Bilmeyenler ya da unutmuş olabilecekler için hatırlatmalarda bulunalım! Edemir yaklaşık 1,5 yıl önce, başarılı bir yüksek lisans öğrencisiyken ve kazandığı bursla akademik bakımdan daha yetkin hale gelmek üzere Almanya’ya gitmeye hazırlanırken, bunların da ötesinde pırıl pırıl bir insanla evlilik hazırlıklarının son aşamasına gelmişken İstanbul’da “tesadüfen” yapılan bir kimlik sorgulamasında gözaltına alındı, sonra da tutuklandı. Gerekçe, 10 yıl öncesinde bir polis sorgusunda birilerinin adını zikretmesi ve bilgisayar ortamında dönüp duran sözüm ona bir “belge”de adının geçmesi…
Yarınki galiba beşinci duruşma olacak. Bundan önceki duruşmada savcı bile davanın absürtlüğünü teyit eder mahiyette bir mütalaada bulunarak beraatını istedi Hüseyin’in… Evet, iddia makamı zanlının beraatını istedi! Eğer zanlının suçluluğuna bizi ikna etme pozisyonundaki kişi bile “suçlu değil, beraat etsin” diyorsa mahkeme heyetinin buna karşı hüküm üretmesi akıl-sır alır mı?! Ama oldu ve Hüseyin’in yaşadığı hukuk ve adalet trajedisini “traji-komedi”ye çevirecek mahiyette heyet, savcının beraat isteğine rağmen tutukluluğun devamına karar verdi.
Hüseyin’in ailesi, eşi-dostu, arkadaşları-hocaları olarak ona yapılan haksızlığın son bulacağına inancımız kalmadı bizim… Ama tabii ki ona olan sevgimiz, hasretimiz ve desteğimiz doğrultusunda yaptığımız ve yapacağımız çok şey var. Bir kere Hüseyin Edemir artık “kurumsallaştı”. Onun adına oluşmuş web-siteleri, sürekli bir haberleşme ağı, yazılmış şiirler, yakılmış türküler, yapılmış klipler var. Gidişat o ki adalet adaletsizleştikçe Hüseyin efsaneleşiyor.
Yarın da insanlar bu “umutsuz vaka”nın yeni bir veçhesine “ibret-i âlem” için tanıklık etmek üzere buluşacak Beşiktaş Adliye’sinde… Adalete inançtan çok hukuksuzluğa inatla!..
Aynı inadı taşıyan herkese duyuru ve çağrı olması dileğiyle sözü Hüseyin’in bir ay önce arkadaşlarına Edirne F Tipi’nden gönderdiği mektuptaki gurur satırlarına bırakalım:
“Hepinize kocaman bir merhaba! Kâğıdın, kalemin dili yok ama ikisi bir araya gelince ve sizler de gönül gözünüzü açarsanız sesim kulaklarınıza kadar gelir. Beni tanıyanlar ise muhtemelen gülen yüzümü hayal edecektir buruk bir tebessümle…
Dışarıdaki gelişmeleri Sevgi bana bildiriyor. Haftada 10 dakikalık telefonla görüşme hakkımı yârimle konuşarak dolduruyorum. 1 saatlik ziyaret hakkımı ise ailemden gelenle (babam, ablam, abim, artık hangisi gelirse) sohbet ederek geçiriyorum. 10 dakika da 1 saatte su gibi akıp geçiyor. Bazen kelimelerimiz bile yarım kalıyor ağzımızda, 10 dakika dolduğu an telefon otomatik olarak kesiliyor.
Tutuklandığım dönem ve sonrasında mağdur ve mazlum olmanın acısını yaşıyordum. Bu duygularımı sizlerle de paylaşıyordum. Aradan geçen zaman dilimi içerisinde “sessiz çığlıklarım” yüreklerinize ulaşıp yankı buldu ama hâlâ adaleti bulamadık. Gören var mı, onu da bilmiyorum. Basılmamış kitapların toplatıldığı ülkemizde, adaleti bulamamak, görememek beklenen bir durumdur; ancak normal değildir. Kesinlikle kanıksanmaması gereken bir durumdur. Sırası gelmişken burada Ahmet Şık’ı anmadan geçmek istemiyorum.
Kendisini çok tanımamakla birlikte Ergenekon denilen devletin diğer eli koluyla bir alakası olduğuna inanmadığım biri. Kaldı ki olsa bile, bu kimseye basılmamış kitabı toplatma hakkı vermez. Bu açıdan başka bir adaletsizlik örneği daha görmüş oluyoruz.
Devlet elini yıkayıp silahlarını kısmen bıraktı. Sonrasında ise AKP iktidarıyla yeni bir el (kendi elleri) oluşturuldu. Bu el daha çok kamera, telefon tutuyor ve komplolarla muhalif olanların başına çullanmaya ve toplumsal destekle başına çullandıklarını linç etmeye çalışıyor. Bunları yeni söylemiyorum; perşembenin gelişi çarşambadan belliydi ancak “eski tüfek”, dönek solcular ve tuzu kuru, demokrasicilik oynayan liberaller bir süre ortalığı bulandırmayı başardılar. “Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk,” diyenler ise ne “yağmuru” ne de “doluyu” hiç anlamamışlardı zaten.
Neyse, fikirlerimi sonraya saklayım. :) Yoksa mektubuma toplatma kararı çıkabilir :)
Yargı sürecinde geldiğimiz aşama ve dosyanın içeriği düşünüldüğünde hukuki açıdan hiçbir neden yok burada kalmam için. Ama önündeki kanunları uygulamayan bir heyetle karşı karşıyayız.
Avukatımın her söylediği ağzına tıkıldı, beni dinlemediler bile ve savcının mütalaasını görmezden geldiler. Şu halde bir soru kaçınılmaz olarak ortaya çıkıyor: peki kararı neye vereceksiniz? İşte bu sorunun cevabını bilen yok. Varsa bizimle paylaşsın.
Keyfilik ve hukuksuzluk bu kadar olur. Bırakın adaleti, kanunların bile gereği yerine getirilmemektedir. F Tipi yaşamı bana layık görüp “ıslah” olmamı mı bekliyorlar? Ya da diz çöküp yalvarmamı mı istiyorlar? Onlar neyi istiyorlar bilmiyorum ama ben beni biliyorum. Asla diz çökmeyeceğim, el açıp yalvarmayacağım.
Şundan eminim ki bu bir örgüt üyesine yönelik açılmış dava değildir. Hatta benim bir örgütün üyesi olmadığımı onlar da çok iyi biliyor. Eğer bu davanın gerçekle örtüşür bir tarafı olsaydı 10 yılı aşkın bir süre sonra akıllarına böyle bir dava açmak gelmezdi. 10 yılı aşkın bir süre içinde iki bilgisayar çıktısından başka herhangi bir delil olmaması da, herhangi bir somut delil ortaya konulmaması da bundan ileri gelmektedir. Çünkü zorlama bir davadır. Bu zorlamanın nedenini de yukarıda açıkladım.
Bu kadar haksızlığa, hukuksuzluğa uğrayıp da susmak olur mu? Susamam. Artık bu dava benim açımdan bir özgürlük ve adalet mücadelesidir. Sesim yettiği, gücüm olduğu sürece bu mücadeleyi sürdüreceğim. Eğer sesim çıkmıyorsa bilin ki nefesim kesilmiştir. Onun için fiziki varlığım son bulmadığı sürece devam edeceğimden emin olmalısınız.
Bu kararlılığımda sizin payınızın da büyük olduğunu bilmelisiniz. Şarkı yapmışsınız klip yapmışsınız. Yaratıcılığınızdan dolayı kutluyorum ve emeğiniz için teşekkür ediyorum.”