarmanın nakil aracıyla İstanbul'a götürüldüm.
Avukat görüşmesinin hemen ardından yaşadığım bu dakikalarda cezaevi yönetiminin, nakil konusunun avukatıma ve aileme aktarılacağını söylemesine rağmen, tahliyeden sonra ne avukatıma ne de aileme bilgi verildiğini öğrendim!
O gece "buhar" olmuştum. Ne ailem ne de Ankara ve İstanbul'daki avukatlarım benimle ilgili haber aldı. Silivri Cezaevi'ne götürüldüğüm gece yarısından sonra tespit edilebildi.
Kaldı ki, yaşadığım yer, yazıyı yayına hazırladığım yer, iş yerim, raporda adı geçen kurumların bulunduğu yer Ankara olmasına karşın, apar topar İstanbul'a naklin gerçekleştirilmesinin ardında elbette başka amaçlar vardı.
Sincan Cezaevi'nde kalmam halinde pek çok avukat ve siyasinin ziyaret ederek yaşananların gündemde kalması söz konusu olacaktı.
Bu tabloyu aktarıyorum zira aslında bir başka tabloyu göstermek istiyorum.
Sadece kamuoyunun bilgilenmesine yönelik bir yazı kaleme aldığım için tutuklandım. Üstelik mevcut TCK 217/a hükmünden, Dezenformasyon Yasası uyarınca…. En üst süreden yani 3 yıldan ceza alınması halinde bile cezaevinde yatarı olmayan bir suçtan tutuklama yapıldı!
Ağır suç işlemişim meğerse.
Bir de benden dinleyin...
Gözaltı ve tutuklamayla ilgili adli süreçten de kısaca söz etmem gerekiyor.
Şöyle ki; yazı 31 Ekim'de T24'te yayımlandı hatta 30 Ekim gece yarısından itibaren… Adli süreç 1 Kasım öğleden sonra gözaltı işlemi yapıldığı saatte başladı. O saate ne Cumhurbaşkanlığı'ndan ne de MİT Başkanlığı'ndan açıklama yapıldı.
Zaten İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, gözaltıyla sonuçlanan soruşturmayı re'sen başlattı. Yani ne Cumhurbaşkanlığı'nın ne de MİT Başkanlığı'nın bir şikâyeti veya ihbarı vardı!
Hatta başka kişi ya da kurumların da şikâyeti ya da ihbarı bulunmazken; başsavcılık, kendisine görev edinip kendiliğinden soruşturma açtı.
Tutuklamanın ardından yapılan "yalanlama" ise aslında yazılanların doğru olduğunun kanıtı. Gazetecilikte böylesi süreçler yaşanır hep. Sürecin yarattığı / yaratacağı yüksek tansiyonu düşürmek için sıkça kullanılan yöntemdir bu.
Bu satırların yazarı olarak elbette süreci yakından takip edeceğim ve gelişmeler yine Büyüteç'te yer bulacak.
Şampiyonlar Ligi!
Dediğim gibi, beş günlük zorunlu konaklamadan bir manzume çıkartacak değilim. Fakat özellikle Marmara yani Silivri Cezaevi'nde yaşadığım birkaç küçük tabloyu aktarıp yazıyı tamamlayım.
Yüksek güvenlikli bir cezaevinde bulunurken anladım ki insanoğlunun yaşam azmini hiçbir olgu yıkamaz.
Havalandırmanın açık olduğu saatlerde tutuklular ve hükümlüler arasında yüksek duvarlar üzerinden yapılan yüksek sesli görüşmeler, aynı koridor üzerindeki farklı koğuşlarda kalan hükümlü veya tutukluların bu yolla satranç oynamaları dikkat çekiciydi.
Mesela, tahliye olduğum dakikalarda Marmara Ceza İnfaz Kurumu'na getirilen Engin Polat'ın tam karşımdaki koğuşa konulduğunu koğuş komşumdan duydum!
Silivri'de uyandığım ilk sabah, cezaevinin "Şampiyonlar Ligi" adıyla tanımlandığını öğrendim. Açıldığından beri pek çok ünlünün kalması ve yine birçok tanınan ismin halen cezaevinde bulunması nedeniyle bu isim verilmiş meğerse.
İster Şampiyonlar Ligi olsun, ister olmasın; beş günlük zorunlu konaklamayı tamamlayıp evime, işime ve sevenlerimin yanına döndüğüm için fazlasıyla mutluyum.
Bu arada merak edenler için; mesleğe de kaldığım yerden devam, elbette...
Tolga Şardan kimdir?Tolga Şardan, 1988'de yerel yayımlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği, Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberleri Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık bulundu. Ayrıca, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. Şardan, 2019'da Doğan Kitap'tan yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma dalındaki kitabını kaleme aldı. 2019'dan bu yana T24'te çoğunlukla güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor. |