Tayfun Atay

01 Şubat 2011

LİBİDAL İSLÂM ÇAĞI

İslâmî kesim Türkiye’de önce liberalizmi keşfetti, şimdi de hızla ve alabildiğine...


İslâmî kesim Türkiye’de önce liberalizmi keşfetti, şimdi de hızla ve alabildiğine “libidalizm”in keşfine yönelmiş görünüyor.
Başbakan istediği kadar aksıra tıksıra içenlere lâf etsin, Başbakan Yardımcısı istediği kadar hayatın içki ve seksten ibaret olmadığına vurgu yapsın, memlekette (ilâhi değilse de iktisadî) “hakikat” usulünce tecelli ediyor.
“Terzi”, kendi söküğünü dikemiyor!..
Birkaç hafta önceki “İslâm’ın Son Şartı: Hazza Gitmek” başlıklı yazıma devam mahiyetindeki bu yazıyı, yine Bugün gazetesinden Nuh Gönültaş’ın basına düşen sözlerine binaen kaleme alıyorum.
Önceki yazıya temel oluşturan, İstanbul-Başakşehir’de dindar-muhafazakâr zenginlerin ikinci eş/ikinci ev “jargon”u altında garsoniyerleri olduğunu açığa çıkaran Gönültaş, aynı minval üzere yine sarsıcı sözler sarf etmiş. 
Buna göre, iktidarla elde ettikleri makam, mevki ve zenginlikle “yeni eş” ihtiyacı duyan dindar-muhafazakâr zenginler, bu ikinci eşlerini başörtülü ilk eşlerinin eksik kaldığı sosyal hayatın gereklerine cevap verecek şekilde her yere götürülebilecek, başı açık “sosyal hanımlar”dan seçiyorlarmış (Habertürk, 31 Ocak 2011).
Beni yaklaşık on yıldır, artık ağzımda sakız olmuş yorumları “nâçar” tekrarlama durumunda bırakan bir yeni veri bu… Özellikle de İslâm’ın “politik kültür öznesi” olmaktan iyice çıkıp “popüler kültür nesnesi” haline geldiği savını daha güçlü ileri sürmeye teşvik eden bir veri…
Bir elde Kuran, bir elde kalaşnikof tutan “siyasî-devrimci” posterleri taşıyanlar yok artık sokaklarda… Şimdi bir elde marka tespih, öbür elde son model cip anahtarı taşıyan “ticarî-girişimci” figürlerden çıkıyor Türkiye’de İslâmiyet’in aslî temsiliyeti…
“İslâm ve kadın” deyince, İran Devrimi günlerinden yadigâr,  yumrukları sıkılı kara çarşaflı kadın görüntülerini soğuk bir ürpertiyle akla getirmiyoruz artık… Onun yerine “bilbord”larda, en son tesettür giysi kreasyonlarını teşhir eden, başı örtük, ayakları dekolte manken görüntüleri tatlı bir ürpertiyle beliriyor zihinlerde…
Dinin emrini yerine getirmenin ötesinde, Allah’ın düzenini hâkim kılmak için örtündüklerini söyleyenler neredeyse görünmez oldu. Artık, “Allah güzeli sever” diye örtünenler sanki daha çok göze batıyor, daha doğrusu “göz alıyor”!..
Bilmem, Brezilya başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde çok meşhur olan “para beyazlaştırır” deyişini hiç duydunuz mu?!
“Siyah insan”ın zenginleşip daha müreffeh bir hayat sürmeye başladıkça siyahlığını unutturma eğilimi içerisine girdiğini anlatır bu ifade… Yukarıya doğru sosyo-ekonomik hareketliliğin artması, “siyah”ta siyahlıktan sıyrılma ve “beyazlaşma” arayışına yol açar. 
Bu bakımdan, mesela açık deri renkli biriyle evlenmenin beyaz hissetme yolunda bir başlangıç oluşturduğu kaydedilmekte. Sonra, açık deri renkli çocuklara sahip olma isteği, arzusu, takıntısı kendini gösteriyor. Nihayet bazı durumlarda (ki en tipik örneğini Michael Jackson’un deri rengini ağartma çabasında bulabiliriz) bedenini tıbbî müdahalelere açarak “beyazlaşma” arzusu, marazî biçimde ortaya çıkabiliyor.
Türkiye’de zenginleşen dindar-muhafazakâr kesimin hâlihazırdaki durumunu anlatmak için yeni sözler bulma yolunda bu “para beyazlaştırır” ifadesine müracaat etmekten, ondan ilham almaktan alıkoyamıyorum kendimi… 
Galiba para, Brezilya’da “siyah”ı olduğu gibi Türkiye’de de “Müslüman”ı beyazlaştırıyor.
“Kara Türkler” ve “Beyaz Türkler” şeklindeki ayrım bir ara hayli revaçtaydı, hatırlarsınız! O süreçte dindar-muhafazakâr kesimin Türkiye’de laik-modernist elit karşısında kendisini daha çok “Kara Türkler” arasında düşünme eğiliminde olduğunu söylemek pek yanlış olmaz. 
Hatta Başbakan Erdoğan’ın bir konuşmasında sarf ettiği “Biz bu ülkenin zencileriyiz, CHP’liler gibi seçkinci değiliz” sözleri de bu bağlamda değerlendirilebilir.
Köprülerin altından sular aktı! Şimdi Türkiye’de yeni bir ayrım var. 
“Laikler” ve “dindarlar” şeklindeki dikey kültürel ayrımı yatay kesen sınıfsal bir ayrım, dindarların kendi içinde karşımıza çıkıyor.
Artık “Beyaz Müslümanlar” ve “Kara Müslümanlar” var bu ülkede!..
Beyaz Müslümanlar, beş değil yedi yıldızlı otellerde şaşaalı düğünlerle, Amerikalarda okuttukları çocuklarını evlendiriyorlar.
Beyaz Müslümanlar, yaz geldiğinde sahil kıyılarının zengin, “harem-selâmlık” tatil beldelerinde denizin, kumun, güneşin tadını çıkarıyorlar.
Beyaz Müslümanlar, “yeşil sermaye”nin işleyişinin sağlandığı plazalardan yorgun çıkıp Suzuki cipleriyle takıldıkları içkisiz diskolarda, alkolsüz şaraplarını, marka tespihlerini çekerek içiyorlar.
Beyaz Müslümanlar, iç çamaşırı defilesinden koştura koştura gelip “mahremiyet” giysisini alelacele üzerine geçirerek tekrar podyuma çıkan mankenleri tesettür defilelerinde en ön safta izliyorlar.
Beyaz Müslümanlar, nihayet, Başakşehir”deki ikinci evlerine ve ikinci eşlerinin yanına giderken, muhtemelen, internetteki “İslâmi sex-shop” sitelerini ziyaret edip münasip ürünlerin siparişini vermeyi de ihmal etmiyorlar.
Beyaz Müslümanlar, hâsılı kelâm, artık giderek takvâdan uzaklaşıp “mâsivâ”ya yakın duruyorlar.
Ve Beyaz Müslümanlar, ah Beyaz Müslümanlar!..
Bütün renklerin aynı hızla kirlendiğini…
Birinciliğin beyaza verildiğini bilmiyorlar!..