“Barbie Bebek” 2 gün önce 60 yaşına girdi.
9 Mart 1959’da Amerika Uluslararası Oyuncak Fuarı’nda ilk kez dünyanın karşısına çıkışından bu yana Barbie’nin onlarca yıllık hayat hikâyesi, insanlığımızın 20’nci yüzyılın ikinci yarısından bir yeni Milenyum’a; uluslararası kapitalizmin Soğuk Savaş ikliminden uluslar-üstü, post-Sovyetik küresel kapitalizme yol tutan serüveninden iz düşümleri bol bol sunar bize…
Barbie’nin kritik önemi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada kadının konumundaki radikal değişmeye ve bununla irtibatlı şekilde çocukluğun da nasıl bir “kültürel” yönsemeye uğradığını aksettirmesinde yatar.
Barbie, “yetişkinleştirilmiş çocukluk” imgesi ve simgesidir.
Onun doğuş öyküsü bunu kristal berraklığıyla ortaya koyar.
***
Amerikalı iş kadını Ruth Handler, kızı Barbara’nın oynadığı kâğıt bebeklere ha bire yetişkin rolleri verdiğini fark ettiğinde çocuğun dünyasında oyuncak bebeğin “yeni-doğmuş”la hayali hemhallikten bambaşka bir arzuya karşılık geldiğini anlar. O zamana değin, oyuncak bebekler hepimizin gayet iyi aşina olduğu üzere “yeni-doğmuş”ların temsiliydi; aşağıda değineceğimiz, folklorik bez bebeklerimiz misali…
Ama Barbara, elindeki bebeği çoktan büyütmüş ve ona hayalindeki yetişkin kadınlık rollerini yüklemeye başlamıştı. Anne Handler, Barbara’nın bu gözlemini, amiyane deyişle “malı götürecek” bir projeye dönüştürmekte gecikmedi. Bir Almanya seyahatinde (1956) Bild gazetesinde yayınlanan mizahi bir çizgi-bandın kadın karakteri olan “Lilli”nin oyuncak bebeğini satışta görünce bulmuştu aradığını… Hemen “Bebek Lilli”den 3 tane satın aldı; birini oynaması için Barbara’ya verdi; diğer ikisini ise kocasının da kurucularından olduğu Mattel oyuncak şirketinin yöneticilerinin önüne koydu.
Sonuç, çocukları “bebek” kisvesi altında yetişkinlikle titreşime, etkileşime ve ilişikliğe sokan bir oyuncağın üretilip pazara sürülmesi oldu. Handler, sürecin önünü açan, ilk esinlendirici tohumu borçlu olduğu kızı Barbara’nın hakkını vererek yetişkin-bebeğe “Barbie” adını uygun gördü.
***
Barbie böyle “patladı”. O gün bugündür de bizimle.
Tabii çocuğa ve çocukluğa dair, kadına ve kadınlığa dair, insana ve insanlığa dair ne olduğuna, iyi mi kötü mü olduğuna, ne yaptığına, nelere yol açtığına dair bir dolu tartışma, eleştiri, anlaşmazlık, rahatsızlık, protesto, reddiye eşliğinde bizimle…
Oyun, çocuğun doğal çevreyi de sosyal-kültürel çevresini de öğrenme, deneyimleme, duyumsama imkânı veren bir etkinlik olduğu kadar, elbette onu yetişkin hayata hazırlamaya da yönelik bir pratikler toplamıdır. Bu bakımdan oyuncak da tabii ki yetişkin yaşama çağrışımları olan bir araçtır.
Ancak bu işlerliğin ötesinde Barbie’yi ayırt eden iki husus daha var.
Birincisi Barbie, bir oyuncak olarak hiç de murat edildiği şekilde çocuğu gelecekteki yetişkinliğe hazırlama hedefli, o yetişkinlik içerisinde olumlu rol-model seçeneklerine, mesleki arayışlara yönelik bir işlev yerine getirmiyor.
Barbie, geleceğe dönük hayal, ideal ve hedefleri şekillendirmekten çok, çocukların an içinde, halihazırdaki durumlarına değgin bir referans ve belirleyen oluyor.
Barbie bebekle oynayan çocuklar, büyüyünce değil mevcut çocuk halleri ile ellerindeki “yetişkin-bebek” Barbie gibi olmak istiyorlar.
Saç biçimiyle, etkileyici bakışları, çarpıcı makyajı, dik göğüsleri, sıkı kalçaları, cezbedici giysileri, iddialı bikinileri ve adı Ken olan erkek arkadaşı, sevgilisiyle…
Barbie olmak istiyorlar. Hemen, şimdi!..
İkinci ayırt edici husus ise yine Barbie bebeklerin bu “yetişkinlik dinamiği” ile bağlantılı olarak onların sadece çocuklara hitap etmemesi…
Barbie ile yetişkinler de “oynuyor”; daha doğrusu onunla etkileşiyor, ondan etkileniyor, hatta hayatlarının akışını ondan hareketle belirliyorlar!..
Yıllardır Barbie bağımlısı yetişkinlerin, Barbie gibi olmak isteyen 20’li-30’lı yaşlarda kadınların, Barbie’nin sevgilisi Ken gibi olmak isteyen koca koca adamların bıçak altına yattığına, estetik bir dizi operasyonla nasıl birer ucubeye dönüştüklerine ilişkin haberler konuyor önümüze…
Demek ki Barbie, iki ayrı yaş grubunun dünyasında işlevselleşiyor.
Bir yandan çocuğa yetişkinlik aşılıyor.
Diğer yandan yetişkine de çocuksu, ergen, “regresyon”lar aşılıyor.
***
“Çocuk yetişkinler” ve “yetişkin çocuklar”la alabora dünyamızın alâmetifarikası, yani çarpıcı ve düşündürücü farkını işaret eden sembolü Barbie…
Her durumda o, adı bebek, ama kendisi “yetişkin” bir sembol.
Ondan önce ise yüzyıllar, hatta bin yıllar boyunca insanlığımızın çocukluğuna damga vurmuş bir başka sembol oyuncak vardı: Bez bebek…
Barbie, “modern”, kapitalist, endüstriyel, şehirli, okullu (herkesin okuryazar olduğu), meslekli (herkesin kadınlı-erkekli bir meslek sahibi olma amaç ve ideali taşıdığı) bir hayatın içinden çıkan, onun karşılığı olan oyuncak.
Bez bebek böyle değildi. O, “geleneksel”, kırsal, tarımsal, köylü, okulsuz, yani herkesin olsa olsa “topraktan öğrenen” olduğu; mesleksiz, yani herkesin olsa olsa ya tarlada rençper (çiftçi) ya merada çoban ya da eğer kadınsa sadece evde anne olduğu bir hayatın oyuncağıydı.
Kız çocuk söz konusu olduğunda, onun bebeklikten çıkar çıkmaz, “çocuk” olur olmaz, evde anneye yardıma, ağıla süt sağmaya, kümese yumurta toplamaya ve çok geçmeden elde şiş örgü örmeye başladığı bir dünyanın oyuncağı…
Tabii bu doğrultuda bez bebek de onunla oynayan kız çocuğuna, büyüdüğünde kendisine biçilen rolü yansıtan bir oyuncaktır. Bu rol, anneliktir.
Bez bebek ne başka bir role kapı açar, ne de bir “rol-model”liğe soyunur.
Çünkü o, kelimenin tam anlamıyla “bebek”tir.
O bez bebeklere baktığınızda karşınızda birer “yetişkin-minyatürü” göremezsiniz.
Ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak içe kapalı “folk” dünyada, gelecekteki tek seçeneği annelik olan kız çocuğunu bu yetişkinlik konumuna hazırlamaya dönük bir güdümleyici işlevle bezeliydi bez bebek…
***
Barbie öyle mi hiç?!..
Barbie, çocuklardan sadece birer profesyonel (meslek-sahibi) kadın değil, birer top model, birer pop star ve kendi halinde/yalnızlığında bir kadın-anne şöyle dursun, kalabalıklarda yıldızlaşan şöhretler çıkarmaya dönük güdümleyici işlevle bezeli bir oyuncak, daha doğrusu “araç”.
Tam da Marshall McLuhan’ın kastettiği anlamda, “mesaj veren” değil, mesaj”ın kendisi olan bir araç!..
Dikkat edilecek olursa, ortaya çıkışı yolunda ilk tasavvurların söz konusu olduğu 1950’lerin ikinci yarısı, savaş-sonrası özgürlükçü bir popüler kültür ikliminin havaya hâkim olduğu, televizüel görsel medyanın gündelik hayatı etkisi altına başladığı ve en önemlisi kadının profesyonel iş yaşamında daha kararlı/ısrarlı motivasyonla belirdiği bir dönemdir. İşte bu zaman kesitinde, oyuncak bebek temsillerinin, tıpkı yukarıda aktardığımız bez bebekler gibi “her haliyle bebek” olmaktan çıkıp yetişkin tasarımlı bebek, diğer deyişle “yetişkinleştirilmiş bebek” olmaya Barbie ile büyük ölçekli (ve de endüstriyel) mahiyette geçiş yaptığını görüyoruz.
Bez bebekten Barbie’ye imgesel ve simgesel dönüşümün alt yapısında “folk”tan “pop”a kültürel; kırdan kente demografik; tarımdan endüstriye ekonomik; ve elbette ev kadınlığından iş kadınlığına, çalışan kadınlığa, özgür-birey kadınlığa doğru toplumsal-cinsiyet temelli ideolojik değişme dinamikleri yer alır.
Ama elbette bu, tüketim kapitalizmi ve görsel kitle kültürünün anaforuna kendini kaptırmış insan yaşamında çocukları da tıpkı yetişkinler gibi, durmaksızın dönen bir tüketim çarkının parçası yapmaya dönük ticari kaygılarla şekillenmiş bir dönüşümdür.
***
Ve Barbie’nin kendisi de bir “endüstri”dir. Bu endüstriyi bunca on yıldır ayakta tutmak için de dünyadaki dönüşümler doğrultusunda Barbie’nin yeni sürümleri, küreselleşme ve çokkültürlülüğü kendi yararına değerlendiren postmodern tüketim kapitalizminin çıkarlarıyla uyarlı mahiyette piyasaya sürülüyor.
O yüzden Barbie’nin üreticisi Mattel’in “Shero” (kadın rol-modeller) adını verdiği ve 2015’ten beri sürdürülen program kapsamında dünyanın dört bir yanından, farklı ülkelerden öne çıkmış “ünlü” kadınların bebek tasarımları yapılıp satışa sunuluyor. Geçen yıl bizden de rüzgar sörfünde dünya şampiyonlukları bulunan, aynı zamanda manken ve oyuncu Çağla Kubat, bir “pozitif rol model” olarak “Shero” kapsamında Barbie’leşmişti.
Bu yıl da Gülse Birsel, Türkiye’den “Shero”luğa layık görülmüş.
Gülse zaten hep “Barbie” gibiydi ve Barbie’liği çoktan hak etmiştir. Kutluyoruz!
Barbie’ye daha nice nice on yıllara diyoruz!..
Tabii Bez Bebeğe de rahmet diliyoruz. Nur içinde yatsın!..