Seçim yazısı yazmaktan nefret ederim. Herkesin zikrettiği beylik lafları tekrarlamak zoruma gider. Değerlendirmeler üç aşağı beş yukarı aynı olacağı için farklı, özgün sözler sarf etmenin neredeyse olanaksız olduğu bir zamandır bu…
Lâkin olan bitene bigâne kalmak da imkânsızdır. Başka bir konudan söz etmek, bağlam-özürlü durumuna sokar insanı… Evet, seçimden bir ya da birkaç gün sonra yazmak durumundaysanız eğer, kaçış yoktur. Sıkıla-bunala siz de kervana katılmak zorunda kalırsınız.
İşte size böyle sıkıcı, renksiz, tatsız bir “yasak-savma” yazısı!..
AKP: Yüzde 50 de olsa abartmamak lâzım!
Partilerin ve liderlerin hiçbiri kaybettiğini söylemese de bu seçimin iki kazananı iki de kaybedeni olduğu şeklinde bir yorum kristalleşmesi söz konusu.
Galipler olarak AKP ve BDP’ye gönderme yapılıyor, ama bence seçimin aslî galibi BDP. Daha doğrusu Türkiye Kürt Hareketi… Fakat önce iktidar partisini ele alalım.
AKP’nin en büyük başarısı 22 Temmuz 2007 seçimleridir. Başarıyı sadece oy yüzdesi ve meclisteki sandalye sayısı üzerinden değerlendirmenin ötesine geçip daha geniş bir sosyo-politik bağlamda düşünmek kaydıyla tabii…
2007, Türkiye’de yıllardır gerek toplumsal gerekse siyasal düzlemlerde niceliksel olarak birikmiş değişimlerin AKP marifetiyle niteliksel sıçrama yaptığı bir yıldı. O yıl gerçekleşen 27 Nisan “e-muhtıra”sı karşısında hemen ertesi günkü cesaretli çıkışıyla Türkiye’de “bürokratik vesayet”in kolunu-kanadını kırdı AKP… 22 Temmuz’da da buna halkın onayı geldi.
Geçen zamanın Ergenekon, vd. davalarda o “bürokratik vesayet”i yargılama adına kurunun yanında yaşın da yandığı anti-demokratik uygulamalara sahne olduğu doğru. Partinin, özellikle de lider Erdoğan’ın demokratikleşme konusundaki hassasiyeti yitirerek cemaatleşme ve otoriterleşme doğrultusunda bir yola girdiği de doğru…
Bunlara rağmen toplumun 2007’deki “devrimsel sıçrama” dolayısıyla AKP’ye verdiği yüksek kredi notunu kırmadığını ve kusurları toleransla karşıladığını gösteren bir sonuç çıktı bu seçimde… Son çırpınışını 2007 seçimlerinde sergileyen “arkaik” partilerin 3-5 yüzdelik oylarından bir kısmı da artık son nefesini vermiş o partilerden transfer olunca yüzde 3’lük artışla oyların yarısı AKP’nin oldu.
O kadar belden aşağı vuruşlara rağmen MHP’nin baraj-altı olmamasını ve anayasayı değiştirecek sandalye sayısına ulaşılamamasını da hesaba katarsak AKP’nin başarısını daha sakin karşılayıp abartmamak bir gereklilik olur.
BDP: Türk açılımı!
Seçimin asıl galibi Kürt hareketidir diye düşünüyorum. Bir kere BDP, önceki seçimlerle kıyaslanmayacak ölçüde Kürt-olmayanların oylarını da aldı. Ertuğrul Kürkçü, ama özellikle Sırrı Süreyya Önder fenomeni bu partinin yıllardır söylenegeldiği üzere bir Türkiye partisi olamama sorununu aşma yolunda ona kayda değer mesafe kat ettirdi.
İstanbul’un yanı sıra bu seçimde Adana, Mersin gibi yıllardır Türkçü siyasetin sıkı iş yaptığı, Türk-Kürt gerginliğinin had safhada olduğu yerlerde artık BDP de ağırlığını hissettiriyor. Türkçü siyaset ise buralarda ciddi bir ağırlık kaybıyla karşı karşıya…
Demek ki Kürt sorununa ilişkin katı-fanatik Türkçü refleksi besleyen kitlesel alt yapı yavaş yavaş çözünüme uğramakta. Bu, bir bakıma Türkiye tarihinde ilk defa Kürt kimlik politikasının “bölücülük”, “hainlik”, “terörizm” üçlemesi ötesinde bir toplumsal algı ve kavrayış çerçevesine oturduğuna dair ipuçları sunan bir gelişme…
Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri üzerinde dolaş(tırıl)an iki “hayalet”ten biri olan “irtica” vesvesesinden 2007’de kurtuldu. İkinci “hayalet” olan “bölücülük” vesvesesinden de 2011 itibarıyla kurtulma sürecine girmiş gibi görünüyor. 22 milletvekilinden (BDP’nin kendi içinde bile öngörülmeyen) 36 milletvekiline çıkış, Türkiye toplumunda Kürt kimliğine ilişkin bir meşruiyet mutabakatının, bir tanıma/sayma eğiliminin belirmeye başladığını düşündürüyor.
Eğer BDP sosyalist solun yanı sıra sosyal demokrat ve liberal-sol kesimleri de kapsamına alabilecek bir söylemsel esnekliğe kavuşursa, önümüzdeki dönem özellikle CHP havuzundan devşireceği oylarla yüzde 10 barajını aşabilecek noktaya gelebilir.
CHP: İstikrarın iktidarsızlığı
CHP dedik, hemen girelim konuya: CHP, “istikrar”ı bu seçimde de elden bırakmadı. Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP” imajına toplumu ikna etme yolunda tüm çabalarına karşın seçim sonuçları ne yazık ki “hayal”in hayata geçmediğini düşündürüyor.
Hatta “altı kaval-üstü şişhane” bir manzaranın ortaya çıktığı söylenebilir. Laisist söylem lider ağzıyla terk edilse de pek çok ulusalcı-vesayetçi laisist, Parti’ye intikal edince uygulamada tutarsızlık göze çarptı.
Sonuçta bazı rötuşlara rağmen CHP bilinen “istikrar”ını sürdürdü. Cumhuriyet’in başından itibaren siyasal-bürokratik modernizm hamlesiyle oluşmuş bir kitleyi elde tutmaya yönelik bir istikrar bu… Alevilikle takviyeli bu Batıcı-laik kitleyi ürkütme riskini göze alamıyor CHP… Öyle olunca da toplumun geri kalan çoğunluk kesimine ulaşmaktan kısıtlanıyor. Fakat kabul etmek gerek, bu “garanti”den vazgeçmek de özellikle kısa vadede kolay değil.
Böylece CHP yine istikrarı iktidara tercih etti. Tek teselli, Baykal’dan kişisel olarak sıdkı sıyrılmış bir “yüzde”nin Kılıçdaroğlu’nun tevazuu, safiyeti ve iyi niyeti neticesinde geri dönüş yapıp oyları yüzde 26’ya dayandırmasıdır.
MHP: Püskevit faktörü
Ve nihayet MHP… O da “istikrar”ını sürdüren oluşumlardan biri… Ancak 2010’ların özellikle 1990’lardan hayli farklı sosyo-politik ikliminde “kan”dan yorgun düşmüş bir topluma hitap etmeyen çizgisi, onu etkin bir muhalif unsur olma imkânından uzaklaştırdı.
Tamamen sönümlenecekken iki “mucize” ona barajın üstüne çıkma yolunda hava üflemiş gibi görünüyor. Bir, Erdoğan’ın onu baraj-altı kılma hedefiyle izlediği saldırgan ve yanlış seçim politikası. İki, “püskevit” faktörü!..
İnanın abartmıyorum! Yılların korku ve ürküntü uyandıran ciddi, çatık-kaşlı, mizah yoksunu hareketine Bahçeli’nin “püskevit”li konuşması “internet kuşağı” nezdinde inanılmaz kredi kazandırdı. Bahçeli bu kuşağa sevimli geldi. Onlardan bir kısmının, internette dolaşan “remiks”leriyle sempati rekoru kıran Bahçeli’ye oy verdiklerini biliyorum. Bahçeli’nin “Anne benim niye oyum yok!” dediğini hayal ettiği için oy verdiğini söyleyen bile var!..
Popüler kültür, politik kültürü giderek daha etkin belirliyor anlaşılan… Hatırlayalım, 2002 seçimlerinde Cem Uzan’ın Genç Parti’sini umulmadık noktaya yükselten dinamik de popüler kültür ya da daha doğru deyişle kitle kültürüydü. Burada da benzeri bir durumun izi sürülmeli…
Köy kahvelerinde kitle desteğini kaybetmiş MHP ve Bahçeli’nin imdadına “internet-kafe”lerden yayılan kitle kültürü mü yetişti acaba? Ne dersiniz?..