Koç Ailesi’nin futbola ilgisi yeni değil. Rahmi Koç’un sağlam, kararlı, vefalı bir Beşiktaşlı olduğu malûm… Özellikle Süleyman Seba dönemi Beşiktaş’ının görkemli performansında görünmez kahramandı o. Uzun dönem başarısızlıklar yaşamış Beşiktaş’ın makûs talihini yenen ‘Seba efsanesi’nin mali yapı taşıydı.
Gelgelelim Rahmi Bey’i hiçbir zaman hiçbir yerde Beşiktaş kulübü ve futbol takımıyla (bırakın aktif yöneticilik pozisyonunu) herhangi bir şekilde hemhal olmuş vaziyette hiç kimse görmedi. O, Seba’ya Beşiktaş’ı ayakta tutan, başarıdan başarıya sürükleyen yardımlarını geri plânda, mütevazı bir pozisyondan, ismini öne çıkarmadan yapmayı tercih etti.
Genel bir değerlendirmeyle bu durum, Rahmi Bey’in ‘burjuva asaleti’yle de ‘Beşiktaşlılık tevazuu’ ile de ilişkilendirilebilir. Ama daha derinlemesine bir analizle sanırım Rahmi Bey’in bu temkinli Beşiktaşlılık hali, esasen onun ‘kapitalist rasyonalite’yi taraftarlığın kaçınıl(a)maz irrasyonalitesine kurban etmeme hususundaki dikkatinden kaynaklanmaktaydı.
Şu son günlerde en çok merak ettiğim konu, Rahmi Bey’in, küçük oğlu Ali Koç’un Fenerbahçe çerçevesinde yapıp ettikleri hakkında ne düşündüğü…
Artık sadece Türk futbolunun değil, tüm Türkiye’nin bir ‘çocukluk hastalığı’ haline geldiği söylenebilecek Fenerbahçe’de asbaşkanlık görevini yürüten Ali Koç, babasından hayli farklı bir pratik sergiliyor. O, babasından ‘Beşiktaş kültürü’nü almadı, ama taraftarlık kültürü açısından da ondan hiçbir şey tevarüs etmemiş olmasını, bu bakımdan son derece zıt bir kutupta bulunmasını ben gerçekten anlamakta zorlanıyorum.
Ali Koç, babasına hiç mi hiç çekmemiş.
Kabul o, endüstriyel futbolun parladığı ve patladığı bir dönemde ‘tamamına erdi’. Bu bakımdan Fenerbahçe’de böylesi aktif yöneticiliğe soyunması, anlayışla karşılanabilir. Nihayetinde Fenerbahçe, Beşiktaş değil. Onun alıcı kitlesi çok büyük ve bu, dikkat, ölçü ve denge elden bırakılmadığı takdirde Koç Holding açısından ekonomik bir risk taşımayabilir.
Lâkin Ali Koç’un Fenerbahçe yöneticiliğinde sergilediği performansa bakıldığında, tüm Türkiye’ye mal olmuş, memleketin tüm kesimlerine hitap eden koskoca bir holdingin ‘as’ elemanlarından birine hiç uygun düşmeyen bir kulüp ‘as’ başkanlığı yürüttüğünü görüyoruz.
Ali Koç, izleyebildiğim kadarıyla, hayli keskin, asabi ve hırçın bir yöneticilik sergilemekte yıllardır Fenerbahçe’de… Gerek Federasyon, gerek hakemler, gerekse de rakipler, ne zaman dinleyecek olsam, onun sert suçlama ve ithamlarına maruz kaldılar hep.
En son iki gün önce, Federasyon’un şike soruşturmaları kapsamında Fenerbahçe’yi Türkiye Süper Ligi’nde tutup UEFA Şampiyonlar Ligi’nden men etmesine binaen kulüp adına en yetkili ağız sıfatıyla hayli sorunlu ve tehlikeli sözler sarf etti Ali Koç. ‘Burjuva’ bir akıldan ziyade fanatik bir taraftar duygusundan istim alan bu sözler, Fenerbahçe’nin Bank Asya 1. Ligi’ne düşürülme isteği karşısında Federasyon’un “Yazılı olarak isteğinizi bize bildirin” cevabına tepki olarak çıkış buldu.
Bakalım bu sözlere:
“Taraftarı, camiası 3 Temmuz’dan beri yaşananlardan sonra patlama noktasına gelmiş bir camiayız. Aklıselim davranmayı, ilgili kurum ve kişilere saygılı davranmayı istedik ama gördük ki bağırıp çağırmadan derdimizi anlatamayacağız”.
Koç Asbaşkan’ın bu sözlerinden bir gün sonra yurdun her yerinde sokaklara dökülen Fenerbahçe taraftarları, TFF, UEFA, Trabzonspor ve Galatasaray aleyhine bol bol ‘bağırıp çağırdı’! Basını tartakladı. Öyle ki yönetimin bazı siyasîlere ve sponsorlara yönelik küfürlerden dolayı taraftarları uyarmak durumunda kaldığı dahi kaydedildi. Peki, taraftar bu uyarıya mı yoksa ‘Asbaşkan’ın “bağırıp çağırmadan olmuyor” yakınmasına mı itibar etsin?..
Demek ki ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması lâzım!..
Daha vahimi, olay çıkarıp gazeteci tartakladıkları için gözaltına alınan altı Fenerbahçe taraftarından birinin yedi kez uyuşturucu kullanmak ve satmak suçundan kaydı varmış. Ali Koç aynı konuşmasında taraftarların kulübü sahiplenmesinden bahisle “Bu kulüp için her şeyi yaparım, ama taraftar için daha fazlasını yaparım” da demiş. Ben merak ediyorum şimdi her şeyden daha fazlasını yapacağı taraftar profili içinde bu altı taraftar da var mı?!.
Tabii konuşmanın ağırlık merkezinde Federasyon’la yaşanan sürtüşme yer alıyor ve Ali Koç’un orada ettiği laflara da dudak bükmemek elde değil. “Avrupa nezdinde bizi suçlu gören, marka değerine zarar vereceğimizi düşünen federasyonun, Süper Lig’in marka değerine zarar vermemek adına bizi tedbirli olarak 1. Lig’e göndermesinin tek çıkış yol olduğunu ifade ettik” dedikten sonra şöyle devam ediyor:
“Yazılı talepte bulunamayacağımızı, talebimizin onlar tarafından yerine getirilmesinin tek çözüm olduğunu anlattık. Buna rağmen yazı yazılmalı diye açıklama yapmaları yanlış. Biraz şark kurnazlığı yapılıyor”.
Vallahi ben tam da aksi yönde resmi bir kurumdan sözlü bir talebe işlerlik kazandırılmasını istemenin ‘şark kurnazlığı’ olduğu kanaatindeyim. Şike soruşturma sürecinin başından beri hemen her şeyi yanlış yapan Federasyon’un belki de tek doğru işi bu. Esas, söze binaen iş yapmaktır ‘şark’a özgü olan… ‘Şark’ın söz ya da sözlü kültürün, ‘garp’ın ise yazılı kültürün dünyası olduğunu da en iyi Ali Koç’un bilmesi lâzım… Sözü senet sayarak mı yürütüyor şirket işlerini mesela?!.
Ama o, aynı minval üzere, hayli alaturka devam edip “devletimizden yardım istiyoruz”, “devletimiz gelsin” de diyor. Ne söylemeli bilmiyorum ama bu sözler bana onun içinde yer aldığı aile holdinginin varlığını “Devlet”e borçlu olduğu tarihsel gerçeğini çağrıştırdı en çok… (Ali Koç, dedesinin devlet tarafından önünün nasıl açıldığına yönelik imlemelerle yüklü Erol Toy’un abidevi ‘İmparator’ romanından haberdardır mutlaka!)
Tabii ‘Milletler Çağı’nın kapanıp ‘Şirketler Çağı’nın işlerlikte olduğu küresel kapitalizm dünyasında ‘Fenerbahçe A.Ş.’ için devlete imdat çağrısında bulunmanın bir parça arkaik kaçtığını belirtmeden de geçmemeli!..
‘Fenerbahçe A.Ş.’ye gelmişken ‘Asbaşkan’ın sarf ettiği sözlerde en gerçekçi olduğunu düşündüğüm kesite de gelerek bitireyim! Ali Koç tüm bu gürültü-patırtı içerisinde esas meselenin ticari olduğuna değinmeden de edemiyor. “Herkes, ‘Kurtuluş Savaşı’ndan yeniden doğacağız, bu bayrağı düşürmeyeceğiz’ diyor” şeklinde bir yandan taraftara moral aşılamaya yönelik, ama aynı zamanda meseleyi nasıl duygusal, irrasyonel ve ‘çatışmacı’ bir motivasyonla değerlendirdiğini (öyle ya da böyle, ‘savaş’ diyor mu, diyor!) faş eden sözlerden sonra sadede gelerek şunları belirtiyor:
“Bu süreç hissemizi manipülasyona açık bırakıyor. Spekülasyonların hissemizi de baskı altında tutacağını düşündüğümüz için küme düşmek istedik. Hisselerimiz 72’den 36 dolara düştü. Bu, banka teminatlarımızı da etkiledi. Bunlar olunca manevra şansımız daralıyor”.
Ali Koç’un “Spekülasyonların hissemizi de baskı altında tutacağını düşündüğümüz için küme düşmek istedik” ifadesi, tüm konuşmanın nirengi noktası aslında. Demek ki başta söylediği, “Süper Lig’in marka değerine zarar vermemek adına Federasyon tarafından düşürülme isteği” hiç de samimi değil. Esas neden (‘Fenerbahçe’yi değil) ‘Fenerbahçe A.Ş.’yi okkanın altına gitmekten kurtarmakmış!
Heyhat, Türkiye’nin en büyük sermaye kuruluşlarından birinin, belki de birincisinin ‘Küçük Prens’i, ‘Fenerbahçe A.Ş.’ için öylesine gözünü karartmış ki kendisini var eden Koç Holding’in hitap ettiği kitlenin, yani memleket ahalisinin en düşük tahminle yarısını karşısına almakta beis görmüyor, göremiyor!..
Burjuvaziyi savunma noktasına gelmeyi rüyada görsek inanır mıydık? Demek görecek günümüz varmış! Her neyse, Ali Koç biraz babasıyla baş başa kalsa ve onun “Ey Oğul!” diye başlayacak nasihatlerine kulak verse şu aralar, hiç fena olmaz.