Tayfun Atay

29 Haziran 2011

Türkiye’nin İkili Karşıtlığı ve Arabulucusu

Önceki yıl kaybettiğimiz büyük düşünür ve antropolog Claude Lévi-Strauss, tarihe neredeyse “tek başına bir kuram...


“Seni bende, beni sende arayorlar,
Beni senden seni benden tanıyorlar,
Bir birim gibiyiz tümünün gözünde,
Yarım’larımızı bütün sanıyorlar.”

Özdemir Asaf

Önceki yıl kaybettiğimiz büyük düşünür ve antropolog Claude Lévi-Strauss, tarihe neredeyse “tek başına bir kuram” olarak geçmiş insandır.  Antropolojiyi olduğu kadar felsefeyi, dilbilimi, sosyolojiyi, psikolojiyi, sanat ve edebiyatı fazlasıyla etkilemiş Fransız yapısalcılığı onunla vücut bulmuş veinsan toplumsallığını anlama, açıklama yolunda işlerliğe sokulmuştur.
“Yapı”dan “insan zihni”ni kasteder Lévi-Strauss ve insan zihinsel yapısının her yerde aynı işleyiş mekanizmasına sahip olduğunu, sadece bu yapının içeriğinin bir yerden başka bir yere farklılaştığını öne sürer. Toplumsal ve kültürel farklılıkları yaratan, bu içeriktir sadece… İnsanlar, toplumlar, kültürler her zaman ve zeminde aynı zihinsel yapılanma modeliyle karşımıza çıkar.
Bu yapının temelinde “ikili karşıtlıklar” yer alır. İnsan zihni, ikili karşıtlıklar üretmeye programlanmış olup o doğrultuda çalışır. Tabii toplumlar ve kültürler de öyle…
“Ben x öteki”, “gece x gündüz”, “doğa x kültür”, “kadın x erkek”, “sıcak x soğuk”, “ak x kara”, “sağ x sol”, “ölüm x yaşam” bu ikili karşıtlıkların ilk akla gelenleridir. Toplumlar her zaman ve her yerde yaşamlarını bu ikili karşıtlıklara dayalı, açık ve net ayırt edilebilir kategoriler üzerinden düzene koyarlar.
Ancak Lévi-Strauss her ikili karşıtlığın “arabulucu” bir ilke ya da kurumu olduğunu da belirtir. “Kültür” ve “doğa” ikili karşıtlığının arabulucusu “totem(izm)”dir mesela… “Biz” ve “onlar” ikili karşıtlığının arası evlilik, akrabalık müesseseleriyle bulunur. Din, “yaşam” ve “ölüm” ikili karşıtlığı arasında bir köprü kurma girişimidir.


Fransız yapısal antropolojisinin kurucusu Claude Lévi-Strauss (1908-2009)

En nihayetinde Lévi-Strauss yapısalcılığının anlatmak istediği (tabii bana göre) şudur: İnsan da, kültür de, toplum da aslında kaotik olan kâinatı ve hayatı düzene koymak, “yapılandırmak”, “kozmos”a dönüştürmek ister. Bu yüzden bir “akış”ın farklı aşama ya da kategorilerini karşıtlık ilişkisine sokarak onları anlamlandırır. Aslında gece ve gündüz, sürekli akış halinde bir bütünlüktür. Yaşam ve ölüm, kesintisiz bir sürekliliktir. Her erkekte ötelenmiş bir kadınlık, her kadında ötelenmiş bir erkeklik vardır. Yanlışın içinde doğrular, doğrunun içinde yanlışlar teşhis edilebilir.
Bu anlamda ikiye ayrılmış “karşıt-yarımlar”, aslında birbirini tamamlayan, ama daha önemlisi “tanımlayan” unsurlardır.
Tıpkı “Türk” ve “Kürt” ikili karşıtlığında olduğu gibi!..
Bir “sıçrama” oldu, bağışlayın, ama başka türlü Lév-Strauss’un yapısalcılığından Türkiye’nin 22 Haziran-sonrası yapılanmasına geçiş yapamayacaktım.
Seçim-sonrası ortaya çıkan tablo, özellikle de veto yiyen tutuklu-hükümlü vekillerle bağlantılıolarak Meclis’in açılış sürecinde yaşanan tartışma, itiraz ve boykotları izlerken zihnim beklenmedik şekilde Lévi-Strauss ve yapısalcılığa çarptı.
(Bu arada not edelim: Lévi-Strauss’un kuramı sorunsuz, arızasız ve tartışmasız değil… Pek çok muarız ve muhalifi var tabii… Ama yine de onun topyekûn bir kenara bırakılabileceği, açıklama gücünden tamamen yoksun olduğu da söylenemez.)
Türkiye toplumunda,özellikle 1980’lerden itibaren belirginhale gelen “Kürt x Türk” ikili karşıtlığı, 22 Haziran seçimleriyle daha da berraklaştı, kristalleşti. İkili karşıtlığın Kürt “yarım”ı seçimde varlığını Kars, Iğdır, Adana, Mersin gibi diğer (“Türk”) “yarım”ın nüfuzunda sayılan gergin zeminlerde bile kanıtladı. İki “karşıt-yarım”ın parlamentoda temsil oranı birbirine daha da yaklaştı.
Bu ikili karşıtlığı yukarıda Lévi-Strauss’un kuramını açıklarken sarf ettiğimiz sözleri işlerliğe sokarak değerlendirelim!
“Kürt”le “Türk”ü tanımlama noktasında söz konusudur esasen bu ikili karşıtlık; “öteki”nden hareketle “kendi”ni tanımlama da denilebilir buna…
Ama aslında “Kürt”le “Türk” birbirini tamamlar.
“Kürt”ten “Türk”e, “Türk”ten “Kürt”e bir akış, süreklilik ve geçiş vardır.
(Ama yine de “nüans”a dikkat! Bu, “onlar ne kadar Kürt’se biz de o kadar Kürt’üz; biz ne kadar
Türk’sek onlar da o kadar Türk’tür” demek değildir.)
Kürt, Türk’ten dolayı, Türk de Kürt’ten dolayı bilinir!
Türkiye’de yapılanma, toplumsal düzenlenim budur. Ortada bir “Türk x Kürt” ikili karşıtlığı mevcut.
Bütün mesele bu ikili karşıtlığın siyaseten “arabulucusu”nun kim olacağı…
“Karşıt-yarım”ların siyasi temsilcileri, yani MHP ve BDP, Türkiye haritasının belli bölgelerinde yoğunlaşıyor. “Yarım”lar Adana, Mersin gibi yerlerde yan yana gelse de karşıtlıklarını icra etmeye devam ediyor. Bu karşıtlığın parlamentoda da devam edeceğine şüphe yok.
MHP ve BDP’nin nüfus ve “nüfuz” sahibi olduğu ayrık yerlerinde memleketin, bir de AKP var. Üstelik genellikle bu “karşıt-yarım”lardan daha ağırlıklı olarak var.
O halde bu ikili karşıtlığın arabulucusu AKP olacaktır. Ona düşen sorumluluk karşıtların arasını bulmaktır. Gerek veto yiyen milletvekileri hakkında çözüm arayışına gidilirken, gerekse henüz ve hayli sancılı açılmış Meclis’in sağlıklı işleyebilmesi açısından AKP’nin kurumsal pozisyonu bunu gerektirmektedir.
AKP’nin yüzde 50’ye vurmuş oy kazanımının da onu bu ikili karşıtlığın arabuluculuğuna kaydetmiş“toplumsal formül”ün yansıması olduğu söylenebilir.
CHP mi?
O, bu ikili karşıtlığın arabulucusu olabilecekken, böyle bir potansiyele sahipken, buna cesaret edemeyip, karşıtların birinden yana “taraf” oldu.
O yüzden de, “şimdilik” kaydıyla, ihmal edilebilir bir kurum…